Türk Edebiyatı’nın Nisan ve Mayıs 2010 tarihli sayılarında yayınlanan “Uzun Bir Ömrün Kısa Bir Özeti” başlıklı yazıma Reha Oğuz Bey’in büyük oğlu Tuğrul Türkkan’dan bir izahname geldi. Tuğrul, babası hakkındaki yazımın bazı noktalarına itiraz ediyor ve kendi görüşüne göre açıklamalarda bulunuyor.
Baştan belirteyim ki, Tuğrul Türkkan’ın yanlış algıladığı iki önemli husus var. Birincisi “Uzun bir Ömrün Kısa Bir Özeti” isimli makale Reha Oğuz Türkkan’ın yaşamını ele alıyor” tespiti. Hayır, ben o yazımda Reha Oğuz’un hayatını ele almıyorum. Sadece bildiklerime, gözlemlerime ve duygularıma dayanarak bir portre çizmeye çalışıyorum. Onun için o yazı bir biyografi yazısı değildir. Biyografide bulunması gerekli bazı hususların yazımda yer almamasının sebebi budur. Eğer Reha Oğuz’un biyografisini yazacak olsam böyle bir yazı dergi hacmini çok aşacaktır. Kaldı ki, kısıtlı bir portre yazısı bile, derginin iki sayısında ancak yayınlanabilmiştir.
Tuğrul Türkkan’ın tam algılayamadığı ikinci husus şudur: Herhangi bir şahıs hakkındaki değerlendirme aile içi biri, hele oğlu tarafından yapılıyorsa başkadır, onların dışındaki biri tarafından yapılıyorsa yine başkadır. Oğullar, babalarını yüceltirler, bu tabiî bir eğilimdir, yadırganmaz. Ama, başkalarının da aynı tutumda olmalarını beklerlerse hayâl kırıklığına uğrarlar. Tuğrul’un benden bir mehdiye beklediği anlaşılıyor. Bunu bulamayınca da olumsuz düşüncelere kapılıyor.
İnsan, kırk yıllık yakın bir dostunun arkasından yazarken iki seçenekle karşılaşıyor. Ya dostluk saikiyle yazacaktır, yahut da mümkün olduğunca tarafsız gözle bakarak bir portre yazısı kaleme alacaktır. Sırf dostluğa dayanan yazı tam bir medihname olmaya adaydır. Ben bu yolu seçmedim. Zira 33 yıldan bu yana yazdığım portre yazılarının karakterini değiştirmek doğru olmazdı. Kaldı ki, Oğuz Bey, aynı dergide yazdığımız için benim bu tarz yazılarımın tamamını okumuştur. Hattâ bazıları hakkında konuştuğumuz, tiplemeler üzerinde gülüştüğümuz de olmuştur. Çok kere de “Öldükten sonra benim hakkımda da böyle bir yazı yazarsın” demiştir. Tuğrul Türkkan’ın benim bu tür yazılarımı ve kitaplarımı okumadığı, belki de hiç görmediği anlaşılıyor. Bu yüzden portre yazılarımın karakteri hakkında bir fikre sahip değil. Bu yazılarda çok kere dikenli noktaların da bulunduğunu bilmiyor. Bu tarz yazılardan biri ile karşılaşınca da -babasının oğlu olarak- celâlleniyor. Halbuki bu yazı Oğuz Bey’in sağlığında yazılmış olsaydı, o, küçük kahkahalarından birini atarak “Altan’a bak, nelere dikkat etmiş” deyip geçerdi. Ben Oğuz Bey’i böyle hoşgörü sahibi bir aydın olarak tanıdım.
