Ana Sayfa 1998-2012 Dünden Sesler “Ordunu Sev!”

Dünden Sesler “Ordunu Sev!”

Bu başlık çok eski yıllarda yazdığım bir yazının başlığıdır. Hangi yıllarda mı? Ordunun bir bölümünün arka arkaya çok kötü şeyler yaptığı ve halkın çoğunluğunun bunlara karşı gittikçe kabaran bir nefret duyduğu günlerde.

Demokrat Parti idarecileri Yassıada’da önce zulümlere, sonra idamlara götürülmüşlerdi. Ordunun içinde ve basında üçüzlü bir ittifak kurulmuştu! 1. Ordu’nun içinde. “bütün kötülüklerin kaynağı DP’dir, o yok olursa her şey düzelir” diyen cuntacı bir zümre (içlerinde bir kısmı samimi) 2. Kışkırtıcı ve kin tohumu ekici komünistler, 3. CHP müfritleri (bunlara bazıları “ifritleri” de derdi).

Basın (ezici çoğunluğu “CHP müfritlerinin” elinde veya tesirinde) eski DP idarecileri hakkında durmadan hakaretler ve iftiralar yayıyorlardı. Tabiî radyo da. Bunun bir tesiri şu oluyordu: Ordunun aşırı CHP partizanlığı eğiliminde olan kısmının D.P.’lilere karşı kini gittikçe daha bileniyordu. Ama pek hesaplanmayan ikinci bir tesiri de sonraları görülmeye başladı. Bu kadar küfrün ve böylesine abartmalı iftiraların büyük çoğunlukta ters tepkileri de oldu. Bu arada “ D.P. büyüklerinin” gerçekten bazı kusurları var ise (ki elbette vardı) bunlar da arada kaynadı gitti. Bunun bir neticesi de sonra yapılan seçimleri hep “D.P.’nin devamı olan” veya öyle olduğu iddia edilen partiler kazandı. Bugünkü bazı durumlar da bunu hatırlatmıyor mu?

İşte bu hengâme’nin tam içindeyken bile ben o eski yazımda: “Ordu Sev!” demiştim. Bunu neye dayanarak yazdım? Şu inanca dayanarak:

“Ordu” yalnız bir kişi, birkaç kişi, şu kadar sayıda kişi değildir. Hattâ “Ordu” belli bir günde yaşıyanların toplamından da ibaret değildir. Türk ordusu, tarihten önceki günlerden gelerek, günümüzden geleceklere doğru akan muazzam bir nehir gibidir. Atsız’ın bir hesabına göre bu vatanın korunması için bu ordu elli milyon şehit vermiştir. Ve bu ordu, bize elli milyon şehidden başka sayısız kahramanlık destanı da bırakmıştır.

Bu muazzam nehir, başka bir çok nehirler gibi, kâh berrak, kâh kumlu ve çamurlu akmıştır. Kâh kendi yatağında, kâh taşarak ve şelalelerde kayalara çarparak akmıştır. Ama aslında aynı nehirdir. O nehir zerreleri gibi, akıp giden bu insan selinin içinde kötüleri ve iyileri olmuştur. Bazı kötüler yüzünden o büyük seli topyekûn kötülemek gerçeğe uygun olmaz. Yararı da olmaz.

Mesele, iyileri ve kötüleri tam bir açıklıkla ve tam bir adaletle ayırt etmektir.

Yakın geçmişe gelelim. Önce kötü yanlardan birkaç örnek: 1. Yassıada’da bazı D.P. büyüklerine, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu da dahil, dayak atılmıştır. 2. 27 Mayıs’tan hemen sonra bazı yüksek rütbeliler koşup Bay İsmet İnönü’nün ellerini şapur şupur öptüler. Bunlar rastgele bir iki örnek. 3. Gelelim bugüne, Ordu’nun içinde “Batı Çalışma Grubu” diye bir kuruluş varmış. Sonradan öğendik. Bu kuruluş “Kanuna uygun mu, değil mi?” diye çok tartışıldı. (Sanki bu pek önemli imiş gibi!) Asıl önemli nokta şuydu: “Faydası mı daha ağır basıyor, zararı mı?”

Bakalım: Bu kuruluş aileler içinde bilgi toplamayı teşvik ediyor. Basında çıkan örnekler yalanlanmadı. Aileler içinde ihbarların zararları, faydalarından daima daha baskın olmuştur. Yine “irticayı beslediği” iddia edilen bazı şirketlere dair ithamlar ortaya çıktı. Buna karşı da yine basında, bu ithamların, kelimesi kelimesine, komünistlik ve PKK’cılıktan sicilli ve sabıkalı bir kişinin kitabından alındığı iddia edildi. Buna karşı ordu’nun yetkili ağızlarından hiç bir cevap ve yalanlama gelmedi. İşte yanlış olan budur. Cevap ne olabilirdi? Çeşitli şeyler olabilirdi, meselâ: 1. Şirketlere ait iddialar doğrudur; bunları ilk ortaya atan kim olursa olsun! 2. Kitabın yazarı, iddia edildiği gibi komünist ve PKK’lı değildir, işin bu tarafı iftiradır. “3. Bunları o kitaptan alanlar, yazarın içyüzünü bilmiyordu ki; başka herkes okuduğu kitabın yazarının sabıkasını biliyor mu? 4. Ve en nihayet: “Ne yapalım; bir yanlışlık olmuş; herkes hatâ edebilir; kıyamet kopmaz!” Bunda da oldukça haklı bir yön olurdu. Atatürk’ün en beğendiğim sözlerinden biri şudur: Onu eskiden sarfettiği yanlış sözlerden biriyle, o zamanki tabirle “ilzam etmek”, yani o sözle bağlamak istemişler. Tartışma uzayınca Atatürk kestirip atmış: “Ben o zaman halt ettim!” Bunu söylemek için bir kişide cesaret ve çap gerekir. Herkes Atatürk olamaz, ama açık konuşmak herkese yaraşır.

Orkun, (Ağustos 1998)

 

Orkun'dan Seçmeler