ÇİN zulmünden kaçan binlerce22 Doğu Türkistanlı, uzun ve tehlikeli bir yolculuktan sonra, sayıları çok azalmış olarak, elli yıl önce Türkiye’ye ulaşabilmişlerdi. Burada sıcak bir kabul görmüşler, iskân edilmişler ve zaman içinde hepsi birer meslek sahibi olarak dürüst T.C. vatandaşı hâlinde yaşamışlardı. Fakat anayurtlarını asla unutmamışlar, orada kalan milyonlarca soydaşlarını, akrabalarını daima hicranla yad etmişlerdi. Bir taraftan da, onların içler acısı durumlarını Türk ve dünya kamuoyuna duyurmak için -başta rahmetli İsa Yusuf Alptekin olmak üzere- büyük gayret harcamışlardı. Türkiye’nin kendilerine kucak açmasından duydukları mutluluğu da hep şükranla anmışlardı.
Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği, Doğu Türkistanlı göçmenlerin gönüllerinde yaşattıkları teşekkür duygularını ifade etmek üzere, 50. yıl münasebetiyle Ankara Ticaret Odası salonunda bir “Şükran Günü” tertipledi. Bunu haber alan Çin hükûmeti, Ankara’daki büyükelçisine talimat vererek “Şükran Günü”nün önlenmesini istedi. Büyükelçi, bunun üzerine, bir taraftan Türk hükûmeti nezdinde yasaklama teşebbüslerine girişirken öte taraftan toplantıyı sabote etmek için kolları sıvadı. Önce, araya Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’i sokarak ATO salonunun verilmemesi için baskılar yapmaya başladı. Gökçek’i arabuluculuğu sonuç vermeyince Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’e başvurdu. Ancak, Aygün bu isteğe red cevabı verdi. Aynı zamanda Türk Ocakları Genel Başkanı olan, Ticaret Odası Meclis Başkanı Nuri Gürgür de Aygün’ü destekledi. Toplantının iptal edilemeyeceğini veya başka bir salona alınamayacağını gören Başbakanlık ise yeni bir genelge yayınlayarak bakanların, üst düzey bürokratların toplantıya katılmasını ve mesaj gönderilmesini yasakladı.
Hatırlanacağı üzere, bu yoldaki ilk yasaklama genelgesi, Başbakan Mesut Yılmaz imzası ile 23 Aralık 1998 tarihinde yayımlanmıştı. O genelgede “Doğu Türkistan, Sincan-Uygur Özerk Bölgesi adı altında Çin Halk Cumhuriyeti topraklarının bir parçasıdır” deniliyordu. Aynı genelgede Doğu Türkistanlıların toplantılarında Doğu Türkistan bayrağının asılmaması ve Çin’i rencide edici pankartlar kullanılmaması da bildirilmişti. Orkun’un bu gizli genelgeyi “Böyle buyurdu vezir: Doğu Türkistan Çin toprağıdır.” başlığı ile ifşa etmesi olayı büyütmüş, şiddetli tepkilerin ortaya çıkmasını sağlamıştı. 5 Haziran 2003 tarihli genelge de hemen hemen aynı mahiyettedir. Üstelik bu sefer Çin elçisi de ortalara dökülmüş, toplantı yapılırsa Çin’le siyasî ve ticarî ilişkilerin bozulacağı tehditlerini savurmaya başlamıştır. Bazı köşe yazarları, bu durumu “Türkiye’yi bari Çin elçisi yönetsin” diyerek özetlemişlerdir.
Bütün bu yürek sızlatıcı gelişmelere rağmen, Doğu Türkistanlılar asla taviz vermeden yollarına devam ettiler ve Ankara’daki “Şükran Günü”nü gerçekleştirdiler. Temsilcimiz Hasan Orhan’ın bildirdiğine göre, Hükûmetin resmî katılım yasaklamasına rağmen, toplantıya milletvekilleri, parti genel başkanları ve kalabalık bir dinleyici kitlesi katıldı, bakanların gönderdikleri mesajlar okundu. Doğu Türkistan dâvasının günümüzdeki önderlerinden, İsa Yusuf Alptekin’in oğlu Erkin Alptekin, kendilerine gösterilen hüsnü kabulden dolayı Türkiye Cumhuriyeti’ne teşekkür etti. Dernek Başkanı Seyid Tümtürk de, toplantının bütün entrikalara rağmen yapıldığını, hükûmet erkânının da toplantıda bulunmal arını gönüllerinin arzuladığını söyledi. Yazar Servet Kabaklı, Doğu Türkistan mücadelesine destek olanları, Atatürk’ü, Adnan Menderes’i, Alparslan Türkeş’i hayırla andıklarını belirtti. ATO Başkanı Sinan Aygün de “Bütün Ankara’yı ayağa kaldırdılar, hattâ yaşlı babamı bile devreye soktular ama ben yılmadım. Yılmadım ama üzüldüm, hele şu genelgeye çok üzüldüm, gururum incindi” dedi.
