Ana Sayfa 1998-2012 Devletin Güvenliği "Devlet Korunması"

Devletin Güvenliği “Devlet Korunması”

Son günlerde Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili görüşlerin gene gündemde olduğunu görüyoruz. Devletlerin kendini hangi şekil ve şart altında koruyacağı ve de güvenliğini sağlayacağı görüşlerin, her devlet idare biçiminde ayrı ayrı olacağı açıktır.

Devletimizde hukuk açısından geçen zaman dilimi içinde sürekli özel mahkemeler kurularak devlet güvenliği sağlanmak istenmiştir. Büyük Atatürk ve 1950 dönemi öncesi hariç, bu yolda alınan yargısal tedbirlerin başarısızlıklarla dolu olduğu gözlenmiştir. Bu nedenle Devlet Güvenlik Mahkemelerinin tarihsel geçmişini kısaca özetlersek;

Devlet güvenliğini sarsan, devletin üniter yapısını ve de düzenini bozucu eylemler karşısında devletimiz kendi güvenliğini sağlamak ve korumak için önce İstiklâl Mahkemelerini, daha sonraları da Sıkıyönetim Mahkemelerini kurarak sürekli vatan hainlerini yakalayıp mahkeme huzuruna çıkararak sanıklara verilen cezaların hiç bekletilmeden infaz edildiğini, olayları engellediğini ve ortadan kaldırdığını hatırlıyoruz.

Büyük Atatürk her söylevinde devletin ülkesi ve milletin bütünlüğü yönündeki yargı, din ve bölücülük hakkındaki fikirlerini:

“Adliyemiz emin olduğumuz yüksek iktidarı sayesindedir ki; cumhuriyet mukadder tekamülü takip edebilecek ve her türlü şekil ve kılıktaki tecavüzlere karşı vatandaşın hukukunu ve memleketin nizamını masun tutabilecektir” ve “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünmeye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini devlet ve millet işleriyle karıştırmamaya mecburuz… Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir… Artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur.” Ayrıca “Komünizm toplumsal bir sorundur. Memleketimizin durumu, toplumsal koşulların, dinî ve millî geleneklerinin kuvveti komünizmin bizde uygulanmasına müsait değildir” sözleri ile Türk milletine açık açık aktarmıştır.

Gençliğe hitabında “dahili ve harici bedhahları olacak” sözüyle ileri bir görüşü ve tehlikeyi ifade etm ek istemiştir. Nitekim hâlen çalışmalarını insafsızca sürdüren yasadışı terör örgütleri militanları tarafından 1980 yılı öncesi sokakların bölündüğünü, mahallelerin ve de semtlerin paylaşıldığını anımsarsak; devlet güvenliğinin sağlanması ve de korunması için özellikle kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin önemini anlarız.

Güvenlik, genelde devletin güvenliği için kullanılmaktadır. Millî güvenlik, devletin iç ve dış güvenliği olarak anayasamızda vardır. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulmasındaki amaç işte budur. Yargıtay 9. ceza dairesi daha açık bir ifadeyle, “Yasadışı ideolojiler ve bunlara bağlı birleşimlerle ilgili olması hâlinde suç devlet güvenliğini ilgilendirir. Keza çok sayıda ateşli silâh ve mermilerin yurda kaçak olarak sokulması, nakledilmesi devlet güvenliğine karşı bir eylemi oluşturur”. denmesi devletin güvenliğinin korunması bakımından önemli anlatımlardır.

Onun içindir ki; 1961 Anayasasının 136’ıncı maddesine dayanılarak 1980 yılından önce kurulan ve usul yönünden Anayasa Mahkemesince çalışması durdurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin, 1982 anayasamızın 143. maddesi ile yeniden kurularak 1 Mayıs 1984 tarihinde faaliyete geçtiğini görüyoruz. Ayrıca yine aynı maddede yapılan “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri anayasada belirlenen cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulur.” açıklaması ile bu mahkemelerin yetki ve görevleri saptanmıştır.

Devlet Güvenlik Mahkemelerinin “çalışma ve usul” hükümleri, 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş ve yargılama usulleri hakkında kanun ile belirlenmiş ve 1.’nci maddesinde görev sınırı da anayasamızın belirlediği şekli muhafaza edilerek çizilmiştir.

Ne var ki, son yıllarda; 2845 sayılı kanunda sürekli değişiklik yapılarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevi amaç dışında çizilmiştir. Kanun ilk çıkarıldığında 9. maddesinde görev içinde sayılan bazı suçların devlet güvenliği ile uzak ve yakın ilgisi olmadığı için ilk değişiklik, bizlerin de arzu ettiğimiz şekilde 3200 sayılı kanunla yapılmıştır. Ama daha sonra 3206, 3713 ve 3842 sayılı yasalarla, amaç dışında işlenen suçlar da Devlet Güvenlik Mahkemesi görevi içine alınarak gayeden uzaklaşılmıştır.

