Ana Sayfa 1998-2012 BİR TÜRKÇÜNÜN SON MEKTUBU

BİR TÜRKÇÜNÜN SON MEKTUBU

Bir gün bir mektup alsanız ve o mektup içinizi titretip yüreğinizi dağlasa ne yapardınız?

İşte, aşağıda okuyacağınız mektup, o mektup…

13.07.2006-Taşkale

Sevgili Dostlarım,

İşte gidiyorum, artık aranızdan ebediyen ayrılıyorum. Canım çok yanıyor ama takdir-i ilâhîye karşı elden ne gelir? Beyin tümörünün beni çok fazla yaşatmayacağını ve sayılı günlerim kaldığını öğrenmek ilk anda yıktı beni, kabul ediyorum ama bu genç yaşımda öleceğimden dolayı pek de müteessir değilim. Doktor, “kendini hazırla” dediğinden beri hatıraların gözümün önünden film şeridi gibi geçişiyle beraber bu mektupta yazacaklarımdan başka bir şey düşünemiyorum. Hâlâ aklım başımdayken ve hâfızama mâlikken son satırlarımı yazmak istedim. Sahi, ne yazacaktım ben? Evet, derdimi dökecektim size bu son hitabımda…

Gözlerim dalıyor… Dünü, bugün de yaşıyoruz. Hep içimiz burkuldu milletimizin başına gelenlere. Şehit cenazelerinde yumruklarımızı sıktık ve sabrettik. Hakaretlere ve alaylara vakur duruşumuzla mukabele ettik. Bu millet için ölümlerden ölüm beğendik de eğilmedik. Evlâtlarımızın üstüne titredik, geleceğimiz olacaklar diye. Ya şimdi geldiğimiz bu nokta niye?

Sahi, biz ne için mücadele ettik? Kimin için serden geçip ömrümüzü fedâ ettik? Bakıyorum çevreme, şehrime, ülkeme… Gelinen bu noktada biz kime hizmet ettik?

Türk olduğumuz için suçlandık, Türk milliyetçisiyiz diye yaftalandık, şehit verdik, yine de damgalandık. Bütün bunlar ne içi ndi? Dümen suyuna girmedik diye enayilikle bile suçlandık. Meyvelerimizi kimler topluyor kardeşler şimdi?

Bu milletin sevdasına, bu ülkenin namusuna adadık kendimizi. Ama baldırı çıplaklar oldu milletin efendisi. Sekiz sütuna manşet olmuş Ritaların ve alkışlanan Pompeililerin rahatı için mi hebâ ettik biz kendimizi?

Bu ülke için mücadelemiz, Müslümanlık taslaya taslaya Hristiyanlara ve Yahudilere hizmetkârlık edip “değişmeden değişenlere” mi yaradı yoksa? Kürtçüler at oynatsın, AB’liler ve AB’ciler azarlasın diye mi yaşıyoruz bu ülkede? Küresel sermaye nutukları atanlar ve vatanı elinde tespihle satanlara mı yaradı vazifemiz? Liberalizm sevdalıları Batılı ortakları ve efendileriyle daha kolay işler çevirsin diye mi şehitler verdik yoksa? Yoksa Yahudi dönmeleri geleceğimize karar versin diye mi çektik onca cefâyı?

Biz bu ülkenin birliğini ve dirliğini, “birileri” rahat etsin diye mi sağlamaya çalıştık? Biz bu Cumhuriyet’i, Türk’ün düşmanları Türk’ü kendi yurdunda aşağılasın; hattâ yönetsin ve pazarlasın diye mi kurmuştuk? İçim yanıyor ama artık benim elimden çok şey gelmez dostlar.

Eğer benim hasta yatağımda içim acıyorsa büyük Atatürk’ün de kabrinde kemikleri sızlıyordur, eminim. Ona yeterince lâyık olamamanın kahrıyla yaşıyorum her gün. Ben ki, hep onurumuzla yaşayıp geleceğe ümitle bakmayı düşledim ülkemde. Gelin görün ki, kimlerin elinde yönetildik on yıllarca… Soruyorum sizlere, biz kimin için ve ne için mücadele ettik?