Çin’in Doğu Türkistan’daki asimilasyon politikasına, zulmüne ve baskısına Türkiye’nin tepki göstermesi en tabiî hakkıdır. Bunu yapmıyor. Üstelik Doğu Türkistanlı sadık ve olgun vatandaşlarımızın ağırbaşlı toplantılarını da engellemeye çalışıyor. Bütün bunları da, Çin’in baskısı ve Çin Büyükelçisinin kabul olunamaz müdahaleleri ile gerçekleştiriyor. Doğu Türkistanlı Türklerin, orada yaşayan soydaşlarını tamamen unutmalarını kim isteyebilir? Böyle bir şey akla ve vicdana aykırıdır. Bin yıl geçmiş olsa da oradaki soydaşlarımızı bizler unutabiliyor muyuz? Hele Çin’in baskılarına boyun eğerek Çin Büyükelçisinin tehditlerine kulak vererek yayınlanan genelgeler millî gururu tamamen incitici davranışlardır. Fakat, gün gelecek bu gibi sakim davranışlar tarihin çöp sepetine atılacaktır. Kesinlikle.
ÇİN’DE NELER OLUYOR?
• 50 yıl önce Doğu Türkistan’da 30 bin Çinli bulunurken, bu sayı günümüzde 9 milyona ulaştı. Çin Hükûmeti, her yıl, plânlı olarak Doğu Türkistan’a 250 Çinli yerleştiriyor.
• Doğu Türkistan sadece kâğıt üzerinde özerk. Çinliler, 11 Eylül’den bu yana, terörist iddiası ile 300 Türk’ü idam ettiler.
• Uygurca yazılmış dinî ve tarihî kitaplar sistemli olarak imha ediliyor. Buna karşı çıkanlar bölücü, köktendinci ve terörist suçlamasına maruz kalıyor.
• Uygur Türklerinin 1’den fazla çocuk sahibi olmaları önleniyor. Hamile kalan Türk kadınları kürtaja zorlanıyor.
• Uygur Türk lehçesini yok etmek için sistemli bir politika uygulanıyor. Uygur üniversitelerinde 6 ay öncesine kadar eğitim % 70 oranında Çince iken bugün tamamı Çince olmuştur.
• Türk gençleri ve öğretmenleri Çin’e götürülüp beyinleri yıkanmaktadır.
• Bütün bu zulmün altında yatan sebep, Doğu Türkistan’ın zengin petrol, altın, platin ve doğalgaz yataklarına sahip olmasıdır.
ÇİN’LE TİCARÎ İLİŞKİLER
Çin Büyükelçisinin, Doğu Türkistanlılara göz yumulursa ticarî ilişkilerimiz bozulur söylemi tam anlamıyla boş bir tehdit.
• Çin’in mal ve marka taklitçiliği bütün dünya ticaretini tehdit ediyor.
• Kalitesiz ve düşük faturalı Çin malları Türk imalât sanayiini baltalıyor. Piyasayı istilâ eden Çin malları, Türk firmalarının yerle bir olmaları sonucunu verecek ölçülere varıyor.
• Çin’den yıllık ithalat 1 milyar dolar civarında. Bisiklet, musluk, seramik ve porselen, kalem, güneş gözlükleri çerçevesi ve aksamı iç piyasayı zorluyor. Bir bisikletin, 2,5 milyon liraya bile ithal edildiği bildiriliyor.
• Çin’in Türkiye ithahat pazarındaki payı şöyle: Oyuncak % 80, kırtasiye % 30, gözlük % 40, bilgisayar % 50, tıbbî cihazlar % 50, cep telefonu aksesuarları % 80, elektronik cihazlar % 50, saraciye % 100, abiye kumaş % 80, nalburiye % 35. Bütün bu sebeplerle, Devlet Bakanlığı, Haziran ayı ortalarında “Çin Halk Cumhuriyeti menşeli malların ithalatında gözetim ve korunma önlemleri” adı ile bir yönetmelik yayımladı. Korunma için, Çin’den yapılacak ithalata kota uygulaması, gümrük vergisinde artış ve miktar/değer kısıtlaması yapılabilecek.
