Ana Sayfa 1998-2012 “Çağrı çağıranda...”

“Çağrı çağıranda…”

“Gür saçları rüzgârda arslan yelesi gibi savrulan; şimşekten hızlı, yıldırımdan keskin; adâlet dağıtıcısı! Bizans’ın zulüm ve tasallutundan kurtulmamızı sağlayan halâskârımız! Anadolu’ya hoş geldin!..”

Ermeni târihçi Urfalı Matheos, XI. yüzyılın başlarında, Anadolu’yu keşif seferi sırasında, Çağrı Bey’i yukarıdaki cümlelerle selâmlıyordu.

Rahmetli hocamız İbrahim Kafesoğlu, Edebiyat Fakültesi’nin giriş katındaki meşhur 5 numaralı anfide, “Selçuklu Târihi” dersinde; Matheos’dan naklen, fakat, kendi hissiyâtını da ilâve ederek, öyle bir Çağrı Bey portresi çiziyordu ki, her türlü fizikî ve rûhî özellikleri ile, olağanüstü bir kumandan, bir destan kahramanı ile karşı karşıya idik. O gün, Çağrı Bey’in anlatıldığı o dersi dinleyen talebenin, doğacak ilk erkek çocuklarına konulacak bir ortak “ad”ları olmuştu: ÇAĞRI… Bu karar, açık veya g gizli, ama, çok büyük hayranlık duyguları içinde alınmıştı.

Çağrı Bey, “kahraman” tâbirinin, her bakımdan hakkını veren bir şahsiyetti. “Cesaret” ve “şecaat”e dâir, söylenecek söz bırakmıyordu. “Fazilet” yelpâzesinin her kıvrımında ve yaprağında, kendinden bahsettirecek vasıflara sâhipti. Bilhassa, alçakgönüllülük (=tevâzu) husûsunda, asırlara ve nesillere yetecek malzeme zenginliği ondaydı.

“Çağrı” ismi, “dâvet” mânâsıyla Türkiye Târihi’nin “dibâcesi”ne ne kadar yakışıyor… Anadolu’nun, Orta Asya’dan sonra ikinci ebedî Türk yurdu kılınışına vesîle olan düğün, Malazgirt ovasında, Çağrı Bey’in yazıp imzaladığı dâvet ile yapılıyordu. (“Türk” oğlumuzla “Anadolu” kızımızın 16 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt’de kıyılacak nikâh merasimini teşrifiniz….) ibâresini taşıyan davetiyenin altına: (1017 – Van Gölü sâhili – Çağrı Bey) kaydı düşülmüştü. Çağrı Bey’in keşfettiği bu topraklar, oğlunun kazanacağı zaferle, gelin alayına halay çektiler.

“Çağrı” adı, “Çakır” (yeşile çalan mâvi) tarzında bir renk ifâde ediyorsa; “Kendi Gök Kubbemiz” altında denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz boyunca uzanan, salkım-saçak, mâvili-yeşilli bir vatan coğrafyası, bu mübârek ismin içine yerleşmiş demektir.

Çağrı Bey’in künyesi, arşiv raflarına “Dâvûd” olarak düşmüş. Hz. Dâvûd’un “demir”den mülhem bilek gücü, Çağrı Bey’in büyük atası “Temür Yalığ” (Demir Yaylı)’ın yay kıvraklığı ve ok atikliği ile birleşip imrenilecek bir kuvvet sembolüne dönüşmüş. Bâkî merhûmun:

“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal,

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”.

Mısrâlarına esas teşkîl eden “mezâmirî” ve “Dâvûdî” âvâzeler, çağlar boyu yükselen “Türklük nidâları” olarak, Çağrı Bey’in armağanı olmuş.

Mâverâü’n-nehir’den Fergana’ya; Aral boyundan Hazar sâhillerine; Merv’den Serahs’a; Dandanakan’dan Malazgird’e; Herat’dan Nişâpûr’a, oradan Kars’a Van’a; Sivas’dan Konya’ya; Erzurum’dan Anteb’e, Kerkük’e Malatya’dan Bursa’ya, İzmir’e; Edirne’den Selânik’e, İstanbul’a; Budin’e, Viyana’ya dalga dalga yayılan bu nidâlar; hep, Türk milletinin geleceğine ait Çağrı Bey’in rüyâsını hakikat yapacaktır.

Bu yüzden; Malazgird’in muzaffer hükümdarı Alp Arslan’da Çağrı Bey’in “sulb”ü; Kutalmışoğlu Süleyman’da, denize varınca heyecanlanan “kalb”i görülür. Ertuğrul ve Osman Gâzi’nin sabrı, Orhan Gâzi ve Murâd-ı Hudâvendigâr’da meyve verirken; Fâtih ve Yavuz’da “ince hesaplar yapan” devlet “nakışı”; Kanunî’de ise, arzu edilen irtifâya yükselen Türk Kuşu’nun, “dünya” denilen küçük mekâna tepelerin tepesinden “bakışı”, hep Çağrı Bey motiflidir.

 

Orkun'dan Seçmeler