İdam sehpasından sürgüne uzanan mücadele yılları,
Türklük sevgisi, meslek adamlığı ve uzmanlığı Türkçülüğe hizmet yolunda harcanan bir ömür:
O, yurdu yeniden Rus istilâsına uğrayınca işini bırakıp direniş çetesi kuran, istilâcılarla savaşan, bu yolda ölüm ve sürgün cezalarına çarptırılan ve Sibirya’da bir yıl geçiren bir mücahitti. Hayatının önemli bir bölümünü değişik alanlarda yüksek öğrenimler görerek ve o alanlarda hizmetler vererek geçiren bir mücadele adamı idi. En önemli özelliği süzme bir Türkçü olmasıydı. Azerbaycanlı olmasına rağmen, Türkçülüğü ora ile veya ikinci yurdu Türkiye ile sınırlı kalmaz, bütün Türk dünyasını kucaklardı.
Orta boylu, yağız çehreli, esmerce, dinç biri idi. Yüzü yaşını göstermezdi. Bundan dolayı tanıyan herkes, onu kendine yakın bulurdu. Yaş farkı büyük olanlar bile onunla kolayca dost olabilirdi. Çünkü içten, alçak gönüllü bir insandı.
•••
27 Temmuz 1895’te Bakü’de doğdu. Azerbaycan başkentinin tanınmış ve saygın bir ailesinden gelen Mir Seyfettin ile Şehribanu’nun oğullarından idi. Ailesi ona Mir Abdülaziz Seid adını vermişti.
İlk ve orta okulları Bakü’de bitirdikten sonra liseyi Tiflis’te tamamladı. Ardından başladığı tıp öğrenimini, geçirdiği ağır bir hastalık yüzünden bırakmak zorunda kaldı ve Rusya’da hukuk, dericilik kimyası öğrenimleri gördü. O yıllarda Azerbaycan’ın bağımsızlığı için çalıştı. Bağımsızlık kazanılınca, 1918’de Azerbaycan’da ‘sorgu yargıcı’ olarak çalışmağa başladı. Fakat Rusların ülkesine yeniden girmesi üzerine, 1920’de bu görevinden ayrılıp bir direniş çetesi kurdu ve çatışmalara katıldı. Ancak yakalandı ve ölüm cezası aldı. Cezası sonradan ‘müebbet hapis’e çevrildi. Bu cezayı Bakü’de çekmekte iken tifüse yakalandı. Buna rağmen trenle Rostov’a, bir ay sonra da, kışın, Sibirya’daki Arhangelsk’e götürüldü. Orada geçirdiği zorluklarla dolu bir yılın ardından, ailesinin düzenlettiği belgeler i le cezaevinden çıkarılarak Moskova’ya, oradan da ağabeysi ile Bakü’ye dönmesi sağlandı. Ancak Bakü’de kendisine yönelik tehlike sürüyordu. Bu yüzden bir pasaport sağlanarak İran’a kaçırıldı. Enzile’de bir bisiklet ve bir Rus haritası edinerek Türkiye’ye gitmek üzere yola çıktı. Bisiklet üzerinde bir ay süren, tehlikelerle dolu bir yolculuktan sonra önce Türkiye sınırına, ardından da Trabzon’a ulaştı. Ancak, Rusya’dan aldığı öğrenim belgeleri Türkiye’de geçerli sayılmıyordu. Bu yüzden, Türkiye’de iş bulması imkânsızdı. Bunun üzerine belgelerini kabul ederek ek öğrenim yapma imkânı bulabileceğini öğrendiği Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Orada Freiberg Dericilik Y. Okulundan ‘uzman’ sertifikası aldı. Ayrıca ünlü bir fabrikada staj yaptı.
1927’de Türkiye’ye döndü ve Istanbul’da Beykoz Deri Fabrikası’na girdi. Orada Türk işçilerine bilmedikleri birçok dericilik sırlarını öğretti. Ardından çalıştığı iki ayrı deri fabrikasında başarılı hizmetler yaptıktan sonra, 1934 ‘de Ankara’ya gitti. İlkin Elektrik İdaresinde kimyager olarak çalıştı; ardından Atatürk Orman Çiftliğinde karşılaştığı Atatürk, onun dericilik uzmanlığı yanıyla yakından ilgilendi ve Çiftlik’de bir deri fabrikası kurmasını istedi. Fabrika kuruldu ve başarılı hizmetler vermeğe başladı. Fakat Atatürk’ün hastalanmasından sonra çalışmalar, yersiz karışmalar yüzünden yürütülemedi ve fabrika 1937’de kapatıldı.
1938’de Aziz Alpaut için yeni bir öğrenim dönemi başladı. 1938-39’da Almanya’da kimya ihtisası yaptı. 1940’da girdiği A.Ü. Ziraat Fakültesi’ni ve 1941’de girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Rus Dili ve Edebiyatı kürsüsünü 1945’de bitirdi. Ziraat Fakültesi’nde başladığı doktora çalışmasını da 1952’de tamamladı. 1939-54’de Ziraat Fakültesi’nde asistan olarak çalıştı. O arada uzun yıllar Kara Harp Okulu’nda Rusça öğretmenliği yaptı. 1954’de atandığı Tarım Bakanlığı uzman müşavirliğinden, 1960’da -yaş haddi dolayısıyla- emekli oldu. Emeklilik yıllarında Türk Ocağı çalışmalarına katıldı. Rahmetli Alparslan Türkeş’in genel başkan olmasından sonra, 1965 yılından başlayarak, siyasetle de ilgilendi ve MHP’de önemli görevler aldı.
