Düne kadar, ister KDP (Barzaniler) isterse KYP (Talabani) olsun, BM’lerin itibarlı üyesi, zengin, düzenli ordusu, uçağı tankı topu tüfeği olan Irak Cumhuriyeti Devleti’ne istedikleri verilmediği bahanesiyle! ikide bir isyan ederler, Irak askerini, polisini öldürürler, köy basarlar, yol keserler ve Irak’ta yaşayan Kürtlerin çoğu da bu isyanlara, başkaldırılara destek verir, isyancıları korur saklar, evlâtlarını daha sonraları adını “Peşmerge=Fedai” koydukları bu isyan (bugün bu isyanlara biz TERÖR, Kürtçüler SERHİLDAN diyorlar) eylemlerine gönderirlerdi. Övündükleri ve o sayede bugünlere geldiklerini ifade ettikleri “Fedai”lerin temeli 1944’lerde atıldı. Türkiye’de Siyasal Kürtçülük için PKK’nın başkaldırısı da 15.8.1984 yılında, iddia ettikleri gibi başlamıştı.
Peşmerge sayesinde bugünlere geldik diyen Talabani’nin bu ifadesi çok manidardır: “Yol kestik insan öldürdük, PKK’nın yaptıklarının hepsini daha önce biz de yaptık ve ben Kürt kimliğim ile Irak Cumhurbaşkanı oldum.”
Irak Devleti’nin tarihine bakarsak, kurulduğu günden itibaren Kürtlere yasal hakların verilmiş olduğunu görmekteyiz. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde, mahkemeler Kürtçe, ilk ve orta okullarda Kürtçe okunmakta, Bakan, Vali, Kuvvet komutanları ayrım yapılmadan, Türk hariç, Arap veya Kürt olabiliyordu, yazılarımızı takip edenler hatırlarlar, Kraliyet döneminde Genel Kurmay Başkanı olan Kürt Bekir Sami, Kürt devleti kurmak için isyan etmiş, başarılı olamamış ve öldürülmüştü, Halbuki Kürtlerin kültürel ve siyasî hakları vardı, Irak Devleti bu hakları vermiş tanımış ve uygulanıyordu, fakat Kürtlerin isteği O DEĞİLDİ, İSTEKLERİ TOPRAK ELDE ETME VE DEVLET KURMAKTI, IRAK’TA BUNU ELDE ETTİLER, BUNDAN SONRA SIRA HANGİ TOPRAKTA? Sırada Türkiye, Suriye ve İran var.
Türkiye de ise:
Talabani Kürt kimliği ile Irak Cumhurbaşkanı, Mesut Barzani Federal bölgenin başkanı, Diyarbakır Belediye Başkanı kendisini onlara benzetmiş olmasın?
Talabani Cumhurbaşkanı olduktan sonra önemli bir noktayı vurguladı “Ben Peşmerge sayesinde buralara geldim ve bu hakları elde ettik “Belediye Başkanımız da (Diyarbakır Türkiye Cumhuriyetini bir vilâyetidir) “Sayın Başbakanımızı Diyarbakır’da karşılayanların azlığını “Bize talep olsaydı kalabalığı getirirdik. Başbakan’ı kastederek sözlerini doldurursa Bir milyonluk barış mitingi yaparız” Bu sözler de en az Talabani’nin sözleri kadar önemlidir, düşündürücüdür.
Irak Devleti de Kürt başkaldırılarına isyan diyordu (terör modası daha henüz tam olarak literatürde yerleşmemişti) ve tankıyla uçağıyla isyanları bastırmaya çalışıyordu.
Peşmerge = PKK = Kürt direnişçileri, yani Kürt haklarını elde etmek için savaşanlar mıdır? PKK, Terör örgütü müdür, yoksa terör örgütü içersinde bulunan terörist bir örgüt müdür? Abdullah Öcalan ve militanları terörist midirler? Yoksa iddia ettikleri gibi Kürt Halkı önderi ve önderlerinin savaşçıları mıdırlar?
Bizim Terörist dediğimiz bu militanlara yardım edenler, yataklık edenler, siyasî alanda onlara destek verenler, yazılarında onları önder ve halklarının savunucuları olarak kabul edenlerde mi terörist?
