ORKUN DERGİSİ: 1915’de geçen olayları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönemdeki konumunu kısaca anlatır mısınız?
KANTARCI: Söyleşi, Ermeni sorunu üzerine olduğundan 1915 olayları diye sorduğunuz zaman, ilk akla gelen de elbetteki Ermeni sorunu konusu oluyor. Ermeni sorunu denildiği zaman da olayı 1915’le sınırlandırmanın yanlışlığı ortaya çıkıyor. Zira, sorunun ortaya çıkışı 1915’in çok öncesindedir. Sorunu kökleriyle algılayabilmek için bir yüzyıl öncesini yani 19. yüzyılı iyi okumak gereklidir. Hatta, daha da öteye giderek 18. yüzyılın siyasî tablosunu ve bu tablonun olaylar üzerindeki etkilerini çok iyi tahlil etmek gerekir. Böylesi geniş bir açılımın ise, kitap boyutunu aşacağı göz önüne alındığında ana hatlarıyla olayı kısaca özetlemek gerekir. Öncelikle, Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Ermenilerin -Batı dünyasının tahrik-teşvik ve desteğiyle- etnik temele dayalı bir sorunları var. Tam anlamıyla sorunu “sorun” yapan Batı destekli Ermenilerin bizzat kendisidir. Genel çerçevesiyle ise, sorun çok boyutludur. Konuyu, etnik temele dayalı bir sorun olarak algılamak gerekiyor. Çünkü sorunun temelinde yatan ana öğe budur. Etnik temelli olarak ortaya çıkan sorunlardaki nihaî aşama ise bağımsızlık istemidir. Bağımsızlık isteminde ise, kaçınılmaz durum şiddettir ve şiddetin kullanımıdır. Bu noktada ortaya çıkan sorun ise, manzarayı nasıl değerlendireceğiniz noktasındadır. Çünkü, bağımsızlık isteyen taraf haklılığını ortaya koymak için kullandığı şiddeti bağımsızlık savaşı olarak nitelendirirken karşı taraf yani, vatandaşı olduğu yönetim/otorite/devlet bunu terör hareketi olarak algılar. Otoritenin, böylesi bir istemi şiddet uygulayarak sergileyen grubu asi/terörist olarak algılaması ve kendi otoritesinin ve devletinin bekasını sağlaması için çaba sarf etmesi ise, doğaldır. 11 Eylül olayını gerekçe olarak gösterip Avrasya coğrafyasında Afganistan ile başlayan ve Irak’ın işgaliyle devam eden Amerikan askerî operasyonları düşünüldüğünde konuyu analiz etmek daha kolay olmaktadır. Ermeni sorunu konusuna Ermeni bakış açısıyla bakıldığında söz konusu eylem/eylemler bağımsızlık amaçlı hareketlerdir. Fakat, Osmanlı açısından bakıldığında manzara, etnik temele dayalı terör hareketidir. Etnik temele dayalı ve bağımsızlık amaçlayan terör hareketlerinde belirli bir takım aşamalar söz konusudur. Böylece olaya çok yönlü bakmak gerekmektedir. Bu çerçevede, Ermeni sorununun ortaya çıkışında; Fransız İhtilâli’nin, 1878 Berlin Konferansı’nın, Batılı devletlerin tahrik, teşvik ve finansmanının, Ermeni Patrikhanesi ve Ermeni kiliselerinin bağımsızlık amaçlı çalışmalarının, Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve ABD’ye giderek ihtilâlci fikirlerle yurda dönen Ermenilerin, 1828, 1878, 1912, 1914 savaşları öncesi/sırası/sonrası olayların, bilinçlenme, propaganda ve/veya göç hareketlerinin, gayrimüslim okullarının, hayır cemiyetlerinin, Ermeni çetelerinin, misyoner faaliyetlerin, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Bulgaristan olaylarının her birisinin tek başına rolü olduğunu söylemek, bir bilim olarak tarihte doğru olmaz. Çünkü, bütün bu sayılanlar, Ermeni sorununun ortaya çıkışını hazırlayan sebepler/olaylar zinciridir. Elbette, sadece yukarıda sıralananlarla sınırlı değildir. Bunlara bağlı olarak gelişen tâlî sebepler de vardır.
