Ana Sayfa 1998-2012 Bu Düzen Devam Etmeli mi?

Bu Düzen Devam Etmeli mi?

Bir tarihte, duvarları süsleyen “Uyan milletim, soyuluyorsun” sloganlı afişleri hatırlıyoruz. Şimdi bu afişler yok, soygunlara karşı ciddî mücadele azmi yok, tabiî herhangi bir iyileşme de yok.

Ne oldu da o sloganlar unutuldu? Milletimiz gerçekten uyandı da soygunlar mı önlendi, yoksa her şey kanıksandı da artık “böyle gelmiş, böyle gider” tevekkülüne mi dönüldü?

Çevremize baktığımız zaman, irili-ufaklı soygun anlayışının devam ettiğini, münasip çaplarda soygunların sürüp gittiğini görüyoruz. Soyguncuların elleri, büyük çapta devlet hazinesindedir. Soygundan pay kapmak isteyenler ise, maşallah kuyruktalar. Siyasette bir yer edinmenin, aynı zamanda soygun düzeninde hisse sahibi olmak anlamına geldiği, neredeyse değişmez bir kural olarak kabul edilmiş gibidir. Herkes biliyor ki, bir avuç vurguncunun hazineden çalıp götürdüklerinin bedelini, zavallı vergi mükellefleri karşılıyor. Böyle bir düzende “vergi reformu” adıyla yapılan aldatmacaların hiçbir çözüm get iremeyeceğini “büyüklerimiz” bir türlü anlamıyorlar. Bu anlayışsızlığın acısını, sonuçta toplum olarak hepimiz çekiyoruz.

Artık, yüksek ahlâkî değerlerden, Allah korkusundan, vicdandan filân da bahsetmenin pek yeri kalmadı. Bu değerlere kulak asan kim? Mânevî hayatımız kemirile kemirile öyle bir noktaya geldik ki, bunlardan söz edenler neredeyse gülünç duruma düşüyorlar. Hâle bakın! Bizi bu duruma düşürenler, her gece televizyonlarda yüzümüze sırıtarak bakıyorlar. “Ey namus, neredeysen çık” diyenler toplumda hor görülüyor, soygun ve vurgun düzeninin mimarları ise alkışlanıyor. Böylesine ters bir anlayışın yükünü hangi vicdan kaldırabilir?

Soygun düzenine karşı çıkanlar; görünmeyen, amansız bir çarkın dişlileri arasında öğütülüp gidiyor. Hangi üst makamda bulunurlarsa bulunsunlar, dürüstlüğü savunanlar kolayca harcanıyor. Günde iki trilyon “zarar” eden, yani resmen soyulan devlet kurumlarını kısa zamanda kâra geçirmenin bedeli, siyaset sahnesinden tasfiye edilmek oluyor. Tasfiye işlemi için gerekçe bulmak kolay, beli silâhlı adam bulmak daha kolay.

Her alanda ve her boyda “mafya” etrafımızda cirit atıyor. Arazi mafyası, orman mafyası, ihale mafyası, çek-senet mafyası ve daha başkaları, neredeyse köklü kurumlar hâline gelmiş. Bunlara karşı çıkmak cesaret işi. Uyum ve istikrar peşinde olanlar, bu çirkin düzenin devamından rahatsızlık duymuyorlar. Yüce Divan teşebbüsleri, parmak hesabıyla söndürülüyor, yargı yolu kapatılıyor. İddialar ve gerçekler bir türlü gün ışığına çıkarılamıyor. Bilmiyorlar ki, herkesin ağzında pelesenk olan “demokrasi” işte asıl bu gibi sahte düzenlerle zedelenir, ufalanır, yok olur.

Bu düzenin Türk ekonomisine verdiği zararı araştıran hiçbir ekonomist yok. Ahlâk dünyamızın, aile yapımızın nasıl parça parça edildiğini inceleyen hiçbir sosyologumuz yok. Soygun düzeni, sanki bizim kaderimizmiş, onsuz yaşayamazmışız anlayışı hüküm sürüyor.

Devlet dairelerinin çoğunda rüşvetsiz iş gördürmek artık hayâl oldu. Bu yolu deneyenler alay konusu yapılıyor ve önlerine bir sürü engel çıkarılıyor. Yasaklar ve cezalar, rüşvet rayicinin artmasından başka hiçbir işe yaramıyor.

Bu hâllere düşmüş bir devletin pâyidar olması mümkün değil.

Kabına sığmayan ve dizginlendikçe hamle yapan Türkiyemizde şüphesiz iyi işler de yapılıyor. Çirkinlikleri ve kötülükleri, felâket tellâllığı olsun diye sıralamıyoruz. Ama, olumsuzluklara göz kapayarak, onları görmezden gelerek bir yere varmanın imkânı var mı?

Türkçülüğün ahlâk ilkeleri sert ve müsamahasızdır. Devleti soyanların, halkı sömürenlerin hoş görülmesi, Türkçülüğün hiçbir ilkesiyle bağdaşmaz. Tam aksine, bu gibilerin tam karşısında olmamız gerekir. Onun içindir ki, Türkçülüğün hasımları az değildir. Bunların başında çıkar çevrelerinin gelmesini de yadırgamamak lâzımdır.

Türkçülük anlayışının bütün ülkeye hâkim olmasını, soygun düzeninden kurtulmak için tek çare olarak görenler haksız değildir.
 

Orkun'dan Seçmeler