Ana Sayfa 1998-2012 Çözümler üzerine bazı düşünceler

Çözümler üzerine bazı düşünceler

Bugün Türk milliyetçileri olarak yaptığımız en iyi iş, sadece eleştirmek fakat çözüm üretmemektir. Belki fert fert bizi bekleyen tehlikeler hususunda ikazlarda bulunuluyorsa da, bu tehditlerin ortadan kaldırılması konusunda ne gibi önerilerimiz olduğunu ciddî manâda gündeme getiremediğimiz gibi, söyleyemiyoruz da. Başta Türkiye olmak üzere, genel Türklük açısından baktığımızda gelecekte milletimizi ciddî tehlikeler beklemektedir. Dolayısıyla, Türkçülüğün ve Türklüğün millî politikalarının ne olması noktasında önce genel problemleri tespit etmekte fayda vardır. Aslında bir bir ele alındığında hâlledilmesi lâzım gelen pekçok şey mevcutsa da, biz teferruata girmeyip, doğrudan ana meseleleri bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Elbette ki her Türkçünün kafasında bizim söylemek istediklerimiz var ve her Türkçü başka başka problemleri sıralayarak, çözüm önerilerini sunabilir. Zaten bizim yapmak istediğimiz de öncelikli hedeflerimizin belirlenmesi meselesi olduğundan, bu çalışmanın arkasından, diğer katkılarla ortak bir çerçevenin teşekkül edeceğine de eminiz.

Türk milliyetçileri dış siyasette hangi çizgide durmalıdırlar? Dünyadaki gelişmelere kulak tıkayarak, tam bağımsız bir dış politika mı, yoksa birtakım farklı tercihler ve önceliklere mi önem vereceğiz?

Bunları açacak olursak; mesela ABD ile mevcut ve sürekli aleyhimize gelişen ilişkiler ne kadar daha sürecek? Onlarla yaptığımız zarar eden birlikteliğimize son noktayı koyacak mıyız ya da bizi yavaş yavaş ortadan kaldırmalarına seyirci mi kalacağız? Tarih boyunca bu türlü bir münasebet görülmüş değildir. Sen devamlı yerinde sayacaksın, ama elin oğlu seni kullanarak, ekmeğine tereyağ ve bal sürecek! Eğer benim bu arkadaşlıktan veya sözde dostluktan zerre kadar bir menfaatim yoksa, bir yerde bu durumun sona ermesi gerekir. Hâl böyle olunca ABD’nin karşısında yeni alternatifler aramayacak mıyız? Bu noktada önümüze sunulan bir başka oluşum söz konusu ki, o da Avrupa Birliği. Bu ekonomik ve siyasî teşekkülün son yıllarda Türkiye’yi içimize alacağız diye oyalamaları ve karşımıza devamlı engeller çıkararak, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî bütünlüğüne yönelik sinsi politikaları, Avrupa Birliği hususunda da kendi kendimize, artık şu suali sordurmaya başladı: AB bir kurtuluş mu ya da sonun başlangıcı mı?

Türkiye için çareler elbette bitmez. Her şeyden önce yüce Türk milleti kendi başına bir güç ve denge unsuru olduğunu hatırlasın. ABD ve AB’nin by-pass edilerek Rusya Federasyonu, Çin gibi ülkelerle değişik alanlarda ortaklıklar kurulamaz mı? Karadeniz İşbirliği fiyaskosundan sonra yeterince imkânlarımızı ve alternatiflerimizi kullandığımızı sanmıyoruz. Ta biri caizse, bindik bir AB gemisine, ne olacağımız belli değil. Ama, hemen aklımıza gelen ve bizim yönlendirebileceğimiz yeni beraberlikler olarak Avrasya Ülkeleri Birliği, Hazar Çevresi ve Etki Alanı Ülkeleri, Türk Devletleri ve Toplulukları Konfederasyonu gibi oluşumların neden göz-ardı edildiğini anlayamıyoruz. Bunların gündemde tutulması ve uygulamaya geçirilmesi engelleniyorsa bile, bu yolda devlet mekanizması olarak bir çaba sarf ettiğimiz söylenemez.

Dış politika konusunda genel çerçeve çizildikten sonra belki söylenebilecek pek çok şey olmasına rağmen, Türkçülerin ekonomik programları ve çözüm önerileri nelerdir? Mevcut yapının devamından mı yanayız? Yani devlet ve özel teşebbüsün birlikte atılımlar yapmasını mı destekleyeceğiz veya şimdi olduğu gibi devletin herşeyden elinin çektirilerek, özel şirketler ya da kartellere mi teslim olacağız? Millî ordunun bile özelleştirilmesinin veya başka bir gücün emrine verilmesinin (AB gibi) gündemde olduğu bir zamanda, vahşî kapitalizm denilen sisteme dayanabilecek miyiz?

