12. yüzyılın sonları ile 13. asrın başlarında yalnız Türkleri değil, o zamanki dünyanın büyük kısmını içine alan Asya ve Avrupa’nın bütün milletlerini yakından ilgilendiren hadiseler cerayan etmiştir. Neticede bu sırada bilindiği üzere yeryüzüne yeni bir düzen vermeye çalışan Türk-Mogol Devleti’nin kuruluşu gerçekleşti.
Çok kısa bir sürede, o çağdaki dünyanın yarısına yakın bir kısmına hakim olan Çingiz Han, ölümünden önce ülkesini dört oğlu arasında paylaştırdı. Bu taksimata göre; büyük oğlu Cuci’ye kuzey-batı, yani Kıpçak topraklarını, Çagatay’a Türkistan’ı, Ögedey’e Doğu ülkelerini, küçük oğlu Tuluy’a da merkezi, yani baba ocağını vermişti. Dolayısıyla daha sonraları Türk tarihinde Altun Orda ismiyle yerini alan ve bir siyasî teşekkül olan bu devlet, Çingiz’in oğlu Cuci’nin payına düşen bölgede teessüs etti. Cuci 1227 yılında, bir sürek avı sırasında ölünce, geriye on sekiz oğlu kalmıştı. Bunların içinde en büyüğü Orda, sonra Batu geliyordu. Başa geçme hususunda Orda ile Batu arasında anlaşmazlık çıkınca, mesele Çingiz Han’a intikal etti. Çingiz, Batu için altın aksamlı Ak-Orda, Orda için de gümüş aksamlı Gök-Orda kurdurdu. Altın gümüşten daha değerli olması hasebiyle, böylece Batu hanlık mevkiine geçmiş oluyordu.
Çingiz Han ölmeden önce, üçüncü oğlu Ögedey’in hükümdar olmasını istedi. Onun hanlığıyla beraber, Türk-Mogol kuvvetleri dört bir tarafa akınlarını sürdürdüler. Bu teşebbüslerden özellikle Avrupa’ya doğru yapılanı Altun Orda tarihi için daha önemlidir. Orduların yönetimi görünürde Batu’nun elindeydi, ama hakikatte onları sevk ve idare eden, meşhur komutan Subutay’dı. 1236’larda başlayan bu harekâtın asıl sebebi, 1223 senesinde İdil boyundaki keşifler esnasında, Don Nehri civarındaki Bulgarların düşmanca tutumlarıydı. Sonuçta başta Bulgar şehri olmak üzere, pek çok yerleşim birimi ortadan kaldırıldı. 1237’deki bu akın kış mevsimine rastlamasına r rağmen, Slav topraklarına hızlı bir şekilde girildi ve Moskova civarları yakıldı. Bu sırada Rus knezleri (beyleri) arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden, savaşlar çıktı. Gerçekte bu durum, Ruslar açısından müspet sonuçlar doğurdu. Artık güneydeki Kiev Rusyası değerini yitirerek, kuzeydeki Moskova bölgesi yükselişe geçti.
Türk-Mogol kuvvetleri planlandığı biçimde seferin ilk aşamasını tamamladılar. Rusların karşılarına ciddî ve organize bir kuvvet çıktığında, hiç de bir tehlike olmadıkları anlaşıldı. Arkasından Kuman-Kıpçaklara da bir darbe indiren Batu Han, 1241 tarihinde Kiev’i zaptederek, âdeta Avrupa’nın göbeğine daldı. Bu suretle 1240-41 seferi başarıyla neticelenmiş, binlerce km. genişliğindeki Doğu Avrupa sahası ele geçirilmişti. Çingiz, sağlığında bu bölgelerin Cuci’ye verileceğini söylediğinden, Batu’nun zaptettiği yerler de dolayısıyla kendisinin olacaktı. Batu 1241 yılında İdil Nehri’nin aşağı kesimlerine gelerek Orda’sını (karargâh), yani merkezini kurdu. Burasına Saray adını verdi. Kısa zamanda eski Bulgar ve İdil şehirlerinin yerini aldı. Bu bölgelerin en önemli siyasî merkezi oldu.
Ögedey, batı seferlerinde Subutay’a yardımcı olsun diye Batu (Cuci’nin oğlu), Börü (Çagatay’ın oğlu), Güyük (Ögedey’in oğlu) ve Mengü (Tuluy’un oğlu) gibi tiginleri vazifelendirdi. Aslında bu sefere büyük oğulların katılmasını Çagatay önermişti. Böylece ordunun kuvvetinin ve itaatın büyük olacağına inanılıyordu. Bir müddet sonra bu kardeş çocuklarının arasının açıldığını görüyoruz. Tiflis’in zaptı esnasında Batu yeğenleriyle beraber bir kurultay toplamıştı. Mecliste herkesten önce içmiş ve bu durum da Börü ile Güyük’ün hoşuna gitmeyince, toplantıyı terk etmişlerdi. Çünkü kendilerini Batu ile eş görüyorlardı. Ama gerçekte en yaşlıları da Batu’ydu ve Büyük Han tarafından onların lideri seçilmişti. Dolayısıyla Batu, bu olayı Ögedey’e şikâyet etti. O da, herkesin içinde bu yaptıklarından dolayı Güyük’ü azarladı. Başarının kendine değil, bizzat Subutay’a ait olduğunu söyledi. Belki de Çingiz’in torunları arasındaki mücadelelerin ilk ciddî tohumları bu sırada atıldı.