Ama hayır, biz hatâlı değildik! Üstümüzden nemalananlar oldu, mücadelemizin vâsıtasıyla rahat edip yolunda yürüyenler oldu, sâyemizde ürüyen itler oldu, ekmeğimizi yiyip çanağımıza pisleyenler oldu, fakat hatâlı değildik! Biz sadece vazifemizi yaptık!

Hep söyledim, Türk’ün iki kötü huyu vardır: Biri aşırı iyi niyetimiz, diğeri ise sabrımız. Kötü görmeyiz, kötüyü düşünmeyiz ve karşımızdakini de kendimiz gibi biliriz. Bıçak kemiğe dayanmadıkça ayağa kalkmayız. Bunlar belki birer erdem, ama çakalların dünyasında erdemler saflıktan öteye geçemiyor. Bunları fark etmeden adım atmak da maalesef kör kuyulara yürümek gibi

Birileri sırtımızdan geçinip ihanet etse de iyi niyetimiz sayesinde itler ürese de üstümüze topyekûn gelinse de Türk milliyetçileri olarak bir sorumluluğumuz vardı. Biz bu topraklarda ve Türk’ün yaşadığı her yerde insanca ve onurlu bir şekilde yaşamak ve geleceğe güvenle bakmak için didindik. Çocuklarımız refah içinde yaşayabilsin ve ele müdâna etmesin, hiçbir zaman boyunları bükülmesin istedik. Çok şey mi istedik? Hayır, elbette ki biz sadece ve sadece hakkımız olanı istedik. Ama medenî(!) âlem ve hâin artıklarımız bunu bize çok gördü. İçimizdeki kanı bozuklar, sayemizde rahat edip rahat rahat sövdü.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türklüğün alt kimliğe düşürülmeye çalışıldığı, Cumhuriyet değerlerimizin alt üst edildiği, varlığımızın ve birliğimizin tartışıldığı, Türk milliyetçisi olmanın suç sayıldığı bu çirkef dönemde yaşamak ıstırap veriyor insana. İnsanımıza, milletimize serzenişlerle hitap ettik ve anlattık gerçekleri, ama zaman oldu hafife alındık. Hattâ sorgulandık ve suçlandık ama yılmadık. Öldük, öldürüldük ama hiç durmadık. Her şeye rağmen yine küsmedik. Çünkü milletimize küsemeyiz, böyle bir lüksümüzün olmadığını hiç unutmadık. Şimdi yine iyi niyetimizin ve sabrımızın cezasını çekiyoruz milletçe…

Kardeşlerim,

Ben giderim ama sizler kalırsınız. Türk bayrağını taşıyacak civanmert yiğitler, Türk milliyetçiliğinin gereğini ve zaruretini bilen Türkler hep var olacaktır. Bu yüzden umudumu yitirmiş değilim. Çünkü Türk’ün lügatinde umutsuzluk diye bir kelime yoktur!

Türk Birliği’ni göremeden gideceğim için bir nebze de olsa hüzünlüyüm. Bu sebepten, “Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.” diyen Atsız Hoca gibi gözüm açık gideceğim. Ancak, gelecekte ülkemdeki içler acısı durumun ehil ve “öz” ellerce düzeltileceğine olan imanımla tesellî buluyorum. Türk Birliği’nin yakın gelecekte medeniyet ufkuna bir güneş gibi doğacağını hayâl ettikçe de gönlüm huzur buluyor.

Bu dünyadan geldik ve geçiyoruz. Kalanlara selâm olsun. Tüm kardeşler gayrı dik dursun, ama ataları gibi “dikleşip” dimdik dursun! Başınız eğilmesin, ocağınız sönmesin, umutlarınız tükenmesin!

Tüm dostlar hakkını helâl etsin. Bizden yana da helâl olsun. Türk gibi yaşayıp Türk gibi ölmenin kıvancıyla… Tanrı Türk’ü korusun!

 

Orkun'dan Seçmeler

Bayrak-Mayrak

AHLAK HAKKINDA