Bu ve buna benzer yorumlar, bizleri, vatanımızı, Türklüğümüzü nereye götürür, yaratılan bu siyasî ortam, takip edilen PKK anlayışı ve bakışının isabetsizliği karşısında Türkiye Irak’a dönüşebilir mi?
Hayır, böyle bir şey olmaz diyenlerin sayısı eminim çok, benim gibi hadiselerin darbesini yemiş acısını çekmiş ve çekmekte, ortamı ve o insanları az çok iyi tanıyan, ATA topraklarının (Türkmeneli) bir kısmını (Erbil) kayıp etmiş, diğerlerini de kayıp etmek üzere olan birisinin kuşkulu, endişeli olması gerekir. Tedbir nedir? diye düşünür!
O’nun için yine temkinli olarak Kürtçülerin ve özellikle genç nesil Kürtlerin çoğu PKK yanlısıdır demek istemekteyim. Şöyle ki:
1. Kürtler-Peşmerge ve PKK- hayal de olsa, Kürdistan’ı: Güney (Irak), Kuzey (Türkiye), Doğu (İran) ve Batı (Suriye) olarak DÖRT esir ve işgal edilmiş bölgeye bölmüşler, ÜÇ bölge kurtarılmamış. Batı ve Doğu Kürdistan’da DEMOKRATİK hakların istenmesi için peşmerge ve PKK öncülüğünde ilk önce Irak’ta daha sonra Türkiye’de “SERHİLDAN” başlatmışlar. Suriye ve İran kuvvetleri ile çarpışıyorlar, demokrasi uğruna ve insanî haklarını elde etmek için Türkiye’de olduğu gibi yol kesip insan öldürmektedirler! Ve yazar KAKŞAR OREMAR
“Doğu Kürdistan’ı Yalnız Bırakmayalım” başlıklı yazısında: Şurası bir gerçek ki, Kürt sorunu sadece bölgede değil (Türkiye’yi kasıt ediyor) tüm dünyada 1900’lü yılların başından farklı olarak yeni bir evreye giriyor……… Ve Kürtler …… Dünyadaki bütün Kürtler, DOĞU Kürdistan’ ın davasına destek vermek yükümlülüğü ile karşı karşıyasınız. Demokrat ve onurlu tüm insanlar Doğu Kürdistan’ı yalnız bırakmayın.
(8.8.2005 Özgür Gündem)
“Bir başka Kürt yazar – Mahmut Alınak -” Ölüm adasında çarmıha vurulan insanlık “başlığı altındaki ibretle okunacak yazısında: Madem uluslar arası bir yargılama yapıldı o halde bu davanın tüm taraflarının yargılanması gerekirdi. Kenan Evren, Mehmet Ağar, Doğan Güreş, Tansu Çiller ve öteki savaş mimarları yargılanmadıkça bu dava tarihe eksik ve sakat bir dava olarak geçecektir. On beş yıllık kanlı bir savaş yapılmışsa, bu savaş iki taraflı olarak sürdürülmüştür. Hâlâ da öyle…… Abdullah Öcalan’dan askerlerin hesabı sorulmakta. Peki hepsi yargısız infazla öldürülen binlerce sivil Kürtün, gerillanın hesabını kim verecek? Onca faili meçhul cinayetin sorumlularından neden hesap sorulmuyor? Dört milyon insanın köylerini haritadan silerek sürgün eden suçlular neden yargılanmazlar?……..
(8.8.2005 Özgür Gündem)
Bu cümlelerin yorumunu okuyucularıma, savcılarımıza bırakıyorum.
2. Eğitim-Sen-Hasan Kılıç: Kürt sorununa terör demek bir demagojidir, Kürt sorunu bir realitedir”. Bu doğrultuda: Disk Genel-İş Şube Başkanı Hasan Çiçek, Barış Grubu, Munzur Vadisi ve Doğal Yaşam Koruma Derneği, EMEP ve DEHAP, Demokratik Çözüm ve Barış Grubu, Kürt – Der Derneği, İnsan Hakları Derneği ve daha bir çok Türkiye’yi sevmeyen, benimsemeyen, kabullenmeyen AYDIN ve Kuruluşlar bir “SORUNUN” olduğunu iddia etmektedirler, sorunun da A. Öcalan’ın önerdiği “Demokratik Konfederasyon” yolu ile çözülmesini isteyenleri biz hâlâ tanımlamaktan çekinmekteyiz. Diyarbakır’ın devlet memuru sıfatını taşıyan Belediye Başkanı, Cankurtaranın önüne PKK bayrağı asmış, asar tabiî. PKK Kürtçülüğün peşmerge gibi silâhlı gücüdür, bunu bilmek, düşünüp çare bulmak hepimizin, Türkiye’yi sevenlerin, Türklüğümüzün görevidir.
