Bu kartal, söylendiği gibi 700 değil, belki 7000 yaşındadır… Asırların üzerinden uçarak geldi ve konacağı yeri bildi… Mekânın değil, zamanın üzerinden uçan kartallardandır.
Türk kilimlerinde çok uzaklardan ve çok derinlerden gelme “zoomorfik” denilen motifler, bu kartalın gölgesidir.
Vaktiyle kutsallıktı, totemdi.
Kelimesinin başlarında yaşlılık, olgunluk ve bir nevi ezelîlik ifade eden kök, bugünkü dilimizde de buna yakın mânâlarla kullanılmaktadır. “Kartal” kelimesinin içinde “tarih” mânâsı var demektir.
Kanad yayılımı ile mesafeleri kucaklamanın ise, şekilce, ondan daha güzel ifadesi bulunamaz. Zamanı da, mekânı kucakladığı gibi kucaklamaktadır.
Gagası ve pençeleriyle tehdit, cesaret; uçuşiyle meydan okuma, hâkimiyet; kanad gölgesiyle koruma ve şefkattir. Hilkatin gökten yere inmesi de sayılabilecek kadar eskidir. Bugün başımızda göklerin emniyeti oldu.
Bileklerinde kelepçe gibi duran palazlanmış, yumuşak tüyler, pençelerine takılmış ve uçuşlarda yumaklanmış bulut parçalarıdır ki, bize çok eski rahmet bulutlarından geliyor.
Bu kartal, tarihlerde, müzelerde, unutkanlıklarda dinlendikten sonra yeniden havalandı.
Aslında iki başlıydı: Türk, iki bacak, iki pençe, iki kanad simetrisine uyarak ona iki baş vermişti. Bugün daha tabiîleştirip bir başlı olarak aldık. Esas şekliyle iki başı: her yanı kollamanın, görüş alanını genişletmenin; bir taraftan geçmişe, bir taraftan geleceğe bakmanın dile gelmesiydi ve şimdiki izahiyle de, bir araya getirildiğinin, ancak, başlarla farkına varılan iki kartaldı.
Şekil, muhteşem kuşun yerden göğe doğru bakıldığı zamanki görünüşüdür. Bize başlarımızı yüksekte tutmayı öğretir ve bakışlarımızı kendisinde birleştirerek ülküleşir.
Yedi yüz yıl önce Selçukluların başında devlet kuşuydu… Bugün bizim devlet kuşumuz olmuştur. Vaktiyle uçmak dileğinin dile gelmesiydi; bugün uçmanın ta kendisidir.
Mavilikler üzerine düşmüş karaltısı hem göklerinde turam, hem gökyüzü gergefine Türk kızının eliyle işlenmiş armamdır.
İki başiyle beraberlik demekti… Kanadlariyle çadırların, çatıların, ailenin sembolüdür. Bunlara yan bakanlara gagalar ilk ihtar olacaktır, pençeler son.
Yerde Bozkurt neyse gökte boz kartal, odur. Bu, ikisini anlatan kelimelerdeki çok sıkı benzerlikle de anlaşılmaktadır. Zaten, “kurt”, kurtarıcılıkla yakından ilgiliydi, “kartal” da öyle.
Orda göğü vatanlaştıran kartal, burda toprağı vatanlaştıran Bozkurt’un kanadlanmışıdır… Burda Bozkurt, ordaki Boz Kartal’ın gölgesidir.
Ey günümüzün Bozkurtlariyle Boz Kartal’ları, sizi birbirinizden ayrı düşünmek, ayrı göstermek isteyen çıkarsa onun sizden olduğuna şüphe edin! Bu milletin milletliğine kasdetmek istiyenlerin ise yanaklarına Selçuk kartalının kanadlarından yiyecekleri tokat müthiş olacaktır: çarpılmak nasıl olurmuş, o zaman görülecektir.
Bu Kartal, daracık anlamiyle filân büyüğün, falan küçüğün değil, bir milletin fedaisi olduğunu şimdiye kadar unutmadı… Şimden sonra da unutmayacaktır… Kartallığın bir rütbe olduğunu, küçük işlerle küçültülemiyeceğini daima göz önünde tutacaktır.
Bugün, şurda, burda görülen kiralık eller; ırkçılık, gericilik, Turancılık, daha bilmem necilik alâmeti diye kurda atıp ulaştıramadıkları taşı kartala atmayı denemediler: akıllarına gelmediği için değil, attıkları takdirde başlarına düşeceğini bildikleri için.
(Millî Işık, 3. Sayı Temmuz 1967)