Ana Sayfa 1998-2012 ESKİ TÜRK ORDUSUNUN GENEL MAHİYETİ

ESKİ TÜRK ORDUSUNUN GENEL MAHİYETİ

Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ

Geçen Sayıdan Devam

Silah konusunda Türkler Orta Çağ’da oldukça ileriydiler. Savaş esnasında çok cesur olan Türk milleti, aynı zamanda zengin maden yataklarına sahipti ve silah işçiliğinde de ustaydı. Meselâ Türk kabilelerinden Bayırkular, sadece at yetişitirciliğinde değil, demircilikte de maharetliydiler. Yine batıdaki On Ok Türkleri demir ticareti de yapmışlardır. Çin kaynakları, Kırgızlardan söz ederken; her yağmurdan sonra topraklarında demir çıkar ve bundan gayet keskin silahlar yaparlardı, diyor. Özellikle arkeolojik kazılar, bize Sayan ve Altaylarda çelik üretildiğini, Tanrı Dağlarıyla, Kazakistan’nın güneyinde altın, gümüş, bakır ve demir bulunduğunu göstermektedir. Türk milleti açısından madenciliğin gelişmesi, Türk kaganlarının ordularını en iyi araç-gereçle silahlandırması, Çin kaynaklarında Börüler diye adlandırılan vurucu güce sahip zırhlı suvarilerin bulunması ayrı bir üstünlüktü. Savaş malzemeleri de dahil olmak üzere madenden imal edilen her şeyleri gayet mükemmeldi. Buna dair kalıntılar da elimizde oldukça fazladır.

Kısaca kitabeler ve Divanü Lûgat-it-Türk gibi kaynaklarda geçen savaş araç ve gereçlerinden bazıları şunlardır: At, ok, yay, kılıç, bükte, kıngırak (hançer, kama), keş, kurman, sadak (okluk), kın (kılıç ve bıçak kabı), kalkan, süngüg, kargı, cida, gönder (mızrak), çomak (bir nev’i topuz), batrak (ucuna bez bağlanan süngü), tug (birliklerine göre değişiyordu), ukruk (kement), kargu (ateş kulesi), köbrüge (davul), yarık, cevşen (zırh), yoşuk, tubulga (tulga/ miğfer), küpe-yarık (vücudu kuşatan zırh), yelme eri (öncü, keşif kolu).

Bundan başka savaşla ilgili kullanılan birtakım deyimler de vardır ki, onlardan bazıları da şunlardır: Tokımak, süngüşmek (savaşmak), sülemek (ordu göndermek), atlıg (suvari), yadag (piyade), akınçı (düşmana baskın yapan), yizek (ordunun önde giden bölüğü), karakol (bekçi, devriye), yortug (hakanın yanında bulunan koruma görevlilerinden), içgirmek (itaata almak). Ancak Türkçe kitabeler ve diğer vesikalarda savaşla alâkalı daha yüzlerce kelime ve deyim mevcuttur. Bununla birlikte Çin yıllıkları ve Bizans kaynaklarının bildirdiğine göre; Hunlar ve Kök Türkler boynuzdan yaptıkları yaylar, ıslık çalan oklar (arkasında kartal ya da akbaba tüyü olan düz, yivli, çengelli oklar), süngü, bıçak, kılıç, kement ve kuşatmalarda faydalanılan koç başları vs. değişik silahlara sahip oldukları gibi, davulun yanında boynuz veya diğer madenlerden imal ettikleri b oru ya da zurnaları da bulunuyordu. Hatta ordu bandolarının kuruluşunun temelinde bile eski Türk askeriyesindeki davul ve onu izleyen Mehter olgusu yatar. Keza Uygurlar ve Basmıllar da aynı özellikteydiler. Kırgızların ağaçtan yapılmış kalkan ve zırhları kullandıklarına dair kayıtlar mevcuttur. Herhâlde atları da zaman zaman ince bir zırhla kaplıyorlardı. Çünkü Asya’nın değişik bölgelerinde buna dair figür ve motiflere rastlanmaktadır.