Kürt yazar “Karakoçam” bir yazısında: Kürtler de eski Kürt değildir. Demirel söylevciliği dönemi de bitmiştir, demagoji, canım-ciğerim’ci ifadelerin hükmü kalmamıştır, yazıyor.
Doğru ve cesur bir ifade, bizim de tespitlerimize göre bugünkü Kürt düşünce itibariyle de 10-15 yıl önceki Kürt değil. Melik Fırat ve Şerafeddin Elçi gibi, bu ülkede üst düzeylerde görev yapmış, makamlara gelmiş, refah içinde yaşayan zatlar: “Kardeşlik öyle mi olur, bana hakkımı vermiyorsun ve bana biz kardeşiz diyorsunuz” diyebilmektedirler. Nedir hakkınız, nedir dilinizden düşürmediğiniz sorununuz? Sorulduğunda, düne kadar açık olarak ifade edilmemekte iken bugünlerdeki gündemden cesaret alarak 23.8.2005 tarihinde Hak ve Özgürlükler Partisi G. Başkanı Melik Fırat Başbakan’a yazdığı mektupta, Kürtlerin federatif yöntem, genel af, yeni anayasa, demokratik ortamda siyasal faaliyet isteklerini sıraladıktan sonra, devlet yanlış politikasını kabul ettiğine göre, bunu 82 yıldır inkâr ve asimilasyonun resmikabulünü ve bundan sonra terk edileceğine ilişkin bir yaklaşım görmek ve KÜRT SORUNUNUN DA DÜNYADAKİ örneklerine benzer bir şekilde çözülmesini istiyor. IRAK’TAKİ KÜRTLER GİBİ DEMEK İSTİYOR. Ve bizler hâlâ konuyu birbirine karıştırmaya, yorumlamaya veya saptırmaya devam ediyoruz, siyasî Kürtçülük akımını ve silâhlı güçlerini görmezlikten geliyoruz. Ölen teröristlerin gömülmelerinin Abdullah Öcalan posterleri, Federasyon ve PKK Bayrakları eşliğinde mitinglere dönüştüğünü Türk milleti ıstırap içinde içini çekerek görürken, yetkililer suskun. Batman başka bir ülkenin toprağı.
Adını ne koyarsak koyalım, karşımızda siyasal bir Kürtçülük var, arkasında, yanında destekçileri, yardım edenleri, propagandacıları ve silâhlı güçleri var, PKK siyasal alana inmiş, kan dökerek Demokratik çözüm yolu istiyor.
Merhum Özal 15.8.1984’de Kürtçü terör örgütünün ilk isyanını önemsememiş, daha sonraları federasyonun tartışılabileceğini ortaya atmış, kiminle federasyon? Kimse sormamış, yetkili makamlar üzerinde durmamış! Kürt devleti peşinde olanları ağırlamış ve kırmızı pasaport verdiği kişinin arabuluculuk yapmasını istemiş, o da yapmış, vatan haini PKK devlete ateş kes ilân etmiş ve Sayın Cumhurbaşkanım O gece ilk olarak rahat uyumuş. Daha sonraları Sayın Demirel Diyarbakır’da Kürt realitesini tanıyoruz demiş ve Ankara’ya döndükten sonra da “Kürt kimliğini tanımak lâzım” buyurmuş, Sayın Mesut Yılmaz, Diyarbakır sanki Türkiye’nin bir vilayeti değilmiş gibi “AB’ye giden yol Diyarbakır’dan geçer” sözüne verdiği cevapta “Neden Diyarbakır’dan geçer biliyor musunuz? AB’ye giden yol Türkiye’nin nerede bir sorunu varsa çözmekten geçiyor.” Bask modeli isteyenler, Kürtçe yayın ve eğitim hazırlığı isteyen yetkililer ve bugünkü durumu hazırlayanlar. Bugüne geldiğimizde hiç zamanı değilken, Sayın Başbakan, başka bir milletin, başka bir ülkenin şehri imiş gibi, PKK’nın sorumluları tarafından Başbakan’a karşı eylem yapılmaması talimatı gölgesinde, Türk şehri, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vilâyeti olan Diyarbakır’a gitmiş, sokaklar tenha, konuşma alanında 4000 Polisin kalabalıklığı, az sayıda vatandaşın önünde tarihe mal olan, bir yerde “sorunlarımızı” dile getirmiş. Etkili kurumlar daha önce olduğu gibi bunun üzerinde de neden durmadılar?