Aslında, Ermeni sorunu konusunu çok daha net algılamak isteyenler için en cazip örnek, PKK terör örgütüdür. Bilimsel anlamda olmasa bile tarih tekerrür olarak telâkki edildiğinde: “dünün Taşnak/Hınçak terörü bugün yerini PKK terörüne bırakmıştır” şeklindeki bir yargı tam yerine oturmuş olacaktır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni sorunundan bahsedilmeye başlanır. Yine Ermeni sorununa başlangıç arayanlar bunu 1856 Islahat Fermanı ya da 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunu izleyen Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Konferansı’na taşırlar. Aslında bu yaklaşımlar da yanlış değildir. Ancak, meselenin 1856’ya veya 1877–1878’e taşınmasının alt yapısını incelemeden, buna neden olan faktörleri açıklamadan doğrudan Islahat Fermanı’na veya Berlin Konferansı’na bağlamak meseleyi oldukça kısır bırakır.
Ermeni sorununun ortaya çıkışında dünya siyasasındaki gelişmelerin de önemli etkisi ve katkısı olmuştur. Bunlardan birisi, Sanayi Devrimi’nin çok tabiî paraleli olan sömürgeciliktir. Bir diğer olay hemen bütün dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilâli ve paralelinde gelişen milliyetçilik olgusudur. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıkların birer birer isyan ettiklerini, bunların muhtariyet ve/veya bağımsızlıklarını elde ettiklerini görmüşlerdir. Bu olaylar neticesinde kendilerinin de böyle bir harekete girişebilecekleri düşüncesi ortaya çıkmıştır.
1915’lere gelinceye kadar Ermeniler, Türk toprakları içerisinde bir Ermenistan Devleti kurma amacıyla oluşturdukları terör örgütleri vasıtasıyla 50’nin üzerinde isyan çıkartmıştır. Söz konusu bu Ermeni isyan ve tedhiş hareketleri, Ermeni komitelerince “Ermenilerin Türklerce katledilmesi” olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoyuna bu şekilde yansıtılarak büyük gürültü kopartılmıştır. Bu amaçla hemen hiçbir yanlış bilgilendirmeden kaçınılmadan, olaylar tahrif edilerek, dünya kamuoyuna sunulmuştur. Anadolu’nun birçok yerinde çalışmalar yapan Hıristiyan misyonerler, İstanbul’daki büyükelçilikler ve Anadolu’daki konsolosluklar bu propagandanın Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır. Bütün bunlara Batı basınının aynı paraleldeki yayınları da eklenince, Hıristiyan kamuoyu, Ermenilerin gerçeklerle ilgisi olmayan mesajlarını benim semeye başlamıştır. Aslında, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. Üstelik Batı’ya göre bu olay “Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında cereyan eden bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar masum Hıristiyanları katletmekteydi”. O halde yapılacak tek bir iş vardı, o da Müslümanlara karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Bu dönem de gerçekten de böyle yapılmıştır. Ancak, meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu propagandasının altında büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye zorlamak amacının yattığını, bu kısa söyleşide ayrıntılarını vermemizin mümkün olmadığı ancak belgelerle sabit olan bir gerçek olduğunu belirtmekte fayda görmekteyiz.
Ermeni isyanlarının nedeni ise, ne sefalet ne ıslahat, ne de baskıya tâbi tutuldukları iddiasıdır. İsyanların nedeni, Batılılar ile Rusya’nın Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istemeleridir. Osmanlı Devleti ise, bu isyanlar karşısında, her devletin yapacağını yapmış ve isyan eden asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak, yukarıda da izah edildiği gibi, her isyanın bastırılması yeni bir “katliam” olarak sunulmuştur.