Uygurlar, yaylarının kirişlerini at kılından yapıyorlardı. Hem kaya resimlerinde, hem de Orkun Vadisi’nde yer alan Bilge Kagan ve Köl Tigin anıt mezarlıklarında gerçekleştirilen kazılarda ise değişik ebatlarda ve özelliklerde ok uçları görülmüştür. Mo-tun devrinden beridir bir savaş aleti olarak vazife gören ıslık çalan okları, herhâlde Mogollar da kullanmıştır. Gündelik hayatta karınlarını doyurmak amacıyla, avlarda yararlandıkları ok ve yaya öyle maharetle hükmediyorlardı ki, at üzerindeyken dahi ileriye, geriye, sağa ve sola oklarını gönderebiliyorlardı. Anna Komnena bu hususta şöyle diyor: “Bir Türk kovalamaya geçmişse, düşmanını ok atarak haklar. Kendisi kovalanıyorsa, okları sayesinde üstün gelir. Fırlattığı ok uçarak ya ata, veya atlıya saplanır. Ok çok güçlü bir elle gerilmişse, gövdeyi delip, geçer. Türkler gerçekten çok usta okçulardır”. Ok sadece bir savaş aleti değil, aynı zamanda hakimiyet sembolü olduğu gibi, resmi evrakları da bal mumu ve ok ile damgalıyorlardı. Bunlar altın, gümüş, bakır, pirinç ve demir nev’inden madenlerden yapılırdı. Okların ucundaki demir parçaya “temren”, arkasındaki tüye “yülek” veya “yelek”, yaya sarılan sırmaya “toz” denmekteydi. Yaylar için yapılmış herhangi bir özel kaba rastlanmamakla beraber, umumiyetle kola veya omuza asılarak taşınırdı. Yakın çarpışmalarda kılıç, mızrak, balta gibi araçlardan yararlanmışlardır. Ayrıca en eski Türk kılıçlarının hafif kavisli, bazan tek tarafı keskin, bazan da her iki tarafının parçalayıcı olduğunu biliyoruz. Kılıçların ve bıçakların kabzaları ağaçtan veya kaplumbağa kabuğundan işleniyordu. Ok ve kılıçları koymak üzere özel olarak hazırlanmış ve süslenmiş kılıflar mevcuttu. Kazılarda başı koruyan tolgaya pek rastlanmamasına rağmen, onları da kaya, duvar veya para resimlerinde görmemiz mümkündür. İlk Hunlar çağında deriden yapılan zırhların üzerine çeşitli motifler işleniyordu. Küpe-yaruk adı verilen halka ve plaka zırhlara ise Aral ve Orkun’daki araştırmalarda da tesadüf edilmiştir. Böyle zırhların hazırlanarak Çin İmparatoru’na da yollandığını kaynaklar yazmaktadır. Hunlar hakkında bilgi veren eski belgelerden anlaşıldığına göre, onlar düşmanlarını kement ile de tesirsiz hale getiriyorlardı.

Özellikle, Türklerin harp usûlleri de çok ilgi çekmiştir. Bu hususta geçmişte ve günümüzde birçok araştırma yapılmıştır. M.Ö. 140’larda Türk ordu sistemi hakkında bilgi veren Çinli bir vezirin tespitlerine göre; Türk askerleri insanı şaşırtan bir çeviklikle hareket ediyorlardı. En yalçın dağları çok kısa bir sürede tırmanırlar ve inerlerdi. Selleri ve ırmakları elbiseleriyle yüzüp, geçerler. Rüzgara, yağmura ve susuzluğa dayanırlardı. Her türlü arazide dinlenmeden zorlu yürüyüşler yaparlardı. Onların atları en dar yarıklardan bile geçmeye alışıktır. Türkleri yenmek için düz ovaya çekilmeliler. Savaş arabaları olmadığı gibi, atları da yavaş kalır. Mızraklarının kısalığı ve zırhlarının da inceliği sebebiyle yakın dövüşe zorlanmalılar. Ayrıca onların savaş usûllerini bilen halklardan da yardımcı kuvvetler alınmalıydı.