Sayın Başbakanım, Kürt sorunu var, bu benim de sorunum diyorlar, olabilir. Bu dedikleri sorun, partisinin sorunu mu, yoksa Türklerin olan, Türklerin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunu mu? Bir de dedikleri bu “Sorun” nedir, bu sorun bütün Kürt vatandaşlarımızı kapsıyor mu? Yoksa PKK destekli siyasal Kürtçüleri mi içine alıyor? Bunları Türk milleti önünde açıklamakla yükümlüdürler. Ben şuyum, istediğim ile görüşürüm, yarın içini doldur derler ve arkasından da Irak misâli tamiri mümkün olmayan sonuçlar çıkar, o zaman da mı sayın Başbakan bu benim sorunumdur, görüşeceğim kimseleri sizlere mi soracaktım mı diyecekler?
Geçmişle hesaplaşma, çok ağır bir söz, Şeyh Sait’i idam ettiren, Abdullah Öcalan ve bunlara yataklık edenler, hâlâ Türkiye’yi parçalamak için PKK ve Peşmergeyi koruyanları yasa önünde cezalandıranlardan ve yukarda “Mahmut Alınak” yazısında yazdığı gibi, Kenan Paşa ve bu ülkeyi korumak kollamak için çalışan, dağlarda gece gündüz Türk milletini koruyan, Türk vatanının bölünmezliğini önleyenlerden mi hesap sorulacak? Ve hesaplaşmaya gidilecek?
Daha çok demokratikleşme, yani elimi verdim kolumu da sen kopar, kanımda Kürt kanı var diyenler, Türk Cumhurbaşkanı oluyor, Türk Millî Eğitim Bakanı oluyor, ha bu yetmez biz Kürt kimliği ile buralara gelmek istiyoruz. diyorlarsa, ki diyorlar, bizlerin de Türkiye’yi Türk kimliği ile korumak ve sonsuza kadar yaşatmaktır görevimiz. Uzlaşma, diyalog, kiminle? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlarla mı, yoksa teröristlerle ve başları benim diyen katille iş birliği yapan Kürtçü bölücülerle mi? Devlet devletle uzlaşır, diyaloğa gider, devletinin bakası, devamlılığını koruyan Mehmetleri şehit edenlerle, sayın önderim diyen yanlı siyasetçilerle ne masaya oturur ne de uzlaşır, yakalar gerekli olanını yapar, yapmak zorundadır. Uzlaşma, diyalog, ancak ve ancak Türklük için, Yüce Türk Milletinin yüce çıkarları için devletlerle yapılır.
Sayın Başbakanımın uygulamaya koymak istedikleri bu ve buna benzer önerileri, 2003 Ağustos ayında yasalar karşısında vatana hıyanetten idama mahkûm olan Abdullah Öcalan’ın Kürt sorunu dediği, “sorunda uzlaşma ve çözüm önerileri”nde yer almaktadır. Üzülerek, sıkılarak yayınlanan bu önerilerden birkaç satır:
“Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, serbest siyaset yapmanın koşulları yaratılmalı. Siyasal Partiler ve seçim yasası demokratik ölçülere göre yeniden düzenlenmeli. Yerel Yönetim yasası çıkarılmalı. Kürt olgusu kabul edilmeli. Kürtlerin demokratik siyasal ve kültürel hakları verilmeli, anayasa güvencesi altına alınmalı. Koruculuk kaldırılmalı. Uzlaşma, diyalog sağlanmalı VE ŞU ANA KADAR YÜRÜTÜLEN YANLIŞ POLİTİKALARDAN DOLAYI DEVLET KÜRTLERDEN ÖZÜR DİLEMELİ. Sayın Başbakan’ım, A.Öcalan’ın bu önerilerini danışmanlarından, daha önce bazı gazetelerde yayınlandığını duymamıştır, duymuş veya öğrenmiş olsalar Diyarbakır’da aynı lâfları söylerler mi hiç? Ama gene de danışmanlarını gözden geçirmeleri, Türklerin olan Devletimizin millî menfaatleri için iyi olur düşüncesindeyim.