1914’lere gelinceye kadar sorun artık içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. 1914, Osmanlı Devleti’nin yok oluşunun bir anlamda başlangıç tarihidir. Devlet, cihan harbine girmiş ve bir var oluş-yok oluş mücadelesi vermektedir. Bu süreçte devlet içerisindeki azınlıklar Osmanlıya ihanet etmişlerdir. Sevk ve iskân kararı’nın çıkış tarihi olan 27 Mayıs 1915 öncesi Erzurum’da, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urfa’da, İzmit ve Adapazarı’nda, Hüdavendigâr (Bursa)’da, Musa Dağı’nda, İzmir, İstanbul, Maraş, Antep, Halep ve daha bir çok yerde Ermeni isyan ve terör olayları gerçekleştirilmiştir.
Bütün bu gelişmelerden sonra zaten savaş gibi olağanüstü bir durumun içerisinde olan ve aynı anda birkaç cephede birden mücadele veren Osmanlı Devleti, kendi topraklarının içerisinde kendisini güvence altına almak için zorunlu olarak devlete ihanet edenlere yönelik olarak sevk ve iskân kararını çıkartmıştır. Yani Osmanlı Hükümeti, Ermenilerin sergilemiş olduğu isyan ve terör hareketleri karşısında bir ulusal güvelik tedbiri olarak ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak, yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır.
ORKUN DERGİSİ: BM Soykırım Sözleşmesine dayanarak, 1915’de gerçekleşen olaylara “soykırım” dememiz olanaksız. Bu bağlamda, Ermenistan’ın sözde soykırımın tanınmasıyla ilgili çabalarını ve faaliyetlerini neye bağlıyorsunuz?
KANTARCI: Sizin de belirttiğiniz gibi 1915’te Osmanlı Devleti tarafından son derece haklı sebeplerle uygulanan sevk ve iskân kararını soykırım olarak nitelemek her şeyden önce hukuk kurallarına aykırı bir yaklaşımdır. Yıllardır, Türkiye’yi soykırımla suçlayan Ermenilere karşı verdiğimiz cevap: “Eğer iddianızda haklıysanız yargı yoluna gitmelisiniz” şeklinde olmuştur. Ancak Ermeniler, böyle bir eylemin içerisine giremiyorlar, çünkü, hukuku geriye doğru işletmeniz mümkün değildir. Sözde soykırım rantını kendisine iş edinmiş olan Ermeniler de bunun farkında ve çaresizlik içerisindeler. Yargı yoluna gitmek yerine ülke parlamentoları, belediye meclisleri gibi hukukî anlamda yaptırım gücü olmayan ancak siyasî anlamda ses getiren ülke parlâmentolarında tasarı kabul ettirme metodunu seçiyorlar. Ülke parlamentolarında Ermenilerin yürüttüğü bu faaliyet ise, yukarıda da ifade ettiğim gibi tamamen siyasîdir. Söz konusu siyasî eylem hem Ermenilerin işine geliyor hem de Türkiye’ye yönelik Batılı devletlerin kullandığı kartlardan birisi olarak dikkat çekiyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde olayın Avrupa boyutu dikkat çekti. Oysa, sorunun en popülist şekilde işlendiği yer Amerika Birleşik Devletleri parlâmentosudur. Amerikan yönetimi sorunu sürekli gündemde tutmaya çalışıyor. Böyle bir strateji izleyerek Türkiye ile yaptığı pazarlıklarda Ermeni sorunu kartını kullanıyor. Olayın Amerika boyutunu analiz ettiğinizde Amerikan yönetiminin bunda nispeten başarılı olduğunu da gözlemliyorsunuz. Amerikan yönetiminin böyle bir başarıyı elde etmesinde ise, başat faktörün Türkiye olduğunu gözden kaçmamalıdır.
ORKUN DERGİSİ: Bu nokta oldukça önemli Sayın KANTARCI, biraz açabilir misiniz?
