Bu yazıda Büyük Atsız’ın “küçük” oğlundan bahsedeceğim. Gerçi yazmadan düşündüm: Vikipedi gibi uyduruk bir çöplükte bile adına açılan maddenin “kayda değerlik yönergeleri”ni tutmadığı bir adam için neden kalem oynatayım? Salt bu sebeple bile böyle bir yazıyı kaleme almak istemezdim; fakat bağnaz, tahammülfersâ tutum ve sözleriyle muhatabımın kendisi kaşındı. Kaşınanı kaşımak ve dünyaya nizam vermek atalarımızın şânından olduğu için ben de fîsebîlillâh yazmaya koyuldum. İfâdelerim biraz da hominem kabûl edilebilir; lâkin Allah’ın her günü Türk milletinin mukaddesâtına ve o mukaddesâta gönülden bağlı milyonlarca Müslüman Türk’e söven birini zemmederken herhangi bir sınır gözetilmesi gerektiğini düşünmüyorum.
Bahsettiğim kişi, başlıktan da anlaşıldığı gibi Dr. Buğra Atsız’dır. Bu yazıyı yazmak istemezdim deyişimin diğer sebepleri de öncelikle taşıdığı soyadından, ardından kısa süreli ve sanal da olsa bir hukûkumuzun olmasından kaynaklanıyor. Bu hukûka kendisi son verdiği için artık yazmakta beis görmüyorum. Büyük Atsız’ın oğlu olması ve yaşına duyduğumuz hürmete rağmen bu kadar kuduran bir adama cevap vermek, peşine takılan kelb ulamına da cevap vermek sayılacağından türlü faydalar da hâsıl olabilir.
Dr. Buğra Atsız kişisel blogunda ve www.internetgazete.com adresinde yayınladığı “MHP Hakkında Bâzı Düşünceler” başlıklı bin çeşit yâve ile dolu yazısında bu partinin milliyetçilik anlayışını bâzı şahısları hedef tahtasına koymak sûretiyle tenkid etmiştir. “Milliyetçi olduğunu iddia eden MHP acaba ne kadar milliyetçi?” diye sorduktan sonra doğrudan merhum babasından alıntılayarak (zâten dağarında başka bir şey yok) Türkçülüğün kaynaklarından bahsetmiş ve şöyle eklemiştir: “Kimin Türkçü olduğunu da babam Nihâl Atsız 1950 yılında “Kim Türkçüdür?” isimli makâlesinde açık ve seçik olarak belirtmiştir.” Bu ifâdeden sonra durup biraz düşündüm. Atsız şüphesiz Türk milliyetçiliğine ömrünü adamış büyük bir dâvâ ve ülkü adamıdır; fakat bu, bütün Türk milliyetçilerinin kendisinin görüşlerini harfiyen benimseme zorunluluğu olduğu anlamına gelmeyeceği gibi Türkçülüğün kavânini de Atsız tarafından tedvîn edilip ortaya konulmamıştır. Birkaç prensipten bahsedip bâzı ilkeleri vâzedebilirsiniz. Bu, en fazla kendinizi bağlar; zîrâ Türk milliyetçiliğinin hem Atsız öncesinde hem Atsız’dan sonra pek çok mütefekkir tarafından ele alındığını, tanımlandığını, aksiyonlaştırıldığını herhâlde hepimiz biliyoruz. En başta Ziya Gökalp gelmektedir ki, kendisi Türkçülüğün mûcidi olmasa da isim babasıdır ve pek çok önemli ilkesini de ortaya koymuş değerli bir bilim adamıdır. Atsız’ın romantizmi, yüksek ahlâkı ve karakter salâbeti, kendisini Türk milliyetçiliğinin belki de en büyük ismi yapmıştır; lâkin dedikleri, yazdıkları âyet-i celîle olmadığına göre onun ölçütlerine uymamak Türkçü olmamak anlamına gelmez. Ayrıca Türkçülüğü söz konusu olduğunda merhum babasına pek bağlı olan Buğra Atsız’ın, babasının Tanrı inancı, dinin Türk toplumu için önemi ve gerekliliği hakkındaki düşünceleri örnek gösterilince “efendim onlar 50 sene önce yazılmıştır, bugün durum bambaşkadır” kabîlinden sayıklamalarla işin içinden çıkması da ilginçtir.
