TÜRKİYE’nin, aslında hiç de mecbur olmadığı ama artık çıkmaz bir sokak gibi sokulduğu Avrupa Birliği macerasında çok farklı düşündüğümüz insanlarla bir noktada aynı fikirde olduğumuzu görüyoruz. Evet, pencereler ve taraflar farklı olmasına rağmen değişmeyen tespit, herkes için bu bir, üçüncü meşrutiyettir. Öteki meşrutiyetlerin yarattığı sonuca bakarak ve elbette haklı olarak biz bunun vahim bir gidiş, tehlikeli bir siyasî tuzak olduğunu anlatmak için üçüncü meşrutiyet, diye ifade ediyoruz. Öyle ya; Osmanlı İmparatorluğu’nun 1860-1920 döneminden özel isimleri ve tarihleri silip şablonu boşaltarak getirip Türkiye Cumhuriyeti’nin -şimdilik- 1980-2003 dönemine oturtunuz, hiçbir şeyin değişmediğini dehşetle göreceksiniz. Tarihin bazen insanlığın nisyan (unutma) zaafından dolayı ve tabiî ki unutanların aleyhine olarak tekerrür ettiği bilinen bir beşerî hakikattir ama bu kadar şaşmaz bir senaryo benzerliğiyle ve böylesine kısa aralıklarla tekerrür etmesi unutkanlıkla izah edilemeyecek bir millî felâket ve yenilerinin habercisidir. Baksanıza: Talepler aynı, sloganlar aynı, mirasını paylaşmak için sabırsızlandıkları hasta adama verdikleri akıllarla şimdiki akılları da aynı: Şunları şunları yaparsan kurtulursun, şunu şunu değiştirirsen seni kendimden sayarım, şu tavizleri vermezsen Avrupalı olamazsın ve çağdışı kalırsın. Zaten güçsüz vaziyettesin, dediklerimi yapmazsan seni darmadağın ederim. -Aslında dediklerini yapmak da kendi elimizle darmadağın olmaktır ya. Böylece Avrupalı; hem saldırgan görünerek kendisine karşı kamu vicdanında bir uyanış ve direncin oluşmasını önlüyor, hem de tarihin mahkemesine suçlu olarak çıkmaktan kurtuluyor. Kendileri etti, kendileri buldu, paket paket yasaları kendi hür meclisleri üç-beş gecede çıkarmadı mı- denilecek. Ve… Osmanlı söylenenlere uydu, ıslahat ve iki de meşrutiyet gerçekleştirdi. Çok enteresandır: Söylenenlere uymadığı için değil, söylenenlere uymasına rağmen bile değil, söylenenlere uyduğu için, 2. Meşrutiyetten 10 yıl sonra 600 yıllık imparatorluk çöktü.
Bu noktaya kadar Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptırılanlar ve yaptıranlar aynı olduğuna göre ve determinizmin mantığı karşısında bu kez niye, aynı şeyler aynı şartlar altında yine aynı sonuçları vermesin ki?.. Onun için; Türk milletinin yeni bir yumruk yemesi, ülkenin sadece yüz yıl önceki gibi -tarih içinde ve böyle acı bir dersin tekrarı için yüz yıl, sadecedir- yüzyıl önceki gibi bir kere daha dağıtılması özlenen bir sonuçsa (Şecaet arzederken merd-i Kıptî sirkatin söyler) “Yiğitliğini söylerken hırsızlığını anlattığının farkında olmayan çingene delikanlısı gibi” Avrupa Birliği bahanesiyle devletin iteklendiği nokta alkışlanabilir, hattâ “Yaşasın 3. Meşrutiyet geliyor” denilip bayram bile yapılabilir. Ancak… Anadolu’nun Türk vatanı olarak gelecek asırlara uzanmasını isteyenlerdenseniz, her pakette biraz daha yara alan bu ana gövdeye dört elle sarılır, “Eyvah, 3. Meşrutiyet geliyor” diyerek kahrolursunuz. İnsan zekâsının kendilerini biraz araya getirmek için sebep tasarlamakta zorlandığı şu güruha bakın: Kimi sağcı, kimi solcu; kimi şeriatçı, kimi bölücü; kimi sosyalist, kimi kapitalist kocaman ve, koca koca desteklerle yürüyen bu adi ittifaka karşı milletle kutsal ittifak yapmalı ama bunu yapabilmek için de önce müttefikinize gerçekleri anlatıp ikna etmelisiniz.