KANTARCI: Her ne zaman Amerikan Kongresi’nde sorun, Amerikan yönetimi ve Ermeniler tarafından stratejik olarak gündeme taşınsa Türk yönetimini de bir telâş hali alıyor. İlginç olanı ise, söz konusu Ermeni tasarıları Türkiye ile ABD arasında oldukça önemli konuların -ki genellikle bunlar askerî pazarlık konuları olan- gündemde olduğu dönemlerde ortaya çıkıyor. Örneğin, Türkiye’de İncirlik Üssü’nün kullanımının süresinin uzatılması konusu yaklaşmışsa bu olaydan hemen birkaç ay önce Amerikan Kongresi’ne önemli bir Ermeni tasarısı sunulur. Pazarlık sürecinde Amerikan yönetimi Türkiye’nin karşısına bu kartı sunar ve Türk yönetimine tasarıyı engelleyebilecekleri vaadinde bulunur ve pazarlık sonrası İncirliğin süresi uzatılır. Bu vakıa yıllardır tatbik edilen bir senaryodur. Türkiye’de eğer o dönemde Amerikan sempatizanı bir yönetim kadrosu varsa ve ABD’nin İncirlikte kalmasını istiyorsa, bu olay, onlar için de iyi bir kamuoyunu ikna etme malzemesi olur. Zira, Türk kamuoyuna: “Bakın, İncirliğin kullanım süresini uzattık ama Ermeni tasarısının da Amerikan Kongresi’nden geçişini engellemiş” olduk derler.
ORKUN DERGİSİ: Siz Ermeni tasarısının Amerikan Kongresi’nden geçişini önemsemiyor musunuz?
KANTARCI: Önemsemiyorum ve Türk karar alıcıları tarafından da önemsenmemesi gereği üzerinde duruyorum. Zira, Amerikan yönetiminin böylesi bir kararı Kongresinden çıkartması hatta yönetim tarafından onaylaması olgusu, o kadar önemli bir politik olay değildir. Bu karar, sadece Amerikan yönetimini bağlar ve iç siyaset eksenli bir karar olarak tarihteki yerini alır. Türkiye de kendi parlâmentosunda Afrikalı köleler ve Amerika’daki Kızılderililerle ilgili kararlar alır ve onaylar. Zaten, Türkiye’nin bilinçli veya bilinçsiz olarak atmış olduğu yanlış politik adımlar konunun Amerika boyutunu bu hâle sokmuştur. Çünkü, daha önce Amerikan yönetimi Ermeni sorunu ile ilgili bir çok tasarıyı Temsilciler Meclisi’nden de, Senatosu’ndan da kabul ederek çıkartmış, hatta yönetim olarak onaylayıp Resmi Gazetesi’nde de yayımlamıştır.
ORKUN DERGİSİ: Olayın Avrupa Birliği boyutuna nasıl bakıyorsunuz?
KANTARCI: Ermeni sorununun AB boyutu tam bir trajedi. Düşünebiliyor musunuz? Siz Türkiye olarak -Ermenistan faktörünü göz önünde tuttuğunuzda- AB’ye üye olma konusunda en yakın ülkesiniz. Fakat Ermeni sorunu konusu olduğunda dışlanan ülke olma konumundasınız. SSCB’nin dağılışından sonra bağımsız Ermenistan devleti kuruluyor. Yani, 1990’lı yıllarda kurulmuş bağımsız bir Ermenistan devleti var. Oysa Türkiye, 1959’da AB’ye üyelik için başvuruyor. Türkiye, Soğuk Savaş sürecinde daima Batılı devletlerin yanında olmuş bir ülke. Oysa Ermenistan Doğu Bloku içerisinde ve Sovyet kanadını temsil etmiştir. Türkiye, NATO sürecinden itibaren daima Batı politikalarını takip etmiştir. Ermenistan 1992’de Avrupa Komisyonu’na üye olmuştur ve AB’ye üyeliği henüz söz konusu bile değildir. Ancak, Batı tarafından sürekli olarak kayrılan ülkenin Ermenistan olduğunu gözlemliyoruz. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri değerlendirildiğinde AB’nin uyguladığı çifte standart’ın sadece Ermenistan konusunda değil, Yunanistan ile olan konularda da, Kıbrıslı Rumlarla olan konularda da AB ülkelerinin -taraf olma noktasında- tercih rotasının daima Türkiye’nin karşısında olan bu ülkelerde olduğu görülüyor. Bunun adına, Türkiye’deki Türk aydınları zaman zaman Şark Meselesi veya Haçlı zihniyeti diyorlar. Bu tespite katılmamak mümkün değil. Örneğin, Kıbrıs konusunda, AB daima Rum kesiminin yanında yer almıştır. Yunanistan’la Türkiye arasında sorun halinde bekleyen kıta sahanlığı konusunda AB yine Yunanistan yanlısı bir tutum takip etmiştir. Özellikle 1995 Kardak krizi sırasında Avrupa Parlâmentosu’nun almış olduğu kararlar bunun en açık göstergesidir. Krizle ilgili AP’nin almış olduğu en dikkat çekici karar ise, “Yunanistan’ın dış sınırlarının AB’nin de dış sınırları olduğu” şeklindeki çarpıcı kararıdır. Eğer Türkiye, Türkiye’de de bazılarının umduğu gibi yakın/uzak gelecekte AB üyesi olacaksa (Yunanistan ile olan) sınır konusu nasıl olur da AB tarafından söz konusu edilir. Ve eğer Türkiye yakın/uzak gelecekte AB üyesi olacaksa yıllarca Sovyet politikalarını tatbik etmiş/etmekte olan Ermenistan el üstünde tutulurken AB tarafından Türkiye neden dışlanmaktadır? Küresel ve bölgesel anlamda Batı dünyasının Türkiye ile ilgili politik yaklaşımlarını çok iyi okumak ve buna göre dış politikalar üretmek gereklidir. Kısaca, diğer konularda olduğu gibi Ermeni sorunu konusunda da Batı’nın klâsik “Haçlı Zihiniyetli” tutum ve davranışlarını çok iyi tahlil etme zorunluluğumuz vardır.
ORKUN DERGİSİ: Ermenilerin “Dört T” planı (Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak) hâlâ geçerli mi? Büyük Ermenistan hayali devam ediyor mu?
KANTARCI: Hayâlperest Ermeniler için söz konusu plân elbette ki devam ediyor. Bu plânın Ermenilerdeki adı “Hai Tahd”-“Haydat” (Ermeni Dâvası: Denizden denize Ermenistan) projesidir. Fakat, bunun gerçekleşmesi imkânsızın da ötesinde bir şeydir. Bunun sesli bir şekilde seslendirilmesinde en etkili araç ise, Batı dünyasının Ermenilere verdiği destektir. Söz konusu destek olmadan Ermenilerin bunu düşünmesi dahi imkânsızdır. Özellikle, güç dengeleri açısından düşünüldüğünde Türkiye ile Ermenistan’ın böyle bir mukayeseye tabi tutulması bile yanlıştır.
ORKUN DERGİSİ: Diaspora Ermenilerinin etkin şekilde propaganda çalışmaları yaptıklarını biliyoruz. Şu ana kadar 13 ülke parlâmentosundan sözde soykırımı tanıma kararı çıktı. Hatta; Uruguay, Arjantin gibi bölge politikalarında etkin olmayan ülke parlamentolarından bile bu karar çıkarılmış. Bu bağlamda, Türkiye’nin Ermeni meselesiyle ilgili politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Etkin bir politika izliyor muyuz?