Buğra Atsız, târif ve açıklamalarıyla bizi Türkçülük konusunda tenvîr (!) ettikten sonra daha fazla aydınlanmamız için Atsız’ın makâlelerine yönlendirip şöyle demiş: “Atsız’ı sâdece bir iki romandan ibâret sanan odun kafalı “ülkücü”lerden bu ne kadar beklenebilir, o da ayrı bir konu tabiî. Üstelik bunlar köşe yazarı.” Doğrusu ben Atsız’ın salt iki romandan ibâret olduğunu sanan köşe yazarı ülkücülerin kim olduğunu pek merâk ettim. Bu muhayyel köşe yazarlarına “giydirirken” pek zevklendiği anlaşılan odun mütehassısı Buğra Beğ ısrarla soruyor: “MHP ne kadar milliyetçidir? Yukarıda, Türkçülüğü şüphe götürmez olan babam Atsız’ın yaptığı târiflerin hangisine uymaktadır MHP? Hiçbirine. Dolayısı ile MHP ne Türkçü, ne milliyetçi bir partidir. Olsa olsa MHP vatanperver insanların çatısı altında bir araya gelmeye çalıştığı bir parti olabilir.” Ben MHP üyesi değilim. Parti teşkîlâtlarına girip çıkmışlığım da yoktur. Üstelik bâzı yazılarımda şiddetle eleştirmişimdir de. Bununla birlikte memleket hudutları dışında senelerdir bira göbeği yapmakla meşgul olan Buğra Atsız’ın, geçmişinde memleketin selâmeti ve bekâsı için binlerce mensûbunu şehit veren bir partiye böyle ceffelkalem atıp tutmasını ve Türk milliyetçiliği nâmına koca bir teşkîlâtı ilzâm etmeye kalkmasını doğru bulmuyorum.
Parti içerisinde ne kadar Kürt, Çerkes, Çeçen, Gürcü ve sâir unsurun olduğuna dâir elinde istatistikî bir cetvel olduğundan şüphelendiğim Buğra Beğin “İçinde Kürt, Çerkes, Çeçen, Gürcü vs. gibi her türlü Türk ırkından olmayan unsuru barındıran bir partinin kendisine milliyetçi veyâ Türkçü demeye hakkı yoktur. Derse de kimin ve neyin milliyetçisisin diye sorarlar.” derken ne tür bir ilhamla yazdığını da öğrenmek isterdim. MHP’yi ırkçı olmamakla suçlarken kendi oğullarının ecnebîlerle evlenmek sûretiyle Türk ırkına çok büyük hizmet ettiklerini falan düşünmüyordur umarım. Hele büyük Atsız’ın büyük torunu olan, Buğra Atsız’dan olma Jan Pokorny neyin nesidir? Çok merâk ettim. Bu acaba Facebook’ta kullandığı bir mahlâs mıdır? Yoksa Buğra Beğ yüksek ırkçı düşüncelerle mi ilk çocuğuna bu ismi uygun görmüştür? Birinci durum söz konusuysa yurt dışında dejenere olmuş bir Türk evlâdı için hayıflanılabiliriz, ikinci durum söz konusuysa Buğra Beğ’e ırkçılığı uğurlu olsun. Biz böyle bir ırkçılık, milliyetçilik veyâ Türkçülük bilmiyoruz!
