Ergenekon Destanı’nın uydurma olduğunu iddia etmek, Türk kültür tarihine yabancı olmak demektir. Konuya biraz aşina olanlar bilirler ki Ergenekon Destanı Çin’in Chou sülâlesi ile Sui sülâlesinin resmî tarihlerinde kaydedilmiştir. Çok farklı dönemlerde hemen hemen aynı şekilde yazıya geçirilmiş olması, destanın sıhhatinden şüphe edilmesini önlemektedir. İlhanlı Veziri Reşideddin’ın nezaretinde, Moğol hakanına sunulmak üzere hazırlanan Câmiü’t-Tevârih adlı eserde ise, destanın değişik bir versiyonuna yer verilmiş, Moğol geleneklerine göre yönetilen ve İslamiyeti yeni kabul etmiş bir devlette bu iki unsur hâkim hâle getirilmiştir. Kök Türklerin menşeini anlattığı için Kök Türk veya Bozkurt Destanı olarak anılan destan bu suretle Müslüman-Moğol renklerine bürünmüştür. Câmiü’t-Tevârih’te Kök Türklerin ataları olan Aşına ailesinin sığındığı ve yüz yıl kadar yaşayıp çoğaldığı yerin adı Er genekon olarak verilmektedir. Moğolca bir isim olan “Ergenekon”, destanın adı olmuştur. Kültür tarihimizle meşgul olan ciddi bilim adamları, bu destanın varlığından asla kuşku duymamışlardır.
Destanın gerçekliği, tarihî olayların gelişimi ile de tam bir uyum göstermektedir. Büyük Hun Devleti yıkıldıktan sonra Kuzey Çin topraklarına göçen Hun toplulukları zamanla burada yoğunlaşmışlar ve bağımsız devletler kurmuşlardı. Bunlardan biri de Tabgaç (To-pa) Devleti idi. Bu devlet en güçlü çağını T’ai-wu zamanında (424-452) yaşamıştı. T’ai-wu geniş bir fütuhata girişmiş, bu arada bir başka Hun siyasî kuruluşu olan Kuzey Liang Hun Devleti’ni de ortadan kaldırmıştı. Bu devlette yaşayanlar, baskına uğradıkları için çok zayiat vermişlerdi. Ünlü Hun hükümdarı Mete (Mo-tun)’nin soyundan gelen Tuku ailesinin bir kolu Aşına (kurt) adını taşıyordu. Bunlar 500 ailelik bir topluluk hâlinde Kansu bölgesinden göçerek dönemin güçlü kuruluşu Juan-juan (Cücen) Devleti’ne sığınmışlardı. Juan-juanların kendilerine verdiği yurtta demircilikle meşgul olarak çoğalıp güç kazanmışlar ve bağlı oldukları Juan-juanları yenerek Kök Türk Devleti’ni kurmuşlardı (552). Kök Türk (Bozkurt) veya Ergenekon destanı bu gelişmeler sonunda oluşmuş ve halkın âfızasında yer ederek nesillerden nesillere aktarılmıştır. Özetle, Ergenekon Destanı, Kök Türk Devleti’nin kuruluş macerasını sembollerle anlatan bir destandır.
Bu destanın varlığından rahatsız olmanın anlamı yoktur. Geçmişi değiştirmek veya ona yeni şekiller vermek imkânsızdır. Tarihte olup bitmiş, kesinlik kazanmış olguları günlük siyasî çekişmelere göre yorumlamak ise bilim anlayışı ve tarih metodu ile bağdaşmamaktadır.
Ergenekon Destanı, büyük bir yıkımdan sonra kendi küllerinden doğmanın, doğrulup canlanmanın ve eski gücüne kavuşarak atılım yapmanın ifadesidir. Türk tarihinde böyle hârikulâde olgulara sıkça rastlanmaktadır. Millî Mücadelemiz de her şeyin sona ermiş gözüktüğü bir anda akıl almaz bir dirilişin destanıdır. Yabancıların Mustafa Kemal Paşa’ya “Bozkurt” adını yakıştırmaları bu dirilişin tek kelimeyle özetlenmesi gibidir.
Destanlar millî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Onlar, bugünkü nesillere tarihten ibret dersi verirler ve çok kere geleceğe de ışık tutarlar. Milletleri ümitsizlikten kurtaran, onlara uzak hedefler gösteren millî ülküler de destanlardan ilham alırlar. Bir milletin yaşaması ve güçlenmesi, millî bir ülküye sahip olup olmaması ile yakından ilgilidir. Şu hâlde, Ergenekon da dahil olmak üzere, bütün destanlarımıza saygı ve özen göstermemiz gerekmektedir. Onları kuşkulu siyasî tertipler içinde hırpalamak millî varlığımıza, ülkümüze, hedeflerimize ve irademize kurşun sıkmak demektir.