Bu değişikliklerle düşünceye gem vurulmaz savı ile devletimizin laik düzenine karşı işlenen ve suçların cezalarını belirleyen 2 sayılı “Hiyanet-i Vataniye” kanunu ile TCK’nun 163’ncü maddesi ve bölücülük ve ilişkili 140, 142 maddelerinin yürürlükten kaldırılmasıyla devletimizi günümüzde görülen çıkmaza götürmeye yetmiştir. O günlerde bütün itirazlarımıza ve bugünün olumsuzluğunu düşlercesine yaptığımız savlara karşın kanun değişikliğinde ısrar edilmiştir.

Oysa terör örgütlerinde ilk basamak propagandadır. Bu durumu kişinin düşünce özgürlüğü ile bir tutamazsınız. Çünkü düşünce özgürlüğü kişilere devleti yıkma özgürlüğünü vermez.

Günümüzün önemli olayı ABD’de İkiz İş Merkezine yapılan eylem, önceleri fikir özgürlüğü savında bilinçsizce kabul gören ve terör örgütünün ilk basamağı olan propagandanın ürünüdür. Yıllara varan, aylarca düşünülen ve alınan karar ile gerçekleştirilmiştir. Bu eylem kafalarının propagandayla yıkanarak, ölümü dahi terör örgütünün bir görevi olarak gören teröristlerin eylemi ile oluşturulmuştur.

Terörü tanımakta gecikenler şimdi onun getirdiklerinden kendilerini sorumlu tutmak zorunluluğundadır. Bir teröristi yakalamak varken, onu sakladığı var sayılan bir devlet bahane edilip, masum insanların canına kıyılması vicdanların kabul etmeyeceği olaydır. Hele yakalamak isteyen ABD gibi büyük ve güçlü bir devlet ise bu daha büyük önem taşımaktadır.

1955 yılında 6-7 Eylül olayları sonra da ekonomik durumu düzeltmek için Millî Korunma Mahkemeleri adıyla özel mahkemeler kurulduğunu görüyoruz. Bir süre sonra kapatılan bu mahkemeler gene son yıl içinde ekonomideki kriz dolayısıyla gündeme getirilmek istenmektedir. Doğrusu da budur. Ekonomik suçların engellenmesi ve de önlenmesi, özel olarak kurulacak ihtisas mahkemelerinin işidir. Olaylar sona erdirilinceye ve ekonomik düzen sağlanıncaya kadar bu mahkemelerin görev yapmaları şarttır.

Bir başka yanlış da, son çıkarılan 4422 sayılı çıkar amaçlı suç örgütlerince işlenen suçların faillerinin muhakemeleri Devlet Güvenlik Mahkemesinde görülmesi sorunları ve soruları artırmaktadır. Çünkü ekonomik ağırlıklı suçların devlet güvenliği içinde gösterilmesi olayın bir başka sorunu olarak görülmektedir. Bu şekil ile de Devlet Güvenlik Mahkemelerinin devlete karşı işlenen suçlar dışında suçlara bakması iş hacmini daha da ağırlaştırmıştır.

Son günlerde sokakta birden fazla kişinin bir kişiyi dövmesi, alacağını tahsil için çaresiz kalan alacaklıların borçludan parasını almaya kalkışması hâli, ihale sonucu alınan bir işin baskı yapılıyor iddiası ile hukuk ve ceza karıştırılarak çete suçlamasıyla Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderildiklerini gözlüyoruz. Bunun neresinde Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği sözcüğünü gösterebiliriz, bulabiliriz? Bir başka örnek ise ekonomik suçlarda, ticaretteki rekabeti, baskı olarak tanımlamak, işin hukuk yönünü ceza ile ortadan kaldırmak yanlışlığına düşüldüğünü gözlüyoruz. Ekonomik düzende bir bozukluk varsa, onu düzeltmeye kalkışmak, işleri düze, ekonomiyi çalışır hâle getireceğini kabul etmeliyiz.

Eğer bu olayların araştırılmasında ısrar ediliyorsa ekonomik suçlar olarak genel yargı da dahi bazı mahkemelerin bu işi üstlenmesi sağlanabilir. Daha önceki yıllarda görüldüğü gibi ekonomik suçlara bakacak özel mahkemeler de kurulabilir.

Devlet Güvenlik Mahkemeleri özel mahkeme olarak kurulmuştur. Tek ve bir amacı vardır. O da devlete karşı işlenen suçlara bakmakla görevli oluşlarıdır. Bu çizgi dışında görev çizilmesi işin özelliğini ve önemini ortadan kaldırır ve hukuk devleti işlevini zedeler. Bugün görülen ekonomik çalkantının bir nedeni de Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevleri dışında kendilerine görev verilmesidir. Devlete karşı işlenen suçlar çoğunlukla ideolojik amaçla kurulan ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve sosyal hukuk ve lâik devlet düzenine karşı işlenen suçlar olarak tanımlanmalıdır.
 

Orkun'dan Seçmeler