Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiser yardımcısının not defterinden.
26 Eylül 2004
Raporun açıklanmasına on gün gibi kısa bir süre kaldı. Bazı pürüzler var. Türkiye’ye ümit vermemiz lâzım. Ancak, bunun ölçüsü ne olacak? Bazı üye devletler, yeni şartlar ileri sürülmesini destekliyor. Fakat, Kopenhag kriterlerinden fazla ne isteyebiliriz ki? Bugüne kadar ne istedikse aldık. Kıbrıs’ta en büyük tavizi verdiler. Bizim Kıbrıslı çocukların işbirliği de etkili oldu. Gerçi biz de epey para harcadık. Zana’ları serbest bıraktırdık. Öcalan’ın da yeniden yargılanmasını sağladık. Bunların kabul edileceğini hayâlimizden bile geçiremezdik. Ama, oldu işte. Yarın Paris’e gidip Chirac ile basına kapalı bir görüşme yapacağım. Bu danışmamız, raporun nihaî şekli üzerinde etkili olacaktır.
27 Eylül, 2004
Monsiegnur Chirac’ı endişeli buldum. Fransızların çoğunluğu Türkiye’nin AB üyeliğine karşıymış. Bu durumda, onun da Türkiye lehine bir tutum sergilemesi imkânsız. En iyisi yeni şartlar ileri sürelim diyor. Meselâ, Fırat-Dicle havzasındaki su kaynaklarının milletler arası bir kurul tarafından denetlenmesi gibi bir şart. Ben, bunun ilerleme raporu içinde yer almasını pek uygun bulmadım. Onun için tavsiyeler raporuna eklenmesini teklif ettim. Böylece fazla dikkat çekilmez ve Türk hükûmeti de vatandaşlarını ikna hususunda daha fazla güçlük çekmez. Bizans’ın canlandırılması fikrine gelince: Bunu hangi Avrupalı istemez? Şimdilik Chirac’ın “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” tarzında bir başlangıçla nabız yoklaması uygun olacaktır.
29 Eylül, Berlin
Alman meslekdaşımla ilerleme raporu üzerinde fikir alışverişinde bulunduk. Alman hükûmeti olarak Türkiye’ye tarih verilmesine karşı çıkamayız diyor. Çünkü, tank satışı ve diğer bazı ekonomik çıkarlar, Türklerin gücendirilmemesini gerektiriyormuş. Bunu anlayışla karşılamak lâzım. An cak, bizim esas politikamız, Türkiye’yi kapıda bekletmek ve bu bekleyişi mümkün olduğu kadar uzun bir süreye yaymak. Meslekdaşım, Almanya’daki muhalefetin Türkiye aleyhtarı tutumunu koz olarak kullanmanın iyi bir metot olacağını düşünüyor. Kıbrıs Rum Kesimi’nin tanınmasını ve Türkiye’nin onlarla Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamasını şart olarak koyabiliriz diyor. Böyle bir şartın kılıfına uydurulması pek zor olmayabilir. GAP bölgesinin milletler arası bir kurulun denetimine bırakılması yeni bir dayatma olarak görülebilirse de, Almanları bu fikre yatkın buldum.
1 Ekim, Brüksel
İlerleme raporunun yazım işi tamam. Buraya ilâve edilecek pek fazla bir şey yok. Azınlıklarla ve yeni azınlıklar ihdası ile ilgili bölümler genel kabul görmüş vaziyette. Ortodoks patriğinin ekümenikliği ve Ruhban okulunun açılması için de fazla gayrete gerek kalmadı. Bunlar yoluna girmiş sayılmalı. Müzakere tarihi verilse bile, bu müzakerelerin ucu açık tutuldukça bir garanti söz konusu değil. Yani, bizi bir taahhüt altına sokmaz. İlerde yeni ve daha önemli şartlar ileri sürdüğümüzde bunların kabulünde güçlük çıkarsa bunu pek âlâ kullanabiliriz. Öğleden sonra Kardinal Cezarini cenapları ziyaretime geldi. Papa hazretlerinin mesajını getirmiş. Papa, Avrupa Birliği’nin temelinde Hristiyanlığın bulunduğuna vurgu yapılması için ısrarlı. Türkiye’nin de, ancak Hristiyan kimliğine bürünürse birliğe aday olabileceğini belirtiyor. Kardinale, bu hususta, bütün üye devletlerin görüş birliğinde bulunduğunu söyledim. Ama, bunu birlik anayasasına açıkça koymanın gereksizliğini de ayrıca belirttim. Türkiye, belirsiz bir süre oyalanıp küçültüldükten sonra zaten birliğe alınmayacağına göre, Papa’nın bu samimî endişesi de bence yersiz.