Uçmağa 17 Haziran 1988 günü Ankara’da varan Dr. Aziz Alpaut’un iki oğlu ve bir kızı var. Büyük oğlu ile kızı baba mesleğini seçerek kimya dalında öğretim üyesi olmuş, küçük kardeşleri ise İktisat Fakültesi’ni bitirmiştir.
•••
Aziz Alpaut beği 1950’li yıllarda tanıdığımı hatırlıyorum. Onun yaş engelini ortadan kaldıran yaklaşımı bizi yaşdaşı imiş gibi davranmaya yöneltirdi. Bu yüzden onunla rahat ve teklifsiz konuşurduk. Buluşma-larımız genellikle milliyetçi kuruluşların toplantılarında olurdu. Kendine özgü konuşma üslûbu ile tatlı sohbetler yapardı. Siyasetle ilgilendiği yıllardaki izlenim ve anıları da zevkle dinlenirdi. Bir MHP Kurultayı öncesindeki görüşmemizde tatlı tatlı gülerek partinin genel başkanlığına adaylığını koyduğunu söylemişti. Beni çok şaşırtan bu davranışını şöyle açıkladı: “Alparslan Beğ’in seçime tek başına girerek demokratik olmayan bir görüntü vermesine gönlüm razı olamazdı!” Ben onun seçimde kendine değil, A. Türkeş Beğ’e oy verdiğine eminim.
•••
Dr. Alpaut, Rusça’yı ve Almanca’yı ana dili gibi bilirdi. Farsça, Fransızca ve Lâtince de konuşurdu. Bu yeteneği, Millî Eğitim Bakanlığı’na klâsikler dizisinde yayınlanan bazı eserler çevirmesine yol açtı. Ayrıca, yaptığı bilimsel araştırmaların sonuçlarına ilişkin yazıları yurt içi ve yurt dışı dergilerde yayınlandı. Hikâyeleri ile meslekî, fikrî ve kültürel (özellikle Ermeni sorunu ile ilgili) yazıları da değişik dergi ve gazetelerde yer buldu.
Telif olarak yayınlanmış olan Tatbikî Dericilik (1957) alanının ilk ve tek eseridir. Öteki telif eserleri Dilek Çubuğu (1945), Türkiye Bam Derilerinin Bünye Dayanıklığı İçkürklük Kabiliyetinin İncelenmesi : Bunlar Üzerinde Sepi ve Bitkisel Boya Maddeleri ile Mukayeseli Araştırmalar (1953), Karagül Koyunu ve Kürklük Sürü Yetiştiriciliği (1960), Die Ahnfrau’dur. Çevirileri ise; Büyükler İçin Masallar, (S. Sçedrin’den, 2 c., 1946-47), Golovlev Ailesi, Rüya Bir Hayat (Grillparzer’den, Ş.S. İtler ile; 1947), Komünist Blokta Milliyet ve Mefkûre (G. Von Mende’den, F. Tevetoğlu ile; 1967), Çin prensesi: Turan Kız (F. Schiller’den; 1967)’dir.
Onun başka bir özelliği de ressamlığı idi. Yaptığı resimlerle yurt içinde ve yurt dışında sergilere katılmıştı.
•••
Gördüğü değişik öğrenimler ve bunlara dayalı olarak çalıştığı işler, yurdunu korumak için idam cezasına ve sürgüne kadar varan mücadeleler, çocukluğunda babasından duyduğu, öğrendiği bilgilerle büyük sevgi ve bağlılık duyduğu Türkiye’ye gelmek için bisiklet üzerinde katlandığı bir aylık yolculuk, öğrenimini yenilemek için gitmek zorunda kaldığı Almanya’dan ilk fırsatta Türkiye’ye dönmesi, burada yeni alanlarda öğrenim görmesi, Onun ne kadar azimli, yetenekli, çalışkan ve ülkücü bir insan olduğunun kanıtıdır. 93 yıl süren ömrünü, Türklük ve Türkçülüğe hizmet yolunda harcamıştır1.
Nur içinde yatsın!
Bir açıklama:
Orkun’un önceki (100.) sayısında yayınlanan “Yetmiş beş yıllık Orkun serüveni” başlıklı yazımın Ötüken dergisi ile ilgili bölümünde, derginin yazarlarını sayarken rahmetli Nejdet Sançar Beğ’in adını nasılsa atladığımı fark ettim. Oysa O, derginin hemen her sayısına öz ve iğreti adları ile birden çok yazı yazdığı gibi, o yıllarda Ankara’da oturmasına rağmen derginin çoğu sayılarının düzelti ve hazırlama işlerini de yapmıştı. Yani aslâ unutulmaması gereken biriydi. Okuyucularımdan özür, aziz Hocamıza da Tanrı’dan rahmet dilerim. N.S.
DİPNOTU
1- Bu yazıyı hazırlarken, kızı sayın Prof. Dr. Güler Somer’in Kayseri’deki bir bilgi şöleninde yaptığı konuşmadan çok yararlandım. Yazımı süsleyen fotoğrafı da ondan sağladım. Kendisine teşekkür borçluyum.