Türk Milletinin İstiklâl Savaşı’nın 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsuna çıkması ile başladığı bilinen bir gerçektir. Bu savaşın çok öncelerde 93 Harbi olarak adlandırılan Osmanlı – Rus Harbinde, Trablusgarp, Galiçya, Balkan savaşlarında, Yemen, Hicaz, Suriye ve Filistin bölgelerindeki savaşlarda ve Çanakkale Savaşlarından beri sürüp gelen, vatan ve namus savunması ile başladığı da bir başka tarihî gerçektir.
Bu savaşların tamamı Türk milletini bu topraklardan söküp atmak isteyen, başını İngilizlerin çektiği saldırganlarla, buna karşı canı pahasına direnen kadınıyla, ihtiyarıyla, genciyle ve ordularındaki son erine kadar ölümü göze almış tüm Türk Milletinin arasında olmuştur.
1877 yılı Erzurum’unda bu destanı Nene Hatun’la başlatabiliriz. O tarihte Nene Hatun (1857 doğumlu) 20 yaşındadır. Kundakta bir kızı ve yeni yürüyen bir de oğlan çocuğu olan Nene Hatunun abisi Hasan, Aziziye tabyasında Ruslarla çarpışmaktadır. 7-8 Kasım 1877 günü gece yarısı Osmanlı vatandaşı olan iki Ermeni köyündeki Ermenilerin işbirliği ve yol göstermesi ile Ruslar Erzurum’da Aziziye Tabyası’na girmeye başlarlar, 9 Kasım 1877 sabahı Erzurumlular Aziziye Tabyasının düştüğü acı haberi ile uyanırlar. Nene Hatun’un kocası evdeki baltayı kapıp diğer Erzurumlular gibi Aziziye Tabyasına Mehmetçiğin yardımına koşar. İki çocuklu Nene Hatun da ağır yaralı getirilip yeni şehit olan abisi Hasan’ın cansız bedenini bir sedirde, kundaktaki kız çocuğunu bir diğer sedirde bırakıp mutfaktan kaptığı et satırı ile Aziziye’ye Mehmetçiğe yardıma koşar. Erzurumlular bütün gün elde orakla, satırla, baltayla ve tırpanla Türk askerinin yanında savaşırlar. Sonuç 2.300’e yakın Rus ve işbirlikçi Ermeni’yi öldüren kahraman Erzurumlular topraklarını, evlerini, namuslarını ve çocuklarını korumuşlardır. 22 Mayıs 1955’de 98 yaşında ölen kahraman Türk kadını Nene Hatun’un bugün başşehrimiz olan Ankara’da bir heykelinin olmaması Türk milliyetçilerinin ayıbıdır.
1908-1912-1913 Balkan Savaşı yıllarıdır. Osmanlı’nın Süleyman Paşa önderliğinde 1354’de Anadolu’dan Gelibolu’ya ilk geçmesinden 560 yıl sonra Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Karabağ, Arnavutluk ve Makedonya’ya karşı Balkanları, Selanik’i ve Edirne’yi savunurken Osmanlı ağır toprak ve nüfus kaybına uğramıştır. Balkan savaşlarında Osmanlı’nın Balkanlardaki dört ili, Selanik, Manastır, Kosova, Yanya, İşkodra’nın bölüşülmesinden kayıpları.
Yunanistan’a 50 bin kilometrekare toprak ve 1.600.000 nüfus
Sırbistan’a 30 bin kilometrekare toprak ve 1 200.000 nüfus
Bulgaristan’a 18 bin kilometrekare toprak ve 100.000 nüfus
Karadağ’a 5 bin kilometrekare toprak ve 150.000 nüfus
Balkan Savaşı’nda Türk Ordularının kahraman askerlerinden Edirne Savunmasının başı Mehmet Şükrü Paşanın 1912 de KIYIK Tabya önünde “DÜŞMAN HATLARI GEÇİP DE ÖLÜRSEM KENDİMİ ŞEHİT KABUL ETMİYORUM. BENİ MEZARA KOYMAYIN, ETİMİ İTLER VE KUŞLAR ÇEKE ÇEKE YESİNLER. FAKAT MÜDAFAA HATLARIMAZ BOZULMAZSA KEFENİM LİFİM SABUNUM ÇANTAMDADIR BENİ BU MAHALLE GÖMECEKSİNİZ GELEN NESİLLER ÜZERİME BİR ABİDE DİKECEKLERDİR.” Vasiyeti Kulaklarımızda hâlâ çınlıyor.