Bugün toplumun bir bölümü özelleştirmeden yana iken, bir kısmı da karşı çıkmaktadır. Türkçülerin, tercihleri hususunda çözüm üretmeleri gerekir. Yani özelleştirme taraftarıysak, neden sorusuna cevap verebilmeliyiz. Ayrıca özelleştirilen kurumların bir şekilde kapatılıp, üretime son verilmesi, işçi çıkarmaları da ortadayken, nasıl bir tavır takınacağız? Ve pek çok stratejik müessesenin yabancılara devri doğru mu? Onları nasıl kontrol edeceğiz? Aslında sorular görüldüğü gibi oldukça çoktur. Mühim olan, Türkçülerin bu problemlerin altından nasıl kalkacaklarıdır. Türkiye’nin ve Türklüğün gerçek manâda sahipleri, düşünürleri ve çözüm mekanizmaları da biz olduğumuza göre, bu zorlu işin bir şekilde üstesinden gelmemiz lâzımdır.

Yukarıda da sorduğumuz üzere, Avrupa Birliği Türkiye için kurtuluş umudu mu, yoksa batağın ta kendisi mi? Eğer AB, Türkiye’yi art niyetlerine âlet ediyorsa biz ne yapmalıyız? Tek başımıza ekonomik problemlerin üstesinden gelmemiz mümkün mü? Eğer cevabımız evet ise alternatifimiz nedir? Ne gibi bir yol takip etmemiz gerekiyor? AB’nin karşısında bir Türk Ortak Pazarı kurma imkânına sahip miyiz? Türk dünyasının biraraya gelmesinin önü tıkanıyorsa, başka kanallara yönelemez miyiz? Aslında soruları sorarken, yeri geldikçe cevaplarını da vermeye çalışıyoruz. Ama tabiî ki, her birinin içinin doldurulması da kaçınılmaz. Buna bağlı olarak; Çin, Kore, Japonya, Hindistan, Rusya gibi Avrupa Birliğinin dışında kalan ülkelerle yeni iktisadî teşebbüslere girişmeyi de denemeliyiz.

Bugün Türkiye, tam anlamıyla yabancı malların ve şirketlerin üssü durumuna getirilmiştir. Her isteyen elini, kolunu sallayarak gayet rahat Türkiye pazarına giriyor. Anadolu’daki küçük sanayi erbabı yok olduğu gibi, büyük Türk şirketleri de süpermarket işletmeciliğinden başka bir şey yapmaz hâle geldiler. Avrupa Birliği uyum yasaları, Gümrük Birliği gibi şartlar yüzünden ülkemiz tam bir pazar olmuş; sanayi ve tarım alanında üretim neredeyse durmuş hâldeyken bu kötü gidişatın önüne geçmek de yine Türk milletine düşüyor. Belki yabancı malların kullanımının boykot edilmesi gibi yollar denenmeli, bu işe yaramıyorsa başka çıkış noktaları bulunmalıdır. Artık çözüm üretmenin vaktidir. Yıllardır sadece eleştiri yapmakla elimize bir şeyin geçmediği ortada; bu arada atı alan da Üsküdar’da akşamlıyor.

Türkçülerin bir ekonomik kalkınma programı olmalıdır ve millî siyaseti kendisine ilke edinen partilerin tüzüklerine bunların girmesi sağlanmalıdır.

Bugün Türkiye’nin parçalanması için yapılan girişimler ve kötünün iyisini tercih etme gibi bir durumla karşılaştığımız bir zamanda, siyasî Kürtçülüğün önüne nasıl geçeceğimizin planlarını yapmak zorundayız. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nda ve Lozan’da bize kabul ettirilemeyen Sevr Muahedesi’nin şartları, yine aynı oyuncular tarafından önümüze konulmuş vaziyettedir. Apo’nun hapishaneden yönlendirdiği Kürt hareketiyle, ABD ve AB’nin desteğinde oluşan Irak’taki Kürt devleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de millî sınırlarını tehlikeye sokacak hâle gelmiştir.