1242 tarihlerinde Çagatay Han ile Ögedey vefat ettikten sonra, Mogol begleri arasında kıyasıya mücadeleler başladı. İlk önce Çagatay ve Ögedey’in çocukları birleşerek Tuluy ve Cuci nesline karşı çıktı. Sonra da Çagatay ahfadıyla, Ögedey’inkiler arasında mücadeleler oldu. Hepsi yeni ganimetler ve topraklar peşine düştü. Devlet yeni bir han seçilinceye kadar Ögedey’in eşi, Töregene Hatun tarafından idare olundu. Ögedey sağlığında vâris olarak kaganlığa üçüncü oğlu Küçü’yü tayin etmişti; fakat o Sunglarla yapılan bir savaşta ölünce (1236), Küçü’nün büyük oğlu Şiremen müstakbel kagan olarak belirlendi. Töregene, 1246’da Batu’ya rağmen, oğlu Güyük’ü han seçtirdi. Bu durum ülkede bir karışıklığa sebep olacaktı ki; Güyük’ün ölümü ile ortalık tekrar sakinleşti. Muhtemelen o Batu tarafından bir şekilde ortadan kaldırılmıştı. Yine devletin başında bu sıralarda bir kadın olan Güyük’ün hatunu Ogul-Kaymış’ı görüyoruz. 1248’den 1251’e kadar devlete o başkanlık etmiştir. Bundan sonra hükümdarlık Çingiz’in küçük oğlu Tuluy nesline geçti. Tuluy’un oğlu Mengü’nün tahta çıkmasını herkes onaylamak zorunda kaldı. Mengü Kagan talihsiz yeğenlerini acımasızca cezalandırmıştı. O, Güyük’ün ölümü üzerine hanlığa naiplik etmiş olan karısı Ogul Kaymış’ı da bir çuval içinde suda boğdurdu. Başa geçtiğinde 43 yaşında olan Mengü, Çingiz Han’dan sonra Mogol kaganlarının en dikkate değer olanıdır. Az konuşan, debdebe ve gösterişten uzak, sadece av sırasında dinlenen bu kagan, atasının yasasına ve hükümlerine yeniden büyük önem verdi.
Elbette ki Çingiz’in torunları arasında en büyükleri ve dirayetlisi olması hasebiyle Batu’nun yeri bambaşkaydı. Çingiz yasalarının icabından dolayı, Karakurum’daki hana bağlı gözüküyorsa da, aslında herkes onun gücünün farkındaydı. Batu Han, İrtiş Nehri boyundan, Aral Gölü’nün kuzey çevresi de dahil olmak üzere Kama ve bütün İdil havzası, Özü ve Turla (Dnestr) mıntıkasına kadar uzanan geniş bir sahada yeni bir idarî sistem kurdu. 1255 yılına kadar yaşadı ve o “Sayın Han” unvanını taşıyordu. Öbürleriyle karşılaştırdığımızda Çingiz soylular içerisinde en akıllıları ve güçlüleri Cuci nesli çıktı. Onlar, hem Deşt-i Kıpçak’a, hem de Sibirya’nın büyük bir bölümüne hâkim olarak neredeyse 16. asrın sonuna kadar varlıklarını sürdürdüler. Ayrıca Batu Han’ın kumandasında fetihler yapan kuvvetlerin 600.000 kişiden ibaret olduğu söylenmektedir. Bu kuvvetin sadece 60.000 kişisi Mogol asıllıydı. Bununla beraber, Reşideddin’in bize aktardığı Çingiz Han’ın vasiyetine göre, Büyük Kagan Batu’ya ancak 4000 esas Mogol veriliyor, geri kalan ordular ise müttefik Türkler olan Kıpçaklar, Bulgarlar, Oguzlar ve diğerlerinden meydana geliyordu. Bu da bize, Altun Orda Hanlığı’nın kısa bir süre içinde nasıl Türkleştiğini ve Müslümanlaştığını göstermeye yetmektedir.
Batu’nun ölümünün ardından başa geçen Berke döneminde Altun Orda’ya İslâmiyet nüfuz ettiği gibi, Berke Han kendi adına para bastırarak, âdeta Karakurum ile olan bağını da kopardı.
Neticede iktidar kavgaları ve çekişmeleri yüzünden koskoca Altun Orda Hanlığı parçalandı. Onların bu mücadeleleri Rusya’nın yükselmesine yaradı. O zaman beylerin gözlerini sadece şahsî çıkarlar bürümüştü. Hanların ve boyların birbirleriyle mücadelesi kendi kendilerini tüketti. Bu suretle 16. yüzyılın başında, vaktiyle Doğu Avrupa’nın en kudretli devleti ve Moskova Knezliği’nin yükselmesinde büyük payı olan Altun Orda ortadan kalktı. Onun yerine Kırım, Kazan ve Hacı-Tarhan’da yeni hanlıklar kuruldu. Bunların hepsi Altun Orda’nın vârisi olarak kendilerini gördüler, ama hiçbirisi de bu devletin yerini dolduramadı.