Bu istekler “kuşlar” tarafından Melik Fırat’a iletildi Oda Sayın Başbakanımıza yazdı, Sayın Başbakan’ımın Diyarbakır’daki demeçlerinde Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ciddî bir şekilde tehlikeye atan, tartışmalara neden olan, ABD, AB ve KÜRTÇÜLERE yarınımız için kapı açan bu fikirler, 12 Aydın ve Danışmanları tarafından mı verildi? Şüpheliyim, şüpheliyim çünkü “Ben bu ülkenin 12 düşünürü ile aydınıyla oturup konuşuyorum. Onlarla görüşmemeliymişim. Sana mı soracağım da görüşeceğim? İşine bak. Kiminle görüşeceğimi, kiminle oturup dertleşeceğimi, bunun hesabını ben yaparım. Ben bunu yaparken tüm arkadaşlarımla değerlendirerek yaparım. Bunun fayda, zarar değerlendirmesi bize ait bir sorundur. Onun hesabını da biz veririz”. diyen Sayın Başbakan aslen Yahudi olan ABD Büyükelçisi Morton Abromowitz ile gazeteci Ruşen Çakır’ı aracı yaparak görüşmüş ve dostlukları kesintisiz sürmüştür. Bu bilgileri veren Sayın “Ergün Poyraz Patlak Ampul” isimli eserinde devamla: 15 Ekim 1996 tarihinde Erdoğan’ı makamında ziyaret eden ve “Kürt sorunu kendi haline bırakılamaz diyen” Abromowitz, Erdoğan’a “Siz Türkiye’nin geleceği için çok önemlisiniz”. Ve Erdoğan da, Abromowitz’in olumlu ve çok sıcak bir mesaj getirdiğini söylüyor. Abromowitz’in gözünde, “Türkiye’de otuzu aşkın etnik grup var. Biz bu gruplardan bir mozaik oluşturacağız” diyen Tayyip Erdoğan bulunmaz bir nimetti. Zira Erdoğan’ın Türk kelimesini duyunca âdeta tüyleri diken diken oluyor. Ausburg’da yaptığı konuşmada – Sen ille de Ne mutlu Türküm diyene dersen kaidedir, etki tepkiyi doğurur. Öbürü ne diyecek, Ne Mutlu Kürdüm Diyene, diyecektir – sözleriyle adeta …….. hıncını…….” Bu konuşmalarının yanına bir de daha önce hazırlattıkları “Kürt Raporunu” eklersek, demecin, aydınların, Kürt aydınlarının, neden, niçin ortaya çıktığını yorumlamak ve Diyarbakır’ı Büyük Orta Doğu Merkezi veya Başkenti görenlerin, AB’nin yolunun Türk toprağı olan bu şehirden geçer diyenlerin gözleri Kuzey Doğu ve Batı’yı Güneye benzetmek için 12 Aydın ve Sayın Başbakanımın yaptığı değerlendirmeyi ve önerilerini anlamak kolaylaşır.
Konu çok uzun, elimizde belgeler çok, birkaç öneri ile:
1. Yıllardan beri para kaynağı olan HABUR KAPISI kapatılmalı. Bu konuyu 57. Hükümet zamanında dile getirmiştik. İkinci KAPI açılmalı, bugüne kadar neden açılmadı, bu sorgulanmalıdır.
2. Türkiye Türklerindir gerçeği karşısında, hangi etnik yapıdan olursa olsun bölücülük yapan, yazı yazanlar, maddî ve manevî destek verenler, yataklık edenler yasalar önünde cezalandırılmalı.
