Ana Sayfa 1998-2012 Bu Ne Aşağılık İştir

Bu Ne Aşağılık İştir

Bir süreden beri “haysiyet” kelimesinin mânasını unutmuş görünüyoruz. Böyle bir kavram hiç olmamış, şimdi de hiç yokmuş gibi davranıyoruz. “Şeref” ile “onur” ise erkek isimleri olarak hayâl meyal hatırlanıyor. İnsanların bir vakitler bu kavramlar uğruna hayatlarını verdikleri söylense kimse inanmayacak. Buna karşılık, yüz paralık bir menfaatten bahsedilse gözlerimiz parlıyor, heyecanlanıyoruz. Böyle olunca da, menfaat için haysiyeti feda etmek çok kimseye olağan geliyor.

Bu “çok kimse”nin içinde, on gün önce Atina’ya giden bankacı ve gazeteci grubu da var. Finansbank’ı satın alan Yunan NBG yönetimi, bu bankanın üst yöneticileriyle birlikte bir kısım gazeteciyi de Atina’ya davet etmiş. Maksat, NBG’yi tanıtmak. Ama, asıl niyetin başka olduğu anlaşılıyor. Zira, sunumun yapılacağı toplantı salonuna topluca gidilirken koridorları ba ştan aşağı “süsleyen” tabloların arasından geçiliyor. Bu tablolarda tarihteki Türk-Yunan savaşlarından sahneler yer alıyor. Meselâ, bunlardan birinde, elinde sancağı ile yere düşmüş Türk askerinin kafasını topuklarıyla ezen Yunan askerleri canlandırılıyor. Yunanlılar, bizim bankacı ve gazeteci grubunu, şüphesiz maksatlı olarak, Türklüğü aşağılayan bu tabloların arasından geçirdikten sonra salona alıyorlar. Orada da duvara asılı bir harita dikkatleri çekiyor. Bu haritada Kıbrıs’ın tamamı ile Türkiye (evet, Türkiye) Yunanistan’ın mavi rengi ile boyanmış. Yani bütün bu toprakların Yunanistan’a ait olduğu belirtiliyor.

O tabloların böyle muhafaza edilmesi Yunan’ın şuur altındaki niyetini ve aynı zamanda ileriye ait projelerini açığa vuruyor. Haydi bunu yaptın, bari Türk heyetine yapacağın sunum için başka bir salon düşünsene. Hayır, amaç, o heyettekileri aşağılamak ve mânen ezmek. Böyle olunca bizimkilere düşen, toplantıyı derhal terk etmek ve ilk uçakla Atina’dan ayrılmak olmalı, değil mi? Evet diyorsanız, çok gerilerde kalmışsınız demektir. Hâlâ şeref, gurur, haysiyet gibi kavramların tutsağı durumundasınız. Küresel kültürden nasibinizi almamış, çağın gerisine düşmüş sayılırsınız. Halbuki bizim gazetecilerimiz filân öyle mi ya, maşallah pek çoğunun sindirim sistemi mükemmel çalışıyor. Hazım dereceleri yüksek. O kadar ki, eline iki dolar sıkıştır, istersen yüzüne tükür. Tepki vermez. Refleksleri tamamen kaybolmuştur. Yalnız koku alma duyguları gelişmiş. En küçük çıkar kokusunu uzaklardan bile alabiliyor.

Kamuoyunu temsil ettiklerini her fırsatta tekrarlayan bu gazeteciler, kendilerine sunulan bilgileri bir güzel dinlemişler ve duvardaki haritayı pişkinlikle seyrederek yemek vaktinin gelmesini beklemişler. İnsanın “ziftin pekini yeseydiniz” diyeceği geliyor. İki günlük gezi ve üç kap yemek için insan kendi haysiyetini feda eder mi yahu? Bu adamların beyinleri midelerine mi düşmüş? Vicdan denilen nesneyi hayatta hiç duymamışlar mı?

Sorabilirsiniz: “Bu adamlar kim? İsimleri açıklansın da öğrenelim”. Adlarının ne önemi var ki. Medya denilen çalkantıya dikkatlice bir bakın, bunlardan sürüyle göreceksiniz. Nemli toprakta kıpırdaşan solucanlar gibi yaşarlar: Yiyerek ve çoğalarak. Başka bir gayeleri, hele idealleri yoktur. Kimden çıkar umarlarsa onun havasını çalarlar. Eh, o zaman da böyle başa böyle tarak. Hakareti hazmediyorlarsa, aynı zamanda bunu hak ediyorlar da demektir. İyi de, acaba yüreklerinin biraz daraldığını, kendilerinden bir şeylerin eksildiğini hiç fark etmiyorlar mı?
 

Orkun'dan Seçmeler