Buğra Atsız, aynı yazısında Arvâsî’yi de menhus kalemine dolayıp şöyle yazmış: “Türkiye Gazetesi’nin yazarlarından Rahim Er 2 Ağustos 2010da Washington DC’den yazdığı bir makâlenin başlığını “Kimse Ahmet Arvasi Bey’den Daha Milliyetçi değildir” koymuş (İmlâ Rahim Er denen zâta âittir). Dikkatimi çekmişti. Demek ki Rahim Er kimin başkasından daha milliyetçi olup olmadığının çetelesini tutuyormuş diye düşündüm ve geçtim. Ahmet Arvâsî peygamber soyundan gelen bir kişiymiş, yâni seyyid ve tabiî ırken Arap. Bu seyyidliğin ne gibi vesîkalara dayandığını, dayanıp dayanmadığını bilmiyorum. Umurumda da değil. Ama bu gibi isbâtı mümkün olmayan iddiâlara hep ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini bilirim. Ayrıca şecere uydurmanın da o kadar zor olmadığını bilirim. Su katılmamış Türk olan Çakırcalı Efe’nin de kendisinin Hazret-i Ali’nin soyundan geldiğini iddiâ ettiği bilinen bir gerçektir. Bunlar bir bakıma kendine pâye biçmek, kendini olduğundan daha ehemmiyetli göstermek çabalarından başka bir şey değildir. MHPliler Arvâsî’nin Türk milliyetçiliği üzerinde önemli bir rolü olduğunu iddiâ etmekteler. Benim de aklıma ilk gelen soru “Türk milliyetçiliği olan Türkçülük üzerinde ahkâm kesmek bir Arab’a mı kaldı?” oluyor. Öyle ya, Estonya milliyetçiliği hakkında Ugandalı bir zencî, Rus milliyetçiliği hakkında Nikaragualı bir öğretmen ahkâm kesebilir mi?”
Anlaşılan Jan Pokorny’nin babası Buğra Atsız, Arvâsî’ye bu ifâdelerle saldırırken kendisine dönüp bakma ihtiyâcı duymamış… Seyyidliğin isbâtsız bir iddiâ olduğunu kendisi de yazmış. Çakırcalı Efe örneğini vererek kendi kendisini ilzâm ettiğini fark etmeden de Arvâsî’nin ırkını sorgulamış. Osmanlılar’ın Hicaz Araplarından geldiğine ilişkin erken dönem kayıtları da bu bağlamda değerlendirilebilir. Böyle kayıtlar onların Türklüğünü sorgulamamızı gerektirmez. Ayrıca diyelim ki, Arvâsî bir Araptır. Ne olacak? Bence bu konuda cevâbı merhum Nihâl Atsız verebilir. 1944 yılındaki Irkçılık-Turancılık dâvâsında kendisinin Rum veyâ dönme olduğu yolundaki iftirâları Atsız Beğ şöyle cevaplamıştır: “Belli ki bu iftira benim ırkçılık prensibimi çürütmek için ortaya atılmıştır. Fakat çürütülemez. Farzımuhâl benim, ana ve baba tarafından bütün ecdadım gayr-ı Türk olsa bile yine bununla ırkçılık ülküsü çürütülemez. Çünkü ilmî hakikatler ve tarihî zaruretler, şahısların hususî durumuna bağlı değildir. Eğer ben hâlis Türk değilsem ırkçılık dâvâsını gütmem hem samimî olduğumu, hem de bu dâvânın haklı ve kuvvetli olduğunu gösterir. Çünkü ırkçılık ülküsünün zaferinde şahsî hiçbir kazancım yoktur.” Evet, Arvâsî’nin de hâlis Türk olmasa bile bütün ömrünü Türk milletine ve Türk milliyetçiliği dâvâsına adamış bir insan olarak Türk olmamakla ithâm edilmesi ahmaklıktan başka bir şey değildir. Bu yolda yargılanıp hapishanelere düşen ve o çetin şartlarda sağlığından olan Arvâsî’ye lâf söyleyebilmek için Buğra Atsız’dan fazla bir şey olmak gerekmektedir. Bu satırları yazarken aklıma, rahmetli Ziya Gökalp’ın Ali Kemal serserisi tarafından Türk olmamakla (Kürtlükle) ithâm edilmesi üzerine yazdığı şiir geldi:
“Ben Türküm! Diyorsun, sen Türk değilsin!