3. Şanlı Bayrağımızın dışında başka bayrakları taşımak, asmak yasaklanmalı.
4. Devletimizin değişmez yasalarının değişmesini teklif edenler, cezalandırılmalı.
5. Türkiye’den Irak’a ve genel olarak Kuzey Irak’a yapılmakta olan ticaret Barzani’nin elinde veya onun aracılığı ile yapılmaktadır. Kürt ortağı olmayan ticaret yapamaz söylemlerini ve ticaret yapanları bir an önce kontrol altına almalı, engellemeli. Mersin birinci sırayı almakta.
6. PKK ve Siyasal Kürtçülük birbirini tamamlayan iki olgudur, bugünden sonra bunları ayrı tutmak, yorumlamak Türk milletini yanıltır. Buna kimsenin hakkı yok. Yasalara uyan, bu vatanı seven sayan Kürt kimliğinde nice vatan evlâtları var.
7. Siyasal Kürtçülük ve PKK’nın terör eylemleri ne iktisadî, ne de sosyal veya kültüreldir, amaç tektir, O DA TOPRAK ELDE ETMEKTİR, UĞRAŞLARI BUNUN İÇİNDİR, kimse kimseyi kandırmasın, teşhisi doğru koyalım, gözümüzün önünde işte Irak, işte Kuzey Irak’ın devletleşmeye doğru giden federasyon yolu, Batman’da, Nusaybin’ de cereyan eden olaylar, o bölgenin belediye başkanlarının tutumu, partilerinin gerçek yüzü.
8. Türkiye 1991’den itibaren bugüne kadar takip ettiği Türkmen POLİTİKASINI YENİDEN TEZ ELDEN GÖZDEN GEÇİRMELİDİR.
9. İstanbul, İzmir, Mersin, Diyarbakır, Van, Batman ve Nusaybin gibi bir çok yerlerde PKK’yı ve Abdullah Öcalan’ı destekleyen, Polisi taşlayan, molotof kokteyli atıp yangın çıkaranları, vatanını savunan koruyan askerlerle çatışmada ölenleri şehit ilân edenleri okumaktayız, TV kanallarından seyretmekteyiz. Bu ve buna benzer olaylar Irak’ta yıllar önce cereyan ediyordu, işte sonuç. Beni vuran, toprağımda gözü olan BİN YAŞAMAZ, bu yılan deliğinden çıkmış zehir kusuyor, zehir, demokrasi, insan hakları, kalkınma projeleri, istediğin kadar yer yetmez. Onlar toprak ve devlet kurmak istiyorlar. Sıkı yönetim ilânının zamanı daha gelmedi mi? İmralı sakininin emirberlerine sorarsanız, serhildanı durdurmak “Kürt halk önderini ve onun savaşçılarını af etmek, masaya oturup dedikleri gibi sorunu anayasayı değiştirerek çözmekten geçermiş”
10. Şunu bilmek gerek, Türkiye’de ve komşu ülkelerde, Irak’taki gelişmelerden örnek alarak, kuvvet alarak yardım alarak Kürtçülük cereyanları hızlı bir artış göstermektedir. PKK veya Peşmerge buna hizmet etmekte, engellerini ortadan kaldırmakta ve Kürt vatandaşlarımızı parayla veya korkuyla yanlarına çekmektedir. Bu cereyan son gelişmelere bakılırsa her gün artış göstermekte. Kürt sorunu var, benim sorunumdur demekle bu cereyana ilhâm verilmiş, teşvik edilmiştir. Devlet tarafından kabullenilmiş, itiraf edilmiş anlamına gelir.
Türkiye, önü alınmazsa yükselen bir Kürtçülük dalgası ile çok ciddî sıkıntılar içinde kalır.
Türk milleti olarak önümüzde siyasî iktidarların, özellikle de bu iktidarın tutumu, politikası sayesinde, Türkmenler yok olurken, ülkemizi parçalamakta olan “CİN” şişeden çıkmıştır, onu şişesine sokmak için, boş bırakılan sokaklarımızı yeniden doldurmak gerekir.
İş Türk Milliyetçilerine ve gençlerine düşen budur. Tanrım, onları titret kendilerine gelmelerini sağla.