ARI BİZİZ, BAL BİZDEDİR…
(Türkçenin Bahçesinde Bir Gezinti)-XI
Mehmed Âkif’in:
Bir de Istanbul’a geldim ki, bütün çarşı, pazar
Nârâdan çalkanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!
mısrâlarında tablolaştırdığı 1908 Meşrûtiyeti’nde, başlıca şu fikir cereyânları vardı: Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük, Garbcılık(Asrîlik). Bu fikirleri savunanlar arasında, dil konusunda da belirli ayrılıklar bulunuyordu.
Türkçenin sâdeleşmesini ve halk konuşmasına yakın bir dille yazılmasını isteyenler, daha ziyâde Türkçülerdi. Ancak, İslâmcılık fikrini benimsemesine rağmen, Mehmed Âkif’in dilde, Türkçülerinkine yakın bir çizgide olduğu söylenebilir. O, dil münâkaşalarının harâretlendiği sıralarda yazdığı bir yazıda: “Evet, lisânın sâdeleştirilmesi farzdır. Gazetelerde zâbıta vukuâtı öyle ağır bir lisânla yazılıyor ki, avâm onu bir duâ gibi dinliyor… Avâmın anlayabileceği meâni i, avâmın kullandığı lisân ile edâ edilmeli, lâkin, bir icmâl-i siyâsî Çağatayca yazılmamalı. Çünkü, iki taraf da anlayamayacak.” (1) diyordu. Âkif, “Şimdi Türk edebiyâtından Arabî, Fârisî kelimeleri kaldırıyorlar. Bu hususda siz ne dersiniz?” sorusuna da: “Biz bunu zâten yapıyorduk. Ancak, bu birden olmaz. Yavaş yavaş olmak lâzım. Benim Safahât’larım sırasıyla tedkîk olunursa görülür. Meselâ Âsım, diğerlerine nisbetle daha sâde ve Türkçedir.” (2) cevâbını veriyordu.
Âkif’in, şahsına münhasır ve bugün de milliyetçi münevverlerimizin benimsediği bu görüşleri istisnâ edilirse; İslâmcı, Osmanlıcı ve Garbcı fikirleri savunanlar, biraz da ideâlleriyle uyuşmadığı için, sâde Türkçe üzerinde fazla durmamışlardır.
Mehmed Emin Yurdakul’un, daha 1897 Yunan Savaşı devâm ederken:
“Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur!”
mısrâlarıyla şuûrlu biçimde ateşlediği Türkçülük hareketi, ilk andan itibâren dil işleriyle meşgûl oldu. Pek çok edebiyat târihçimiz, Mehmed Emin’in şiirlerini san’at değeri bakımından değil, açtığı yeni çığır açısından önemli bulmaktadır. (3)
Mehmed Emin Yurdakul’un “Türk’üm!” diye yükselen sesinin ardından, Selânik’de çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisinde sık sık dilde sâdeleşme konusu işlenir. Yeni Lisân diye isimlendirilen bu görüşün etrâfında Ali Cânib, Ömer Seyfeddin ve Ziyâ Gökalp gibi, Türkçülük hareketinin öncüleri vardır. Sonraki yıllarda Ziyâ Gökalp’ın sistemleştireceği Türkçülük veyâ Millî Kültür Ülküsü’nün programında, önemli yerlerden birini de Türkçecilik konusu alacaktır.
1908 Meşrûtiyeti’ni hazırlayan dönemde ve 1908’den sonra, birbirleriyle çeşitli plâtformlarda mücâdele eden İslâmcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve Garbcılık hareketleri içinde, Türkçeyi millî bir dâvâ hâline getirenler, Türkçülerdir. “Millî dil, onların hem amaçları, hem vâsıtaları olmuştur. En çok muvaffak oldukları alan da budur. Ancak millî edebiyatçılardan sonradır ki, Türkçe bir yazı dilinden bahsetmeye hak kazanıyoruz.” (4)
1908’i tâkib eden yıllarda baş döndürücü bir hızla gelişen olaylar ve bilhassa Balkan Savaşları sonunda, Osmanlıcılık fikri, kendi kendini fesheder bir duruma düştü. Birinci Dünyâ Harbi’nin arkasından, son vatan topraklarında millî istiklâl mücâdelesine giriştiğimiz dönemde ise, “İslâmcılık fikri şehîd oldu ve Türkçülükle Garbcılık fikirleri ağır yaralandı.” (5)
1 – Ali Karamanlıoğlu, a. g. e. s. 93
2 – Fevziye Abdullah Tansel, Mehmed Âkif Ersoy, İstanbul, 1973, s. 171
3 – Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı-III, İstanbul, 1974, s. 44
4 – Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, a. g. e. s. 13
5 – Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul, 1938, s. 97