Rakamların da gösterdiği gibi, Doğu Türkistan yüzünden Çin’le ticarî ilişkilerimiz zarar görecekse bundan Türkiye büyük ölçüde kazançlı çıkacak demektir.
ÇİN
TÜRK milletinin yazılı tarihinde ki bilgiler ışığında ilkleri yaşadığı millet Çinliler olmuştur. İlk komşumuz, ilk düşmanımız, ilk galibiyet sevincini ve mağlubiyet acısını yaşadığı millet Çinliler olmuştur. Tarihin uzun ve kalın sayfalarında, Türk milletinin Çin’e bıraktığı hâtıralar silinmediği gibi, bugün göğsümüzü kabartan Çin seddi Türk akınlarını durdurmak maksadı ile yapılmıştır derken, Türkistan’ın büyük bir bölümünü içine alan doğu kısmında bulunan kardeşlerimizin acısı ise, hâlâ yüreğimizi yakmaktadır. Fakat, ne hikmetse bu sahaya yönelik Türkiye’de tercüme eserler ile 30 yıl öncesinde yapılan bir iki çalışma dışında, günümüz gençliğine rehber olabilecek ciddî eserlerin kaleme alındığını da söylememiz mümkün değildir.
İşte bu sahaya yönelik olarak R. Kutay Karaca’nın(1) kaleme aldığı eser dikkat çekicidir. Esere bir önsöz yazma inceliğini gösteren Abdülkadir Akçin’in şu cümleleri meseleyi daha iyi izah edecektir: “Bilindiği gibi tarihi MÖ 200’lü yıllara kadar dayanan Türkistan toprakları, Türklerin yerleşim merkezi olduğu için tarihin ilk dönemlerinden beri Türk yurdudur. Asya’nın büyük bölümünü oluşturan söz konusu alan, eski çağlardan beri Türklerin yerleşim merkezi olduğu için böyle adlandırılmıştır. Özellikle tarihin ilk medeniyet merkezlerinden biri olduğu belirtilen Türkistan toprakları dünyadaki stratejik konumu itibarı ile Batı ve Doğu kültürlerinin kaynaştığı alan olmuştur.” (2)
Türkistan Türklerinin kadersizliği yüzyıllarca sürmüş, Doğusu hâlâ Çin emperyalizminin baskısı altında varlığını sürdürmeye çalışırken, Batısı Rus emperyalizminin baskısından 1990’lı yıllarda kurtulmuştur. Milletlerarası münasebetlerden birincisi, dostunu ve düşmanını iyi tanımaktır. Bugün Anadolu Türkleri için, belki eski ve uzak bir komşu olabilir, peki ya Doğu Türkistan için…
Komşunu tanıma prensibi gereği bizim Çin’i ve Çin tarihini çok iyi bilmemiz gerekmektedir.R. Kutay Karaca’nın bu çalışması da kanaatimizce dikkatli okunması gereken kitaplar arasındadır. Beş bölümde plânlanan eserin birinci bölümü girişten sonra Çin tarihinin arka plânı, Çin’deki sosyal yapının dinamikleri, Çin’in askerî güçleri ve XXI. Yüzyıldaki değişen parametreleri, Çin’in demografik yapısının analizi, Avrasya’da yükselen ekonomik Çin’in enerji göstergeleri, millî enerji istatistikleri, Çin devlet yapısının ilerleyişi ve Çin politikasının geleceğini yönlendirecek yöneticiler alt başlıklarından oluşmaktadır.
Çin ekonomisine giriş adını taşıyan bölüm ise; Ekonomide yeniden yapılanma, yeni reformların kronolojik özeti, ekonomik yapı, ekonomi politikasında rekabetçi yapının karakteristiği, ekonomik sektörler, tarım ve hayvancılık, turizm, ulaşım ve telekomünikasyon, endüstri, konfeksiyon, inşaat, dış ticaret, Dünya Ticaret Örgütünün Çin ekonomisine ekileri, dış borçlar, ekonomik tahminler konuları hakkında istatistikî bilgiler ve tablolar ışığında izah edilmeye çalışılmaktadır.