Bu emir Türk askerinin vatan topraklarını savunma azmini göstermektedir.
Türk askerinin savunduğu cepheler bitmez. Trablusgarp, Galiçya, Yemen, Hicaz, Taif, İskenderiye, Tulkerim, Nasıra, Nablus, Halep yani tüm Arabistan’dan İngilizlerle ve işbirlikçi Araplarla vuruşarak geri çekilmesi Mustafa Yıldırım beyin “58 gün” kitabında geniş olarak işlenmektedir. Mehmetçiklerin Çanakkale Harbinde göğüslediği ise dünyanın en güçlü birleşik Avrupa Ordusudur. O ordunun zırhlıları, topları, Anzakları, Gurkaları, bilmem daha nerelerden toplanıp getirilmiş paralı askerleri vardır. Bu saldırgan Birleşik Batının karşısında Çanakkale’yi geçilmez ve onlara mezar yapan Mehmetçiktir.
Türk ordusunun Çanakkale’de neler yaptığını anlamak için binlerce kahraman Türk askerinden hangisini anlatalım!
Deniz savaşlarındaki Nusret Mayın gemisinin kaptanı yüzbaşı Tophaneli Hakkı Kaptan. 7 – 8 Mart 1915 gecesi döktüğü 26 mayınla düşmanın 18 Mart yenilgisini hazırlamıştır. Kahraman yüzbaşı 2 gün önce 5 Mart 1915 de kalp krizi geçirmesine karşın o gece görevini o hasta hâlinde başarı ile yapmış ama Nusret Gemisi mayınları döktükten sonra dönüş yolundayken geçirdiği ikinci kalp kriziyle görev başında karaya ulaşmadan Hakkı Kaptan şehit olmuştur. Nusret yani Çanakkale’nin kahramanlık hatırası bugün nerede? Neden müze gemimiz değil, bilen var mı?
Topçu eri Koca Seyit 18 Mart 1915 günü başlayan 16 zırhlı ve onlara yardım ve eşlik eden 300 geminin yaptığı deniz savaşının bir başka kahramanıdır. Deniz savaşı Fransız TRİUMPH zırhlısının 8.31 de ateşi ile başlamıştır. Mayına çarpan ilk gemi Fransız zırhlısı BOUVET olmuş, 639 askeriyle batmıştır, mayına çarpıp batan ikinci zırhlı İngiliz İNFEXİBLE olur. Mecidiye bataryasındaki askerlerin gemilerden açılan ateşle ölmeleri ve top mermisini namluya verme kaldıracının tahrip edilmiş olması üzerine, toprak altından henüz sağ olarak çıkarılan koca Seyit sağlam kalan 276 kg lık üç mermiyi tek başına topa yerleştirip yaptığı atışlarla üçüncü mermide İngiliz OCEAN zırhlısının dümenini vurup dümensiz geminin mayına çarpıp batmasını sağlamıştır. Mükâfat olarak Koca Seyit onbaşı yapılmış, tayın hakkı günde 1 den 2 tayına çıkarılmış ama Seyit Onbaşı arkadaşlarımın yanında boğazımdan geçmez diyerek tayın hakkını bire indirtmiştir. Balıkesir ili Havran ilçesi Manastır köyü doğumludur (Şimdiki adı Koca Seyit köyü) 1939’da ölmüştür. Düşman, Çanakkale’nin denizden geçilemeyeceğini anlar ve savaşı karaya taşır.
Ezineli Yahya Çavuş: 26.Alayın 3.Tabur komutanı Mahmut Bey ve Asteğmen Hüseyin Bey şehit olunca 25 Nisan 1915’de Ertuğrul Koyuna saldıran savaş gemilerinin top atışı destekli İngiliz alayına karşı bölüğündeki 63 aslan parçasıyla sonuna kadar topraklarını savunmak için savaşan, son Mehmetçik şehit olana kadar karşı koyan ve İngiliz alayını durduran yiğitlerin başındaki çavuşumuzdur.