Kürtçülük, Türk kamuoyunu bıktırarak, vatanımızın bir bölüm topraklarını ver de kurtul psikolojisine bizi sürüklemek istemektedir. Kırsal kesimdeki terör olayları bir yana, kentlerdeki bombalama ve suikastlerin arkasında Kürt hareketinin olduğu aşikardır. Üstüne üstlük yankesicilik, kapkaç, uyuşturucu ve beyaz kadın ticareti gibi kanunsuz işler tamamen Kürt mafyasının eline geçmiş durumdadır. Büyük kentlerdeki alış-veriş merkezlerine, deniz kıyısındaki şehirlerin turizm tesislerine, akar-yakıt istasyonlarına hep onlar sahip oluyor. Bu yolla da korkunç bir maddî güce sahip olunarak, yeni Kürt aristokrasisi ve zengin sınıfı oluşturulup, Kürt hareketine maddî destek sağlanmaktadır. Özellikle deniz kenarındaki Türk şehirlerinde çoğunluğun ve kontrolün Kürtlerin eline geçmesi, ilân edilecek Kürt devletinin uluslararası sulara açılmasının yegâne yolu olarak düşünülmektedir. Bununla beraber Türk milleti devamlı rahatsızlıklardan dolayı, kendisini yılgınlığa verdiğinden ve karnını doyurma telâşına düşürüldüğünden, ülke meselelerine lâyıkıyla kafa yormamaktadır.

Gücü eline geçiren Kürt siyasî hareketi bağımsızlık için uygun ortamı ve Birleşmiş Milletler’e müracaat zamanını bekliyor. Ayrıca Kürt nüfus bilinçli bir şekilde günden güne artıyor. Bugüne kadar hiçbir Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti Kürtlerin yoğun bulunduğu yerlerde nüfus planlaması yapmazken, hususiyetle Türk bölgelerinde aile planlaması ve kısırlaştırma işlemleri çeşitli yollarla teşvik edilerek, yayılmaktadır. Bu işlerin malî kaynağını da çoğu zaman bazı yabancı menşeli dernekler yapıyor. Buna bağlı olarak da günden güne Türk nüfus eriyor.

Türk milleti olarak tam bir kültür erozyonuyla karşı karşıyayız. Bilinçsizce ve kasıtlı olarak yapılan televizyon programları yüzünden Türkiye Türkleri dejenere olurken; Türkiye dışındaki Türklerin de kuyusunu kazmaktayız. Televizyonları Kürt aşiretleri, ağa-köylü dizileri ve lâhmacun filmleriyle, Kürt menşeli türkücüler parsellemiş durumdadır. Sanki Türk milletinin hiçbir şeyi yokmuş gibi. Bütün bu basın-yayın kuruluşlarına bir çeki-düzen vermenin zamanı geldi de, geçiyor. Ayrıca yine yabancıların Türkiye’de sorgusuz, sualsiz televizyon yayınları yapmaları ve kitap basmalarının da bir standarda konması gerekmektedir. Millî birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eden, Türk milletinin genel değer hükümlerine hakarette bulunan ve aşağılayan, gençliğin milletine ve devletine olan saygısını körelten yayınların mutlaka önüne geçilmelidir. Mevcut yasalar bu konuda ya yetersiz veya işletilmiyorsa ne yapılmalıdır?

Eğitim hususunda da ciddî çalışmalara girişilmeli, yıllardır kasıtlı olarak bir keşmekeşe sürüklenen Türk millî eğitimi bu acıklı durumdan kurtarılmalıdır. Toplumun çeşitli kesimlerinden oluşturulan bir ortak mutabakat kurumu öncülüğünde, tam manasıyla millî esaslara dayalı bir millî eğitim politikası belirlenmeli, gerekirse kanunlaştırılmalıdır. Her yeni gelen hükûmet veya bakanın, Türk millî eğitimi üzerinde oynamasına veyahut da eğitimi deneme tahtası yerine koymasına engel olunmalıdır.

Yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın değerlendirilmesi noktasında insiyatif elimizden alınmaya çalışılıyor. Derhal buna da bir çare bulunmalıdır. Türkiye için stratejik önemi haiz olan madenlerin çıkarılması ve işlenmesi konularında daha duyarlı davranılmalı ve yabancıların ellerinden bu haklar alınmalıdır. Ayrıca bizden doğan sularımızın kullanılmasına ve tekelleştirilmesine asla müsaade edilmemelidir. Zaten sürekli olarak bu konu gündemde tutularak; ileride Orta Doğu’da patlak verecek savaşın su yüzünden meydana geleceği, hatırlatılmaktadır.

Asil Türk Milletinin vefakâr Türk milliyetçileri; tarihte olduğu gibi bugün de sizleri çok ağır bir vazife beklemektedir. Türk milletini aydınlık yarınlara götürecek, yere bakan başını yukarı kaldıracak, millî kalkınma programlarını ortaya koyacak çözümler yine sendedir.

 

Orkun'dan Seçmeler