4 Ekim, Strasbourg
Bugün Avrupa Parlamentosu’nda çeşitli üst düzey temsilcilerle temaslarda bulundum. Üzerinde birleşilen noktalardan biri şu: Türkiye’yi birliğin jandarması olarak nasıl kullanabiliriz? Müzakere tarihi verelim, bunun aslında hiç de önemi yok diyorlar. Tarih verilsin ki, Türkiye’yi temsil edenlerin ümitleri kaybolmasın. Görüşmeleri olumlu bir havaya sokarak, üye yapılmadan askerî gücünün birlik emrine verilmesini sağlayabiliriz. Ancak, Türk silâhlı kuvvetlerinin ağırlığını çok azaltmamız gerekecek. Bu yoldaki baskılarımız Türk hükûmeti tarafından da iyi karşılanacaktır. Onlar da bu durumdan şikâyetçi. Böyle bir gelişmeyi sağlayabilirsek, bunu diplomasimizin yeni bir zaferi olarak görmemiz doğru olacaktır. Bir diğer ortak nokta da, yabancıların Türkiye’den toprak alma işleminin başarıyla devam ettiği hususudur. Geçmişteki baskılarımız olmasaydı bu gelişmeyi göremezdik. Demek ki baskı politikasına devam etmemiz yararlı olacak. Türkiye’de bazı çevreler buna ‘dayatma’ adını veriyorlarsa da bizimle işbirliği hâlindeki büyük medya ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bu sesleri kısmamız pek âlâ mümkün.
6 Ekim, Brüksel
Rapor bugün açıklandı. İlk tepkiler henüz bize ulaşmış değil. Ancak, benim dahi çok ağır gördüğüm yeni şartlarımızın Türk hükûmeti tarafından sükûtla karşılanacağı muhakkaktır. Zira, her türlü tâvize açık bir durum sergilendiği meydandadır. Bundan azamî şekilde yararlanmamız gerekiyor.
10 Ekim, Ankara
İnanılır gibi değil. En iyimser tahminleri dahi aşacak şekilde bir manzara ile karşı karşıyayız. Ülke güvenliği ile ilgili çok ciddî ve ağır şartları ihtiva etmesine rağmen, ilerleme raporu Türkiye’de âdeta bayram havası yarattı. Şimdiki ve gelecekteki bütün üyelere garanti edildiği hâlde, Türkiye’ye serbest dolaşımın hiçbir zaman verilmeyeceği ifadesi dahi pek yadırganmadı. Geçiş dönemi yardımlarının en az on yıl süreyle verilmeyeceği şartı da sessiz karşılandı. Buna bir nevi tasvip diyebiliriz. Bizim adamlarımızla Ankara’da yaptığım görüşmelerde bu hususların da tepkisiz kalacağı ve başka aktüel konularla üstünün örtüleceği yolunda garantiler aldım. Tabiî ki, bu garantilerin bedelini ödememiz lâzım. Biz cömert davranırsak, yakında Ermeni tehciri konusunda Türkleri suçlayıcı beyanların bazı ‘Türk’ tarihçileri tarafından ileri sürüleceği bildirildi. Bu, önemli bir gelişme. Ben de, Avrupa Parlamentosu’nun Ermeni soykırımının tanınması yolundaki kararını hatırlattım. Ermenistan konusunun böylece yeniden gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu da, Türkiye’nin güçsüzleştirilmesi ve daha uzun vadede küçültülmesi plânlarımıza uygun düşecektir.
Önümüzdeki aşama 17 Aralık tarihidir. İlerleme raporuna ve hele tavsiyeler ve etkiler raporlarına tepkilerin çok zayıf olması bizim için ümit vericidir. Bu durumda, birlik Türkiye’ye müzakere tarihi vermelidir. Korkacak hiçbir şey yok. Eğer tarih verilirse, bunun Türkiye’de müjdeymiş gibi karşılanması için gereken tedbirler zaten alınmıştır.
11 Ekim, Ankara
Brüksel’e dönüyorum. Ankara ziyaretimden sonra içim rahat.
Yarışma 3.sü
CEMAL KATIRCIOĞLU
Nazilli’de 1971’de
doğmuşum.
İlkokulu bu ilçede,
orta öğrenimimi Aydın’da
tamamladım.
Tapu-Kadastro Okulu’nu
bitirdikten sonra devlet
memuriyetine girdim.
Hâlen bu görevimi
sürdürüyorum. Memuriyet
gereği bulunduğum
şehirlerdeki mahallî
basında denemelerim ve
makalelerim yayınlandı.
Bir ara hikâyeler de
kaleme aldım. Ancak
bunları henüz
yayınlamadım. Okumak
tutkum var. Özellikle tarihî
ve siyasî konuları tercih
ediyorum. Evliyim.
Çocuğum yok. Biraz
Almanca biliyorum.
DÜZELTME ve ÖZÜR
84. sayımızda yayınlanan “Hür Düşünce” başlıklı yazının imzası Murat Soyer (ileritedavi@bioenerji.org) olacaktı. Düzeltir, özür dileriz.