Ve İslâm`ım! Diyorsun, değilsin İslâm!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilâm!
Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten aslâ mükâfat!
Bu yüzden bin türlü felâket çektim,
Hiçbir an esefle demedim: Heyhât!
Hattâ ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkez;
İlk gayem olurdu Türk milliyeti;
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her İslâm olan milleti!
Türk olsam olmasam, ben Türk dostuyum,
Türk olsan olmasan, sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türk’ü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı!
Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hâdimine “Türk değil!” diyen,
Soyca Türk olsa da “piçtir! Türk değil!”
Anlayanlar için hikmetli mısrâlar; fakat Buğra Atsız’ın tâbiriyle, “okuduğunu anlamaktan âciz bozkurt postuna sarılmış bâzı çift toynaklılar”dan böyle bir anlayışı da beklemediğimizi hemen belirtelim. Arvâsî hakkında pek çok kitap yayınlanmıştır; fakat Buğra Atsız Richard Dawkins’in herzelerini okumaktan bunlara fırsat bulamayacağı için kendisine Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın “Arvâsî, şuurlu bir Türk milliyetçisiydi” diyerek O’nu tebcîl ettiği “S. Ahmet Arvâsî Hoca’yı Hatırlayalım” başlıklı yazısını okumasını salık veririm.
Buğra Atsız’ın düşünce dünyâsını tanımlamak için Türkçülükten bahsetmek çok zordur. Çünkü kendisi her fırsatta Müslümanlara, İslâm’a hakâret etmekten marazî bir zevk alan domuzuna dinsiz, pozitivist bir adamdır ve daha ziyâde bu özellikleriyle ön plâna çıkmaktadır. Bilimi bir din bellemiş, Darwinizmin ideolojik savunuculuğundan başka esaslı bir uğraşı olmayan, ağzını doldura doldura milletinin 1000 yıldır inandığı Peygamber’e ve kitaba sövmekten imtinâ etmeyen bed-edâ bir insandır. Kendisine acımaktan veya sık kullandığı bir sözcükle kendisini kovalamaktan başka bir şey gelmiyor elden: sek be-sahrâ!
Bu sıkı bilimciliğine, bilim fetişizmine bakarak pek özgün buluşları olan yüksek bir ilim adamı da zannedilmesin kendisi… Hiçbir Osmanlı târihi çalışmasında referans olarak verildiğini görmediğim (Düzeltiyorum: Kürtçülerin mâruf târihçisi Martin Van Bruinessen’in editörlüğünü üstlendiği “Evliya Çelebi in Diyarbekir: the relevant section of The seyahatname”de atıf yapılmış. Buğra Beğe bir çöplükte atıf yapılması pek anlamlı olduğu için kaydetmiş olayım) Almanca bir doktora teziyle (olur ki birinin işine yarar da kullanır diye künyesini vereyim: Das Osmanische Reich um die Mitte des 17. Jahrhunderts : nach den Chroniken des Vecihi (1637-1660) und des Mehmed Halifa (1633-1660), München, 1977) “Mülhimenâme” başlıklı bir çalışması dışında adına mukayyet herhangi bir makâleye rastlayamadım. Oysa bilime böyle düşkün bir adamın uluslararası akademik indekslerde adının çok sık zikredilmiş olmasını beklerdik. Yazık, belki kalan ömrünü Dawkins’in nazariyeleriyle hebâ etmek yerine oturup kendi işini yapmaya hasreder. Biz de seviniriz.