Gayet tabiî olarak Türk milliyetçileri bu ittifakın dışındadır. Zira Türk milletine karşı başka hiçbir ideoloji ve hesabın âleti olmayacak tek fikir Türk milliyetçiliğidir. Çünkü onun hareket noktası ve yegâne kaygısı, bizzat Türk milletinin kendisidir. Halbuki -meselâ- hümanizm diye yola çıkanlar yozlaşıp ihanete düşebilirler. Bu ülkede sosyalizm denilen ideolojinin Rus uşaklığına dönüştüğü görülmemiş vak’a mıdır? İslâmcılık diye yola çıkanlar -bilerek veya bilmeyerek- kendilerini bölücülükle kol kola bulup o kutsal etiketten elde ettikleri sempatiyi ihanetin kullanımına ciro etmiyorlar mı? Türk devletini çeşitli araç ve bahanelerle boğmak isteyen Küffar ile Türkiye’de şimdi kimler aynı safta bulunsun istersiniz? Bugün batılının gözüne girebilmek için ülkesinin hâl ve istikbalini peşkeş çekenler, dünün “Hakkı getirip Batılı zail kılacak” mücahit şaklabanları olmasın?
AB talepleri meğer âdeta gizli hükûmet programıymış, MGK hemen devre dışı bırakılmalıymış. Bunun aslında hükûmetle de bir ilgisi yok, doğrudan Batılıların talebidir ve yine kendileri açısından son derece de haklı bir istektir. Çünkü; medyanın acımasız beyin yıkama kampanyalarıyla üç ayda anahtar teslimi iktidara getirilenler görevleri icabı yapmaları gerekeni yani onların isteklerini yerine getirmekte zorlanmaktadır. Baksanıza, aradan üç ay değil, beş ay geçiyor meselâ, hâlâ Denktaş var. Öyleyse o zorluklar (?) ve o zorlukları yaratanlar da -MGK- aşılmalıdır. Türkiye’de herkes biliyor ki; MGK ve “politikaya karışmasın denilenler” olmasaydı, bugün Kıbrıs yoktu. Coğrafyada bir ada adı olarak vardı elbette ama, o adanın Türkiye ile ilgisi olmayacaktı.
Görülüyor ki; yarın tarih huzurunda kimseyi kalleşlikle suçlamaya hakkımız olmayacaktır, zira her hesap gayet açık ve herkes yalnızca görevini yapıyor. Öyleyse ve kurtulmak istiyorsanız görevini yapmayanlar da görev başına. Türk milliyetçiliği, milletin yaşama irade ve azminin has evlâtları eliyle hayata geçirilmesi değil midir?
Bu bir dil bilgisi notudur:
Siyasî oluşum ve akımlar kriter olarak aldığı topluluğun adına dayandırılarak isimlendirilir. Meselâ Trakya, bölge adıdır öyleyse Trakya bölgeciliği olur, Hristiyanlık din adıdır, Hristiyan veya İslâm dinciliği olur, Sünnîlik mezhep belirtir, Sünnî mezhepçiliği olur. Ama meselâ İslâm mezhepçiliği yanlıştır, çünkü İslâm bir mezhebin adı değildir. Aynı şekilde ve dil mantığına göre milliyetçilik de bir millete dayanır ve o milletin adıyla tamlama yapılarak isimlendirilir. Türk milliyetçiliği, Arap milliyetçiliği gibi… Onun içindir ki: “Biz dine dayalı milliyetçiliğe karşıyız, biz bölgeye dayalı milliyetçilik yapamayız.” lâfları her şeyden önce dil mantığına aykırıdır. Dinin milliyetçiliği olmaz zaten, dinciliği olur. Milliyetçilikle ilgisi olmayanların bu yanlışını yadırgamıyor, sadece düzeltiyoruz. Biz yalnız şunu kırk yıldır yadırgayıp merak ettik: Ağzından Türk kelimesi çıkmayanlar hangi milletin motivasyonuyla millî görüşü piyasaya sürdüler ve güya dâvasını güttüler? Güneydoğuda yaptıkları bir iki konuşmada sezer gibi olduk ama hâlâ tam anlayamadık.