Benim portre yazılarımın sayısı sanırım 80’i aşmıştır. Bu yazılarda yakın veya uzak tanıdıklarımın belli başlı özelliklerini belirtmeye çalıştım. O yazıların yayınlanmasından sonra konu edinilen kimsenin yakınlarından (eşlerinden veya evlâtlarından) bugüne kadar hiçbir tepki almadım, hiç kimse izahname göndermedi, uzun açıklamalarda bulunmadı. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorum. Onun için de garipsiyorum. Bir edebiyat dergisinde vaki olmasını da pek uygun görmüyorum.
Yazımda kısaca değindiğim Atsız –Reha Oğuz ilişkisine izahnamede uzun bir bölüm ayrılmış. Benim temas etmek istemediğim konular hakkında –pek vakıf olunmadan- açıklamalar yapılmış. Önce şunu belirteyim: Atsız ve Reha Oğuz grupları arasında 1940’ların başında yapılmış olan karşılıklı suçlamalar Türkçülük tarihi bakımından çok talihsiz gelişmelerdir. Her iki taraf da birbirlerini ağır şekilde suçlayan broşürler yayınlamışlardır. Böylece (kırık kolun yen içinde kalması gerekirken) birçok gereksiz iftira ortalığa dökülmüştür. Sonra da Türkçülük düşmanları bunları birer koz olarak kullanmışlardır. Ben ilk gençliğimden beri bu kavgayı çok yanlış ve her iki tarafı da haksız bulmuşumdur. Hocam ve sonra çok yakınım olmasına rağmen bu konuda Atsız Bey’in tarafını tutmamışımdır. Tuğrul’un benim 32 yıl önce basılmış, on yıl önce de ikinci baskısı yapılmış olan “Tanıdığım Atsız” kitabımı da görmediğini sanıyorum. Görseydi dikenli sayılacak ifadelerin orada da bulunduğunu fark edecekti. Bu durumda bana “Atsızcılık” etiketini yapıştırmaktan herhalde kaçınacaktı. İlke olarak bana şahıslara izafeten lakaplar takılmasından hoşlanmam. “Türkçü” sıfatından başkasını da benimsemem. Tuğrul’a da, derinliğine bilmediği hususlarda onu bunu yaftalamaktan kaçınmasını tavsiye ederim.
Oğuz Bey’in bir yazısından alıntı yaptığım “tarihçi ve yazar olarak, her zamanki gibi gözünü budaktan sakınmadan, inandığı fikirlere imanla dolu bir hayattan sonra Atsız ve kardeşi Sancar Allah’ın rahmetine kavuşmuşlar” ifadesinin onların 1975’teki ölümlerinden sonra yazıldığı açıkça bellidir. Tuğrul Türkkan, yeni bir yanılmayla bu olumlu görüşün 1960’larda kaleme alındığını sanıyor, üstelik bu yanılgı üzerine fikir inşa ediyor.
Tasvip etmediğim ikinci husus Atsız – Reha Oğuz çekişmesinin bugün de kan dâvası gibi devam ettirilmesidir. Kendilerini “sahici Türkçü” addeden bazı gençlerin, Atsız’ın mirasçısı gibi, Reha Oğuz’a düşmanlık beslemelerinden çok rahatsız olmuşumdur. Hâlâ da olmaktayım. Ama görüyorum ki, şimdi de Tuğrul –bu defa Reha Oğuz savunucusu olarak- aynı kan dâvasına katılmak niyetindedir. Bundan şiddetle kaçınmasını dilerim. Tarihe intikal etmiş o tatsız tartışmaları canlandırmanın kimseye, hele Türkçülüğe hiçbir faydası yoktur.