Bununla birlikte Türkler savaşa başlamadan önce, esas kuvveti saklama ve yedek güç ayırmaya büyük önem veriyorlardı. Tarihte Türk savaş taktiği Kurt Kapanı, Kaz Ayağı ve en çok bilinen şekliyle Turan Taktiği olarak anılmıştır. Turan taktiğinin en büyük hususiyeti sahte ricattır. Düşmanla karşılaşılmadan evvel Türkler, savaş meydanının sağına ve soluna birtakım kuvvetlerini saklarlar. Daha sonra düşman ordusu Türk akıncılarıyla karşılaşıp, onların da geri çekildiğini görünce, bütün güçleriyle saldırırlar. Bu geriye çekiliş esnasında bile, arkalarına dönerek çok mükemmel ok atabilirlerdi. Nitekim 2003 senesinde, Prof.Dr. Gömeç’in heyetinin Bilge Kagan’ın Anıt Mezarlığı’ndaki kazı çalışmaları sırasında bulduğu resimli kiremitin üzerinde böyle bir sahne vardır. Neticede önceden gizlenmiş olan Türk askerleri düşmanın sağını ve solunu çevirerek, çember içerisinde rakiplerini yok ederler. Ayrıca Türk-Hunlar savaşa girmeden evvel hasımlarını ok atışlarıyla yıpratıyorlar ve bunu onları yorana kadar sürdüyorlardı. Uygurları anlatan Çin vesikalarında, savaş sırasında onların sahte bir karargâh oluşturduklarına ve düşman askerleri buraya doğru hücuma kalkıştıklarında, etrafta saklanan esas ordu tarafından tuzağa düşürüldüklerine dair haberler de vardır.

Türk ordusunun savaş sırasında saf tutması da belirli bir düzen dahilindedir. Mesela Çin kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilerde; millattan önce 3. yüzyılın başlarında Hun orduları Çin İmparatoru Kao-ti’yi kuşattıklarında, Türk suvarilerinin atlarının rengine göre dizildikleri söylenir. Buna göre batıda kır atlar, doğuda gök, kuzeyde yagız, güneyde de doru atlar yer alıyordu. Hatta batıdaki Peçeneklerin yurt dağılımları bile atların rengi esasında oluyordu. Hiç şüphesiz askeri araç ve gereçlerin içerisinde atın yeri çok önemlidir. Adeta Türk, at ile özdeşleşmiştir. Onlar hakkında bilgi veren Batılı yazarlar; at başka bir kavmi sırtında taşır, fakat Türkler at üstünde ikamet eder; onlar ata sanki yapışmış gibidirler, diyorlar. Alış-verişlerini at sırtında yaparlar, yerler, içerler. Mübalağasız onun boynuna sarılarak, tatlı rüyalara dalıp, uyurlar. Görüşmeleri bile at üzerinde olan bu insanların, çiftçi halkların yaya ve durarak savaşmalarına karşılık, atlarıyla çok süratli muharabe taktikleri geliştirdiklerini görüyoruz.

Bundan başka Hazar Kaganlığı’ndan bahseden kaynaklar; ordu sefere çıktığında her asker yanında iki metre boyunda, ılgın ağacından kazıklar bulundurduğunu, konakladıkları zaman herkesin yanındaki bu kazıkları düzgünce yere sapladığını, kalkanların bu direklere dayandırıldığını ve böylece kısa bir zaman içerisinde karargahın etrafının sanki surlarla çevrilmiş gibi olduğunu söylerler. Buna bağlı olarak meşhur Moyun Çor Kagan’ın da 750 senesinde Tez Başı’nda otağını kurdurduğunu, burayı çitlerle güvence altına aldırdıktan başka, kitabesini yazdırttığını bilmekteyiz. Bununla beraber ordu yeri arabalarla çevrelenmekteydi ki, bu da bir nev’i savunma tedbiriydi.

Savaşın vakti de iyi seçilmeliydi. Türk-Hunlar düşmanlarına dolunay vakitlerinde saldırıyorlar, ay küçülmeye başlayınca da geri çekiliyorlardı . Yağmurlu, karlı ve tozlu günlerden kaçınırlardı. Çünkü yağmur yağdığında yayların kirişleri gevşer; tozlu ve bulutlu zamanlarda da hedefler iyi görünmezdi.

Türk devlet anlayışında, dış ilişkilere de büyük önem verilmiştir. Dosta dost, düşmana düşman ilkesi esas tutulmakla beraber, her şeyde Türk devletinin ve milletinin menfaatları gözetilmiştir. Dış işlerinden sorumlu bir buyruk bulunurdu. Onun emri altında elçiler ve yalabaçların çeşitli vesilelerle ülkelere yollandıklarını daha önceden de biliyoruz. Kök Türkçe yazıtlarda elçiler ve elçilerin gittikleri yerler zaman zaman da zikredilmiştir. Bunların askerî unvanları da vardı.

Eski Türk ordusu konusunda geniş bilgi için bakınız, S.Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, Ankara 2006.

——————–

1 Deguignes, a.g.e., C. I, s.201; Khoniates, a.g.e., s.9-10; Tihrani, a.g.e., s.286.
 

Orkun'dan Seçmeler