Bu karşı saldırı iki yoldan yapılmalı:
1- Ermenilerin doğuda Türk ve Kürt halkına yaptıkları vahşeti, katliâmları ve soykırımı teşebbüslerini şüphe bırakmayacak şekilde anlatmak, göstermek, gözlerinin içine sokmak.
Hükûmetimiz ve “yetkililer” hep suçlu mahcubiyeti tavırları takınıyor, “bunu tarihe bırakalım”, “eski yaraları kaşımayalım” gibi günahı kabul edip özür diler intibaını yaratıyorlar.
Oysa Erzurum’da ve daha nice yerlerde çıkarılan toplu mezarlar Ermeni vahşetinin onlarca dehşetini çıkarmış, fotoğrafları da yetersiz sayıda yayınlandığından, Batıda fark edilmemişti bile. Askerde olan erkeklerimizin başıboş bıraktığı köy ve kasabalarda Ermeni komitecilerinin Müslüman kadın, çocuk ve dedeleri camilere doldurup yakmaları dahil.
•••
Türk dostu Claude Farrere’in ilginç bir tespiti vardır:
“Türkler itham edildikleri zaman gururlarına yediremez, çok kere küskün bir şekilde susar, ya da duyulmayacak kadar mırıldanırlar. Herkes de bunu suçun kabulü şeklinde anlar. Ermeni soykırımı haksız iddialarında olduğu gibi. Bunlar Türk’ün ruhunda birikir ve gün gelir ufacık bir haksızlık daha yapıldığında çılgınca tepki gösterir, yakar yıkarlar, bu sefer gene suçlu görünürler.” Bu gözlemi Pierre Loti de yazmıştır.1
Farrere’in işaret ettiği bu “Türk’ün ayranı geç k barır…” kabarınca da taşar gider huyumuzdan halkımız vazgeçmese bile devlet adamları da gerçekçi ve daha geçerli karşı stratejiler plânlanlamalıdırlar.
Şunu da dünyaya hatırlatmalıyız: Rus ordusu Türk topraklarına girerken Ermenilerin yaptığı katliâmlar ve Türklerin onlara tepkileri sürerken, Orta ve Batı Anadolu’nun her yerinde yaşayan Ermenilere Türkler tarafından fiske vurulmamış, hiçbir kötü muamele yapılmamıştır.
2- Tarih boyunca soykırımı yapmış olanları yargılamak.
Sütten çıkmış kaşık gibi kendileri ak, bizi barbar ilân etme hevesinden vazgeçmeyenlere haddini bildirmek zamanı çoktan geldi.
1970’lerde ya Tercüman ya da Milliyet gazetesinde bir dizim yayımlanmıştı: “İnsanın İnsana Yaptığı Zulüm”. Burada “Beyazların” Kızılderililere, Zencilere, Sarılara (hele “Tasmanya” denilen bir ırkın son ferdine kadar yok edilişi), Haçlıların da Kudüs’te (kendi ifadeleriyle, “atlarımızla göğüslerine kadar Müslüman kan gölü içinde yarış ettik” gibi) soykırımlarını anlatmış ve şu teklifle noktalamıştım:
“Ermeni soykırımı diye yalanlarla başımıza kakanların asıl kendi suçları yüzünden yargılanması için biz öne çıkmalıyız. Gelin bir “Soykırım ve Zulüm Mahkemesi” kurulmasında önayak olalım. Hem de biz yargıç olmayalım2. Afrikalılardan, Asyalılardan, İskandinavlardan oluşan bir mahkeme olsun. Kızılderililere İspanyolların, Portekizlilerin, Amerikalıların yaptıkları soykırımları; İngilizlerin Hindistan’da, Tasmanya’da yaptıkları katliâmlar; Amerikalıların Zencilere reva gördükleri zulümler; alelumum Haçlıların Türklere ve Müslümanlara karşı işledikleri suçlar; Rusların (pogromlarıyla), İspanyolların (Engisizyon’la), Almanların Yahudilere karşı vahşetleri; çok eskide olsa da, Yahudilerin Mısır’dan kaçıp Filistin’e girerken, “Tanrımız Yahova Arz-ı Mevut (vaad edilen ülke) de ne kadar çoluk, çocuk, halk varsa yok edin” dedi diyerek katliâm yapmaları v.b.s., o mahkemenin savcısının ileri süreceği suçlar dosyası olmalıdır.” Öyle yazmıştım.
•••
O zaman Fransızları unutmuşum. Cezayir’de yaptıklarından ayrıca, dindaşlarına mezhep ayrılığı yüzünden yaptıkları St Barthelemy katliâmı malûm.
Hatırlatmayı ben yapmayayım da Mark Twain’e bırakayım (Letters from the Earth, 1938).
“Türkler zaman zaman kendi aralarında savaşmışlardır… fakat hiçbir zaman iki ayrı cephede olanlara karşı Fransızların gösterdikleri vahşet mükemmeliği ve inatçılık derecesine ulaşamamışlardır…
“St Barthelemy hiç şüphesiz dünyada yapılmış ve başarılmış en yaman işti. 1572’de Kral da, Kraliçe de, Parisliler de, milletin yarısını doğramaya kalkışmışlardı… Gizli saat gelince dindarlar hazır, günahkârlar da habersizdi. Evler basıldı, erkekler kadınlar odalarında kesildi, çocukların beyinleri de duvarlara çarpılarak parçalandı… Sokaklarda günlerce ceset kokusundan geçilemedi. Bu zavallılar yavaş akıllanmalarına kurban gittiler, çünkü onlar da Fransızdı ve daha önce davranmayı akıl etseydiler, soykırımcıları onlar soykırımına uğratırdı… Fransız millî karakteri bu: kendin gibi düşünmeyeni kesiver-bıçakla olmazsa, Fransız ihtilâlinde olduğu gibi giyotinle!” (sah. 146 ve ötesi).
•••
İşte, hangisi olursa olsun, “Merhamet dini” olan Hristiyanlıkla geçinenler, Goethe’yi ve en gözde bilim adamlarını yetiştiren Almanlar, Shakespeare’e bayılan İngilizler, Descartes’la yetişen Fransızlar, Thoreau’yu, Franklin’i seven, ağızlarından “İncil” lâfını düşürmeyen Amerikalılar vahşette ve barbarlıkta yarışmış, sonra da bizi yargılamaya kalkmışlardır!
Artık bizim onların yargılamanın sırası ve zamanı gelmedi mi?
1) Fantome d’Orient, 1928; “Turkish National Charecter and Psychology”, T.A.S.D. 1972, Dr. R.O. Türkkan, 4-9
2) 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan “Nurnberg Mahkemesi” uluslararası değildi, savcısı da, yargıçları da savaştan galip çıkanlardan – yani “taraf”- olanlardandı ve bu yüzden de eleştirilmişti. Bu çeşit yargılamalar tarafsızlarca yapılmalı.