Azınlıklar,Lozan Antlaşmasında açıkça gösterilmiştir:Rumlar ve Ermeniler.Bu iki toplum dışında bir azınlık,Türkiye’ninüniter yapısı içinde düşünülemez.Bugün Kürtçe televizyon önerenler,hiç şüphe edilmemelidir ki,yarın federe sözcüğünü söyler hâle gelebilir.
2000 yılı Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir dönüm işareti çiziyor? Nasıl mı? Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, üniter devlet yapısı Sevr şartları çizgisine çekilmek isteniyor. AB’ye aday devlet olmak için yönetimin önüne konulan belgeler çerçevesinde bölücü sözcüğü, çizilmeye çalışılıyor.
Bu çizgi; önce “Katılım Ortaklığı Belgesi”, sonra; Birleşmiş Milletler Ana Anlaşması ekleri olan ve 35 yıldır imzalanmayan, dahası imzadan çekinilen “Bireysel Siyasal ve Kültürel Haklar, Bireysel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi” ve “Helsinki Toplantısı ile Kopenhag Kriterleri”, belgeleri içeriğinde politikacılarımızın bir kesimi ve üst düzey bürokratlarınca Anayasamızın öndeki maddelerinin getirdiği yasak hükümleri karşısında dahi üniter yapıyı bozmayı amaçlayan demeçler ile yapılıyor.
Sayın Mesut Yılmaz her demecinde yıllarca önlenmeye çalışılan ama bir türlü önlenemeyen PKK kirlisi düşünceleri aktarıyor. Türk halkının bu durumu hassas bir şekilde izlediğini bilmesine rağmen, son günlerde üst düzey amirlerine konuşma fırsatı getiriliyor. Başarılı olduğunu sanıyor ama gelecek günler ne kadar yanıldığını kendisine göstermekte gecikmeyecektir. Bu eylem içinde sonuçta düşünceler ile çelişkilerin çakıştığını görüyoruz.
Çünkü devlet üniter yapısı itibariyle büyük ATATÜRK’ün “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” bileşke sözcüğünün içinde yer almıştır. Sayın Mesut Yılmaz ve bürokratlar acaba bu yanlışlığa neden düşüyorlar? Bir türlü akıl almıyor.
Oysa Anayasamızın 1, 2 ve 3. maddeleri devlet şeklini açık bir tarzda çizmiş bulunmaktadır. Gene hâlen meri olan “Tevhidi Tedrisat Kanunu” işin bir başka yönü olarak neden görülmüyor?
Dahası bu açık ve seçik kaidelere neden uyulmuyor? Uymayanlar hakkında neden bir işleme tevessül edilmiyor? sorusunun büyükçe bir görüntü ile gündeme gelmesi mi bekleniyor?
1923 yılından sonra Lozan Antlaşması ile yürürlüğe sokulan İnkılâp Kanunları ele alındığında devletlerarası imzalanan anlaşmalar içinde nedendir bilinmez ama sakınca konularak imzalar atılmıyor. Aksine AB güdümüne girilerek aynen uygulama getirilmek isteniyor. Bu tavrın devletimizin üniter yapısına uymadığı bilinmelidir. Bu hâl ve tarz bilinip de bu imzalar atılıyorsa bazıları yanlış yapıldığını söylemek cesaretini neden gösteremiyor.
Tüm tavır ve tarzı ele alırsak eylemlerin ceza kanunları nazarında da elbet inceleme konusu olacağı da açıktır.
Yanlışlıklar içinde yapılan hareketlerin gelecekte devletimizi ne büyük bir riske sokacağı görmezlikten gelinmemelidir. Gönderilen ve imzalanan belge ve anlaşmalar (insan hakları, sınır uyuşmazlığı, Kıbrıs sorunu) derken bizler bir de PKK’nın kirli düşüncelerini temiz göstererek (Kürt Televizyonu) düşüncesini ortaya koyarsak yıllarca yapılan uğraş ne işe yaramış oldu ki sorusu ile karşı karşıya kalınmaz mı?
Geçmişte!..5-6.11.1991 günleri “Yemin Çağdışı” ve “Milletvekili olarak Kürtçe Yemin istemi” eylemleri ne çabuk unutuldu. O günleri hatırlamak istemeyenler bir yana, ama hatırlarından hiç çıkarmayanlar Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığının hukuk savaşında verdiği mücadelenin hep gündemde olduğunu bilenlerdir. O gün verilen politik tavizlerle değil midir ki, otuz bini aşkın vatandaşımızın kanının dökülmesine neden olunmuştur. O durumun hâlen hesabı ödenmeden yeni bir taviz içinde görülenlerin AB’ye giriş için olsa da bir mazeret göstermeleri mümkün değildir.