KANTARCI: Ermenilerin çeşitli ülke parlâmentolarından karar çıkarttırmaları ilk bakışta Ermenilerin etkili çalışmaları olarak gözlemlenebilir. Bunda az da olsa doğruluk payı da var. Fakat asıl görülmesi gereken nokta, Batı dünyasının asılsız bir olayı araştırmadan, soruşturmadan kabul etmesidir. Yukarıda isimlendirdiğimiz “Haçlı zihniyeti” yaklaşımı bunu destekliyor. Türkiye’nin şunu kabul etmesi gerekiyor. Batı dünyasının, öteki olarak gördüğü kemikleşmiş bir Türkiye/Türkler algılaması var. Bu yüzden Ermenilerin Batı ülkelerinin parlâmentolarında Türkiye karşıtı kararlar aldırmaları kolay oluyor. Alman parlâmentosundan çıkartılan kararı düşünün. Almanya’da 2,5-3 milyon Türk yaşıyor. Almanya’da yaşayan Ermeni sayısı bu sayının onda biri bile değildir. Ama Ermeniler Türklere oranla sayıca az nüfuslarına rağmen Alman parlâmentosundan kendi lehlerine karar çıkartabiliyorlar. Demek ki, olay lobicilik olayı veya sayısal üstünlük olayı değil. Bilirsiniz, ABD parlâmentosundaki görüşmeler de daima Amerikalı parlâmenterlerin Ermeni oy kaygılarından ve bu yüzden Ermeni tasarılarını desteklemek zorunda olduklarından bahsedilir. Ancak, Almanya örneği bunu tamamen çürütür niteliktedir. O yüzden konu, ABD’deki Ermenilerin çokluğu Türklerin azlığı veya Almanya’daki Türklerin çokluğu Ermenilerin azlığı değildir. Mesele, Batı dünyasının, Batı yönetimlerinin Türkiye algılamalarıdır. Batı dünyası, Türkiye’yi önemsiyor ve güçlenmesini istemiyor. Ermeni sorunu konusu da Batı dünyası için önemli kartlardan birisini teşkil ediyor. Tabiî bu demek değildir ki, madem Batı böyle düşünüyor, Türkiye eli kolu bağlı Ermeni sorunu konusunda otursun ve bir şey yapmasın.
ORKUN DERGİSİ: Son günlerde uluslararası alanda olduğu kadar yurtiçinde de Ermeni meselesi gündemi oluşturuyor. Örneğin; Orhan Pamuk’un “1 milyon Ermeni öldürüldü” beyanı, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki konferansın iptali sonrası yorumlar, Türkiye İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Eren Keskin’in “Ermeni halkının acılarını paylaşıyoruz” şeklindeki açıklaması. Sizce Türk kamuoyunda yaşanan bu gelişmelerin sebebi nedir?
KANTARCI: Orhan Pamuk olayı ayrı bir vakıa, Boğaziçi olayı ve benzeri açıklamalar olayı/olayları ayrı vakıa/vakıalar. Ancak, hemen hepsindeki ortak özellik; Türklerin bir milyon Ermeniyi öldüren kâtiller olduğu temasını koro halinde söylemeleridir. Ayrıca daha vahimi, Boğaziçi Üniversitesi’nde ertelenen toplantının yeniden yapılmasını isteyen Türkiyeli bir Başbakan ve Türkiyeli bir Dışişleri Bakanı var. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki konferansta konuşacak olanların Ermeni sorununa bakışları belli. Yazmış oldukları eserlerde, makalelerde Türkleri kâtil, Türkiye’yi soykırımcı olarak tanımlayan bir grup. Ve Başbakan bu grubun söz konusu söylemlerini bir devlet üniversitesinde yapılacak olan toplantıda seslendirmelerini istiyor ve bunu (basında çıkan haberlerden öğrendiğimize göre) kendi girişimleriyle sağlıyor. O zaman, herhangi bir ülke parlâmentosunda Türkler soykırım yaptı tasarısı çıktığında da artık sesinizi çıkartmamanız gerekiyor vs. vs. Herhalde bu konuda fazla yorum yapmamak daha yerinde olur.
ORKUN DERGİSİ: Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan’ın Ermenistan’da yayımlanan Azg (Millet) gazetesindeki “Türkiye ahlâksızca sadece kendi tarihini tahrif etmeye değil, başka ülkelerin de aynı şeyi yapmasını şart koşuyor.(14.04.2005)” ifadesini nasıl yorumluyorsunuz?
