Ölümün 34. Yılında Atsız Beg’i Rahmetle Anarken
2009 yılı ekiminde Türkiye yine hareketli günler yaşadı. Ermeni açılımı, Kürt açılımı, Kıbrıs açılımı, Kürt devleti açılımı, açılım, açılım…Açıldıkça açılıyoruz. Allah sonumuzu hayır etsin. Deliğimiz o kadar büyüyor ki, korkarız bir daha kapatamayacağız.
Bu açılımların Türkiye’nin dışarıya tavizleri olduğunu herkes çok iyi biliyor. Zaten bir kere taviz verdiniz mi, bu bunun ardı gelir. Zaafınızdan ve basiretsizliğinizden yararlanmak isteyen herkesin sizden bir talebi olur. Nitekim de öyle. Bu gidişat devam ederse, Türkiye Hükümeti Ermeni soykırımını biz yaptık der. Güneydoğu Anadolu’da eyalet sistemine geçilir. Türkiye Cumhuriyeti çok dilli bir ülke olur. Bayrağımızın bir kenarına sarı ve yeşil renkler iliştirilir. Kıbrıs’taki haklarımızın üzerine tek taraflı olarak sünger çekilir. İyi dostluk kuracağız diye, Adalar Denizi’nde Yunanistan’ın kıta sahanlığı 12 mile çıkarılır. Batı Trakya’daki Türkler unutulur. Türk Boğazlarından geçiş uluslararası bir yönetime bırakılır. Hatta Avrupa Birliğine girmek için Müslümanlığı terk ettiğimiz bile söylenebilir. Belki kiminiz yok daha neler diyeceksiniz. Ama ne zaman böyle bir cümle kurduk, o korktuğumuz veya olmaz dediğimiz şey başımıza gelmedi mi? Tarihi hafızalarınızı bir y oklayın!
Millet, Türk Devleti’ne kurşun sıkan, ülkeyi parçalamayı amaçlayan teröristler yakalandığı yerde cezalandırılacak diye beklerken, bir de baktık bu hainler Kandil ve Mahmur diye adlandırılan şer yuvalarından ellerini kollarını sallayarak, hem de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin davetiyle güle-oynaya sınırlarımızdan içeriye girdiler. Fakat bu geliş öyle sıradan bir şey değil, akıllara ziyan! Türk’ün askerine, polisine, öğretmenine vs. her türlü görevlisine ateş açan, onların kanlarını döken bu soysuzlar, zafer kazanmış komutanlar edasıyla ve Türkiye Cumhuriyeti’ni dize getirdik gururuyla bir gövde gösterisi şeklinde geldiler ve yandaşları tarafından da öyle karşılandılar. Demokrasi adına haklarında hiçbir koğuşturma yapılmadı. Ama, milletimize bu kötü gidişatı anlatmaya çalışanlar bölücülük ve ırkçılıkla suçlanabiliyor. O hainlerin avukatları tarafından Türk mahkemelerine kendilerine hakaret edildi diye, suç duyurusunda bulunulabiliyor. İşin acısı da, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti şunların bir açığını yakalayayımda, analarından emdikleri sütü burunlarından getireyim diyerek, ülkesini, devletini seven insanların peşine hafiyeler takıp, telefonlarını, elektronik postalarını takip altında tutuyor. Türk milletine ne yazık! Hainler her türlü rezilliği yaptıklarında insan hürriyeti, demokrasi oluyor; şehit yakınları, vatanseverler tepkilerini ortaya koyduklarında kanunsuzluk sayılıyor. Devletin güvenlik birimleri bölücülere gösterdiği müsamahanın yüzde birini Türk milliyetçilerine tanımıyor. Eskiden insanlar ellerinde bayrakları gururla yürürken, hiçbir yerden tepki görmezlerdi, fakat şimdilerde bizzat devletin polisi, Türk bayrağıyla sokakta birisini gördüğünde provokatör muamelesi yapıp, yaka-paça savcıların karşısına dikiyor.
Bölücüler Türk Devleti’nden her istediğini birer birer koparıyor. Bu sayede mücadelelerinde başarılı oldukları propagandasını da yapmaktan geri durmuyorlar. Tabiî ki bu hainlerin fütursuzca hareketleri, ülkesiyle, devletini gözünden bile kıskanan Türk halkının infialine yol açmaktadır. Şehitlerin yakınlarıyla, gaziler artık açıktan açığa haklarını helal etmediklerini haykırıyorlar. Buna rağmen seslerine kulak verilmeyip, hükümetin hala hainlere karşı alttan aldığını görünce, insan bunca şehidin kanı boşa mı gitti demekten kendini alamıyor.
Bu durumda halka acı reçeteyi, ki bu Türkiye’nin parçalanmasıdır, sindire sindire kabul ettireceklerini söyleyenlerle, acaba bu devletin kurucu unsuru olan Türk milletinin bir problemi mi var, sorusu akla geliyor. Belki de onlar terörü susturamadığımıza göre, devlet sussun ve geçici de olsa tavizlerle bir sukûnet ortamı sağlansın düşüncesi içerisinde böyle davranıyorlar. Çünkü ne yapmak istediklerini açık ve net söylemediklerinden dolayı bizim gibi halkın da kafası karışık. Ama şurası unutulmasın ki, Osmanlı Devleti de kendinden ayrılmak isteyenlere karşı aynı politikayı gütmüştü. Hiçbir taviz ve hiçbir iyi niyet Osmanlı’nın bir arada durmasına yetmedi. Sonunda dağılmaktan kurtulamadı. Neden aynı hatalara düşülüyor, bu hâl anlaşılır değil!
Kanaatimizce, Türkiye’deki demokrasi ve terör izafî problemlerdir. Bunlar özellikle dışarıdan kasıtlı olarak yaratılmakta, çözüm yolları da bize birileri tarafından empoze edilmektedir. Yıllardır bölücü terör ve diğer meseleler konusundaki görüşlerimizi hasbelkader çeşitli yerlerde dile getirmeye çalıştık. Çarelerini de söyledik. Bugün de değişen bir şey yok. Terörist hareketlerle Türk hükûmetleri ve halkı bıktırılmış vaziyete getirilmiştir. Devlet, devletliğini yapıp, bölücülüğe karşı zamanında otoritesini gösterebilseydi, şimdi bunların hiçbirini yaşamazdık. Hâlâ vakit geçmiş değil. Popülist politikaları ve ucuz oy avcılığını bir kenara bırakıp, halk arasında söylenen bir atasözünde olduğu üzere, devletle düello edenlere, “el mi yaman, bey mi yaman?” darb-ı meselinin gereği yapılırsa, hiçbir hainin sesi çıkmaz.