Asya – Pasifik Ekonomik – Siyasî Örgütlenme başlığı ile verilen üçüncü bölümde de, Asya – Pasifik İşbirliği, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Türkiye’nin Asya’da örgütlenme bakışı konuları ele alınarak, Çin’in bölgesinde oluşturmaya çalıştığı gücü, yıllarca sömürülen ve Çin’in başını çektiği üçüncü dünya ülkelerinin soğuk savaş döneminin sona ermesi ile ideolojik sınırların ortadan kalkması sonucu dünyada oluşan yeni ekonomik güç dengeleri ortaya çıkmıştır. Bu dengeyi kontrol ve sanayileşmiş ülkelere kafa tutma mücadelesinin ilk ayağı olan sanayileşme faaliyetleri, üçüncü dünya ülkelerindeki bol hammadde, ucuz iş gücü ve nüfus yoğunluğundan dolayı artan pazar hacmi neticesinde sanayileşmiş ülkeleri bile etkisi altına almıştır denilirken, ayrıca Türkiye’nin de uzun soğuk savaş dönemi boyunca uyguladığı Amerika endeksli politikayı gözden geçirerek, yeni bir Doğu yada Asya politikası belirlemesi gerektiği üzerinde de durulmaktadır.
Gelişen ekonominin ışığında Çin dış ilişkileri başlığı ile verilen dördüncü bölümde ayrıca, petrol ve petrolün jeopolitik önemi, Çin ve Orta Doğu, Çin ve Orta Asya ve Türkiye – Çin ilişkileri bahisleri ayrıntılı bir şekilde ele alınırken şu hususlara dikkatimiz çekilmektedir: 1950’li yıllardan 1990’lı yıllara geçişte Çin’in nasıl bir bölgesel güç hâline geldiğinin ifade edilmesi yanında, hammadde ve enerji kaynaklarına sahip olmak, dünyaya bu yoldan üstünlüğünü kabul ettirmek isteyen sömürgecilerin gözünde elde edilebilecek petrolün insan hayatından değerli oluşu ifade edildikten sonra, Orta Doğu bahsinde Çin’in İran ile ilişki kurmasının aynı zamanda Pekin’in Türkiye’nin, Orta Asya ve Türk Cumhuriyetleri üzerinde etki kurmasını önleyebilmek açısından önem verdiği hususlar olarak belirtilmektedir. Çin’in Orta Asya ve Rusya politikasının dört başlık altında toplandığını görmekteyiz. Bunlar, sınır bölgelerindeki istikrarın sağlanması, ülke içindeki belirli bölgelerin ekonomik gelişiminin artması, artan enerji ihtiyacı, soğuk savaş sonrası stratejik pozisyonunu düşünmesidir. Türkiye – Çin ilişkileri bahsinde ise, Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci öncesi batılı görülen ve dikkate alınmayan Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerinin görülmesinden sonra farkedildiği vurgulanmakta, iki ülke arasında asıl problemin Doğu Türkistan olduğu, Çin’in bu problemde dış destekçi güç olarak hep Türkiye’yi gördüğü belirtilmektedir.
Tek kutuplu dünya ya da ABD – Çin çatışması mı? Başlıklı beşinci bölümde ise; Amerika’nın tek süper güçlü dünya sisteminin karşısındaki engeli Avrupa Birliği’nden değil Çin’in gözle görülür yükselişinde görmesi olduğu ifade edilmektedir. Gelecekte her iki ülkenin de Asya’daki çıkarlarını korumak uğruna gerekirse, sıcak bir buluşmayı bile göze alabilecekleri vurgulanmaktadır.
Sonuçlar bahsinde ise, yazar ulaştığı noktalar hakkında kısa bir değerlendirme yapmaktadır.
Netice olarak, yukarıda bölümleri hakkında kısa bilgiler verdiğimiz eser, meseleye duyarlı herkes tarafından dikkatle okunmalıdır. Gelecekte Çin’in hangi boyutlara ulaşabileceği sorusunun da cevaplarının bulunabileceği eserde, bilinen en eski komşunun, günümüzde hâlâ Türk dünyası için taşıdığı önem tartışılmaz. Dün ipeği, güzel kızları ve çaşıtları ile bizi birbirimize düşüren Çin, bugün de modern taktikleri, Şanghay beşlisine aldığı Türkler vasıtasıyla aynı oyunu oynuyor olmasın? Bunun için uyanık olmak yetmez, galiba çok okumalıyız.
DİPNOTLARI
(1) R. Kutay Karaca, Dünyadaki Yeni Güç Çin Tek kutuptan Çift kutuba, IQ Yayınları, İstanbul, 2003.
(2) Karaca, a.g.e, s. 13.