KANTARCI: Oskanyan’ın, doğru olmayan bu söylemine katılmasam da, Ülkesini seven Ermeni milliyetçisi bir Ermeni Dışişleri Bakanı’nın ağzından çıkan ve Ermeni ulusal çıkarlarını koruyan ve kollayan bir görüş olarak değerlendiriyorum.
ORKUN DERGİSİ: Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesinin 11. maddesinde Türkiye soykırımla suçlanıyor. Yine, Ermenistan anayasasında sınırlarımız tanınmıyor. Bununla beraber, Ermenistan’la sınır kapılarının açılması ve diplomatik ilişkiler kurulması yönünde baskılar var. AB görüşmelerinde de karşımıza sözde soykırım konusu sıklıkla çıkıyor. Sizce Ermenistan’la diplomatik ilişkiler kurulmalı mı?
KANTARCI: Ermenistan’la diplomatik ilişkiler elbetteki kurulabilir. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi bunun bir takım şartları var. Bunlardan ilk aşamada Ermenistan tarafından yerine getirilmesi gereken en önemli şart, sınırların tanınması konusudur. Sınırlarınızı tanımayan bir devletle normal diplomatik ilişkilerin kurulması konusu uluslararası ilişkiler prensiplerine de aykırı bir durumdur. Ayrıca, eğer Ermenistan ve Ermenistan dışındaki Ermeniler Türkiye ile normal ilişkiler kurulmasını istiyorsa bir takım politik tavır ve tutumlarından ciddî anlamda vazgeçilmesi politikasını savunmaları ve uygulamaları gerekmektedir.
Bunlar sırasıyla:
1. Devlet olarak Ermenistan ve dünya genelinde diğer Ermeniler tarafından, Türkiye’ye yönelik olarak dillendirilen sözde “soykırım” iddialarından, tazminat ve toprak taleplerinden vazgeçilsin.
2. Ermenistan Parlâmentosu’nun 23 Ağustos 1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi için “Batı Ermenistan” ifadesine yer verilmiş, aynı zamanda sözde “Ermeni Soykırımı”nın uluslararası alanda tanınması çabaları vurgulanmıştır. Söz konusu ifadeler Bağımsızlık Bildirgesi’nden çıkartılsın. Bu yöndeki çalışmalardan vazgeçilsin.
3. Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kayıt altına alınmıştır. Söz konusu hükmün Anayasa metninden çıkartılması zorunludur. Bu hayâlden vazgeçilsin.
4. Ermenistan yönetimi, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1920 tarihli Gümrü, 1921 tarihli Kars Antlaşmaları’nın yürürlükte olmadığı iddiasını hâlâ savunmaktadır. Bu iddialardan vazgeçilsin.
5. Ermenistan yönetimi, yaklaşık yüzde 20’sini işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklarından çekilsin ve Azerbaycan-Nahçivan koridorunu açsın, sayı olarak 1 milyonun üzerinde olan Kaçgın’ın (Azerbaycanlı Türk göçmenlerin) yurtlarına dönmesi sağlansın, dolayısıyla Azerbaycan’a yönelik işgalci politikadan vazgeçilsin.
Tekrarlamakta fayda görüyorum, Ermenistan’ın yukarıda sayılanları yerine getirmesi bir zorunluluktur. Bu konularda adım atmayan, hatta sınırlarınızı bile tanımayan bir ülkeyle sırf Batı (AB-D) bu şekilde istiyor diye taviz vermek ve ilişki kurmak, binlerce yıllık devlet geleneğine sahip bir ülke olan Türkiye için onarılamaz bir hata ve talihsiz bir dış politik adım olarak tarihteki yerini alır.
ORKUN DERGİSİ: Verdiğiniz değerli bilgiler için ORKUN ailesi olarak teşekkür ederiz.
KANTARCI: Ben teşekkür eder çalışmalarınızda başarılar dilerim.