6 AĞUSTOS 1915 Conk Bayırı’nı saldırgan düşmana mezar edip o toprakları geçilmez kılan Esat Paşa dır.
Çanakkale Savaşları’nda Arıburnu’nda ve daha sonra 7- 8 Ağustos 1915 Anafartalar savaşında 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in askerlerine “taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” demesi ve 57. Alayın tamamının şehit olması savaşın kaderini değiştiren emirlerdir.
Bu savaşlar Mustafa Kemal’i Albay yapmanın yanında gelecek yıllarda başlattığı İstiklâl Savaşının önderi olmasını da hazırlayan süreçtir.
Eylül ayında Churchill Avam kamarasında savaşta kimyasal silâh olarak boğucu gaz kullanma plânının insanlık dışı bulunup tenkit edilmesi üzerine kürsüye gelir ve der ki; “Kimyasal silâh kullanmak insanlığa karşı suçtur ama Müslüman Türkler insan değildir.”
10 Mayıs 1915’de İngiliz gemileri Maydos kasabamızdaki Hilâl-i Ahmer bayrağı çekilmiş olan hastanemizi bombalayarak 30 yaralı askerimizi şehit etmişlerdir.
Başkomutan vekili Enver Paşanın imzasını taşıyan 20 Mayıs 1915 tarihli yazısında İngilizlerin domdon kurşunu kullandıkları belirtiliyor.
Limni adasındaki Mondros yakınlarındaki hava üssünden kalkan İngiliz uçakları Gelibolu yakınındaki Akbaş iskelesindeki Türk hastahane gemisini bilerek bombalayıp İstanbul’a nakledilecek 200 yaralı subay ve askeri şehit etmişlerdir . Sadece Akbaş şehitliği bile Türkün savaştığı düşmanın gerçek yüzünü göstermeye yeter..
Kara savaşları sürerken Şehit Boyabatlı Âşık Mustafa Çanakkale’nin en vurucu tanımını yapmıştır “Bugün Allah ve vatan bizden razı olacak. Nefer şehit , ordu gazi olacak ”.
Çanakkale bu kadar kısa ne özetlenir ne de anlatılır, bunu iyi biliyorum Onun için Üsteğmen Zahit’in son mektubu tüm şehit ve gazilerimizden bugünün gençlerine gelen ortak bir vasiyet olarak aşağıdadır. Bu mektup Silâhlı Kuvvetler Dergisinin Mart 1978 tarihli 265. sayısından alınmıştır. Bu gibi binlerce şehit mektubunu yok sayıp bir de Çanakkale savaşlarının adını Gallipoli olarak değiştirip, ruhu olmayan, İngiliz gözüyle film yapanlara da ileride söylenecek çok sözümüz olacaktır.
“Azize (Pınarbaşı) İlçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanıma.
1- İşte bugün seferberlik ilân edildi . Ben hem kendim , hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem şerefli bir askerim.
2- Asker olmam nedeniyle, sevgili vatanımı savunmaya gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı bulamamak da olabilir. Bu gibi durumların insanlık âleminde meydana geleceği inkâr olunamaz.
3- Böyle olmakla beraber şu vasiyetnameyi yazmak hemen ölmek demek değildir.
4- Ulu Tanrı ve İlahi mukadderat ben seni, sen beni tanımadığımız ve bilmediğimiz hâlde, uzak bir memleketten bizi birbirimize nasip etti . Allah’ın emrine ve Peygamberin kavline uygun olarak nikâhımız kıyıldı. Yaşadığımız sürece geçimimizi sağlamaya çalıştım. Fakat, bizi toparlayıp bir araya getiren devletimiz harp ilân eder ve ben de vatanım uğruna şehit olursam, Ulu Tanrı elbet ruhlarımızı birbirine kavuşturur. Vatan uğruna şehit olursam bana ne mutlu . Böyle bir hâl olduğunda mevcut olan eşyam ve taşınabilir mallarımdan mihri müeccelinizi almanız için sizi vekil olarak görevlendiriyorum. Eğer bunlar yetmezse hakkınızı helâl edeceğinize ve beni borçlu yatırmayacağınıza eminim.
5- Birbirimize verdiğimiz sözlerden dönmememizi ister ve umarım. Ruhuma bir mevlit okutmak vicdanınıza kalmıştır. Kendim için başka bir şey istemiyorum. Şehitlik bana yeter.