Tuğrul Türkkan, besbelli ki benim yazımı dikkatli okumamış. Babasının hangi fikirlerine değer verdiğimi yazmamışım. Yazımdaki “Reha Oğuz Türkkan hayatı boyunca takip ettiği Türkçülük yolundan hiç şaşmadı”, “Ne kadar değişik alanlarla ilgilenirse ilgilensin, Reha Oğuz, Türkçülük konusunda hayatı boyunca sabit kadem olmuştu…Türkçülüğü rehber tutmaktan geri kalmamıştı. Türkçülükte 70 küsur yıl direnmek her kula nasip olmuyordu” gibi yüceltici ifadelerin farkına varmadığı anlaşılıyor. Bunları yazdıktan sonra bir de ayrıca Türkçülük hakkında uzun açıklamalar yapmak mı gerekir? Reha Oğuz’un her şeyden çok Türkçü tarafına değer verdiğim açıkça anlaşılmıyor mu? Onun Türkçülükle ilgili her yazısını, her kitabını övgüyle karşılayıp teşvik etmişimdir. Tuğrul’un bunu bir kere daha tekrarlaması bana anlamsız geliyor.
Genel kabul görmüş olan anlayış şudur: Yazarlar, yazdıklarından ve ancak onlardan sorumludur. Ayrıca, bir yazar, yazısını kaleme alırken bir konuyu uzun, bir konuyu kısa tutmuşsa bu onun tercihidir. Öyle uygun görmüştür. Buna da kimsenin itirazı olmaması gerekir. Tuğrul Türkkan ise, tam aksine –hem de suçlayıcı bir eda ile- bazı hususlara değinmediğim, bazılarında da ayrıntılara girmediğim için şikâyetçi görünüyor. Bu tavrını, onun yazı hayatına uzak olması gibi makul bir sebebe bağlamak istiyorum.
Prototürkler denilen en eski “Türklerle” ilgili çeşitli tahmin ve tasavvurlar ortalıkta dolaşmaktadır. Mısır’da kullanılan hiyeroglif yazısının Türklerin mirası olduğunu, eski Türklerin anayurdunun Ötüken merkezli Kuzeydoğu Asya değil, Malezya veya Siyam taraflarında bulunduğunu ileri sürenler bile var. Dikkat çekici olan şu ki, bu iddiacıların hiçbiri akademik tarih öğretimi görmüş kimseler değil. Bu yüzden tarih metodu hakkında yeterli donanımları bulunmuyor. Önce iddialarını ortaya koyuyor, sonra bunları ispat etmeye çalışıyorlar. Karşılıklı kontrol edilmiş bilgi ve belgelere değil, kendilerine hoş görünen çıkarımlara başvuruyorlar. Reha Oğuz’a olan yakınlığım, onun bu kapsamdaki Kızılderililer faraziyesine katılmamı niçin zaruri kılsın? Sadece bu konuyu değil, başka bazı konuları da eleştirdiğim zaman Oğuz Bey hiç kızmaz, hak vermese bile tepkili davranmazdı. Hattâ bazen kendisi “Acaba şu meselede doğru mu hareket ettik?” diye sorar, cevabım olumsuz ise de alınmazdı. Onun için, benim yazdıklarımdan incinebileceği düşüncesi isabetli değildir.
Tuğrul Türkkan, temas ettiğim bazı konulara itirazda bulunur gibi başlıyor, bir takım izahlardan sonra da benim vardığım sonuca varıyor. Yahut bazı konularda babası adına mazeretler ileri sürüyor. Bence bütün bunlar gereksiz. Onun yaşı ve mevkii, benim Oğuz Bey’le olan özel dostluğumu kavramak ve değerlendirmek için yeterli değil. Bu yüzden telâşlanmasına, babasının hatırasını bana karşı savunmaya kalkışmasına hiç gerek yok. Onun “yakın dost” görünen bir takım akıldânelerin tahriklerine kulak asmayacak olgunluğa eriştiğini ummak istiyorum.
Son olarak şunu belirteyim: Bu yazı, hayatım boyunca isteksizce ama mecburen yazdığım birkaç yazıdan biridir. Rahmetli Oğuz Bey’in ruhunu incitecek yegâne şey, ölümünden sonraki böyle bir tartışmanın sürüp gitmesidir. Ben buna fırsat vermek niyetinde değilim. Onun için bu konuya bir daha dönmeyeceğim.