Bakınız yemin metnini okumaktan imtina etmeye kalkışan milletvekili kişiler kürsüde “Ben ve arkadaşlarım bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz” demişlerdi. Şimdi bu gibi kişiler, hallerinde bir değişiklik mi yapacaklar ki hükûmet edenler Kürtçe televizyon istemini olağan karşılamaya çalışıyorlar. Hayır, öyle bir dönüş yapacaklarını asla düşünmemeliyiz. Hattâ ümit etmemeliyiz. Hiçbir Türk insanının hele şehit ve gazi ailelerinin bu tür düşünceleri yaratmış kişileri asla kabul etmeyecekleri bilinmelidir. Türk halkının bu hareketi unutacağını sanıyorlarsa bir gün yanıldıklarını anlayacaklardır.
Devlet yeni bir kaosa sokulmamalıdır. Hükûmet edenler AB sevdalısı gibi işi başka yola çekmeye çalışmamalıdırlar.
Bilindiği gibi AB yolu içinde düşmanlar Türkiye Cumhuriyeti devletini Lozan’ı silercesine Sevr şartlarını yeniden gündeme getirmeye çalışmaktadırlar. Hepimizin üzüleceği ve İstiklâl Savaşı öncesi olayların yeniden düşmanlarımızca yaratılabileceği akıldan hiç ama hiç çıkarılmamalıdır. Biz diyoruz ki; düşünceler ortaya konulurken var olan çelişkiler de gündemde olmalıdır. Avrupa ile bir kap içine girmek istenirse üniter yapımız ve devlet çarkımız kırılmadan iş oluşturulmalıdır.
Zira Avrupa ortamındaki devletler Türkiye Cumhuriyeti devletini dışlayamaz. Onlar bize muhtaçlar, ancak biz onlara taviz vermeden fikirler üreterek işi oluşturmalıyız.
Kürtçe televizyon ayıbı neden kaynaklanıyor dersek, şu iki şart ve de çelişki gözden uzak tutulmamalıdır. İlki üniter bir devlet yapımız, ikincisi de AB nin şartlarında azınlık denilen Kürtler ve Güneydoğu dediği bölünme önerisini getirecek olan varsayımlardır.
Çünkü azınlıklar Lozan Antlaşmasında açıkça gösterilmişlerdir: Rumlar ve Ermeniler. Bu iki toplum dışında bir azınlık Türkiye’nin üniter yapısı içinde düşünülemez. Bugün Kürtçe televizyon önerenler yarın hiç şüphe etmemelidir ki federe sözcüğünü söyler hâle gelebilirler.
Üniter yapıya ters düşen her şartın çelişki getirmekte gecikmeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Devlet yapımız bir varsayımla hiçbir zaman bölünme noktasına sokulamaz. Zira Büyük Atatürk’ün çizgisindeki ilke ve inkılâplar devletimizin sürekliliğini anlatmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti tavizler verilerek kurulmamıştır. “Büyük Atatürk, önce vatan topraklarının nasıl korunacağını Çanakkale Meydan Savaşı’nda sonra da bir vatan toprağı nasıl düşmandan kurtarılır konusunu İstiklâl Savaşı ile göstermiş, daha sonra da bir Türk devletinin nasıl kurulacağını geliştirdiği ilke ve inkılâplar çerçevesinde cihana öğretmiştir.” Vatanımız topraklarının her parçasında şehit ve gazilerimizin kanı vardır. Son yıllarda devletimizin vatan hainlerinden korunmasında da gene şehitlerimizin ve gazilerimizin kanı olması bunun özel bir göstergesidir.
Çünkü Anadolu ve Trakya Türkün kanıyla sulanmış ve sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Türk’ün devleti ve milleti için ne tavizi ne de bölünmesi yolunda bir yanlış hareketi olmayacağı bilinmelidir. Demeçlerdeki düşünceler çelişkilerden arındırılarak. Ondan sonra da Avrupa topluluğuna girme ve de aday olma çizgisini çizmeliyiz. Devlet yönetimini üstlenen politikacılar devleti korumada acze düşmemelidir.