6- Altı maddeden ibaret bu vasiyetnamemi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”
Bu mektubun içinde kırmızı kurdeleye bağlı bir de altın gibi sapsarı bir demet saç bulunmuştur. Bu saçlar, aziz şehit’in biricik yavrusu Nadide’ye aittir. Şehit Üsteğmenin cesedi bulunamamıştır.
18 Aralık 1915’de savaş bitti. 9 Ocak 1916’da Gelibolu’yu son düşman askeri de terk etti gitti. Vatan savunuldu, bedeli Tıbbiyelisinden liselisine 250 bini aşan şehit kanıyla, Türk Milletinin bir genç neslinin nerdeyse tamamının yok olmasıdır.
Çanakkale sonrası Türk Milletinin önüne konulan ana esasları 24 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda kararlaştırılıp yazılan Sevr Anlaşması’dır, bu anlaşma 11 Mayıs 1920’de Osmanlı Hükûmetine yollanırken (Artuç, İbrahim, Yeniden Doğuş- Türk Kurtuluş Savaşı-, Kastaş Yayınevi, c.1, s.149)“ Lloyd GEORGE Sultana şunları söylemeli; “Size bir parça TURKEY bırakacağız ( Hindi ) kanatları ve göğsünü alıyorsak da size yine de birkaç kemik kalacaktır.” sözü Sevr’in İngiliz’in gözündeki tanımıdır.
10 Ağustos 1920: Sevr imzalandı.
19 Ağustos 1920: T.B.M.M Sevr’i imzalayanları vatansız saydığını dünyaya ilân etmiştir.
Türk Milleti her bir ferdi ile Sevr’i kabul etmeyip bunun karşısında yapılacak tek şeyin topraklarını sonuna kadar savunma azmiyle savaşa hazırlanmak olduğunu bilir. Bu amaçla Şerife Bacı 1920 kışında İnebolu, Seydiler, Kastamonu, Çankırı, Ankara, Eskişehir yollarında mermi taşıma görevinin başındadır. Görevi başında da şehit olur.
Türk Milleti 1919-1923 arasında yaptığı İstiklâl Savaşı ile Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurar.
23 Ağustos – 13 Eylül 1921: Sakarya Savaşı 21 gün 21 gece sürer.
26 Ağustos – 30 Ağustos 1922: Dumlupınar Savaşı, Yunan Baş Komutanı Trikopis esir edilir ve Yunanı geldiği yere kovma başlar.
9 Eylül 1922: Atatürk ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR İLERİ emrini verir.
14 Eylül 1922: İzmir’in alınışı ile Yunan denize dökülmüştür.
24 Temmuz 1923’te yapılan Lozan Antlaşması ile barış gelir.
29 Ekim 1923: Cumhuriyetin ilânı, Türk Milleti Devletini kurar.
Dünyada bağımsızlığı uğruna en büyük bedeli ödeyen Türk Milletidir. Devletinin en vazgeçilmez ilkesi de bağımsızlığıdır.
1923’den sonra savaşlar artık bitti sanıyorduk; Ama 38 yıl sonrayı bir hatırlayalım: 21 Aralık 1961 yılında Kıbrıs’tayız. Yer Lefkoşe, semt Küçükkaymaklı, tek katlı bir ev, banyo küvetinde bir anne ve üç yavrusu kan banyosu yapıyorlar. Onlar Dr. Binbaşı Nihat İLHAN’ın hanımı Mürvet, oğulları 7 yaşında Hakan, 4 yaşında Kutsi ve 3 yaşında Murat idi. Bu felâketleri 1984’de batı destekli 30 000 cana mal olan PKK terörü takip eder.
ve;
2005 yılında gelinen nokta şudur: AB tam üyeliğine doğru yuvarlanan Türkiye’ye çok açık bir öneri gelir, Fransız Parlamenter ve AB parlamento üyesi olan Toubon JACQUES 24 Şubat 2005 tarihinde yapılan Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyon toplantısında T.B.M.M nin iktidar ve muhalefet temsilcilerinin de hazır bulunduğu oturumda. Türkiye’nin SEVR’İ kabul etmesini ister. Bu yazı da burada biter!