Ezelî ve bu gidişle ebedî – bir gerçek olan savaşın günümüzdeki uygulama şekli değişmiştir. Artık, meydan muharebelerinde ordular karşı karşıya gelip savaşmıyorlar. Kalabalık fakat teknik bakımdan zayıf bir ordunun da, daha az sayıda ancak donanımlı bir ordu karşısında galibiyet şansı bulunmuyor. Denilebilir ki, savaşlar laboratuvarlarda, bilgisayar başlarında, kumanda merkezlerinde yürütülüyor. Piyade uç kuvvettir, tek başına da bir şey değildir.
Savaş, artık sadece kara birlikleriyle de kazanılmıyor. Denizden karaya ve denizden havaya roketler, savaşın gidişatını tayin ediyor. Hava desteği olmaksızın kara harekâtı yapılması pek düşünülmüyor. Mesafeler kısalmış, , dev nakliye uçakları birliklerin sevkini kolaylaştırmıştır.
Demek oluyor ki, savaş, şimdi topyekûn bir savaş hâline dönüşmüştür. Kara, deniz ve hava kuvvetlerinin koordineli hareketi esas olmuştur. Yeni savaş stratejileri buna göre yapılmaktadır.
Topyekûn savaş denildiği zaman, silâhlı kuvvetler dışında kalan sivil halkın da savaşa iştiraki kasdedilmektedir. Çünkü, düşmanın hedefinde sadece askerler değil, siviller, sanayi tesisleri, üretim mekanizmaları, resmî daireler de bulunmaktadır. Bunların bir ölçüde korunması veya zayiatın asgarî dereceye indirilmesi için, sivillerin de gayreti gerekmektedir.
Bir gerçek daha var: Savaş, başlamadan çok önce kazanılmakta veya kaybedilmektedir. Plânlama ve hazırlıklar mükemmel yapıldığı takdirde, saldırıya direnişin de o ölçüde zayıf kalacağı anlaşılmıştır. Bu noktada, psikolojik savaş önem taşımaktadır. Barış zamanı yapılan savaş aleyhtarı propaganda, yakıcı ve bozguncu faaliyetler millî direniş ruhunu zedelemekte, vatan topraklarını işgale hazır hâle getirmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde Fransa’da hâkim olan barış zihniyeti, Maginot Hattı gibi dev bir müstahkem hazırlığa rağmen, Alman birliklerinin Paris’e girmesini engelleyememiştir. Almanlar, beşinci kol vasıtasıyla savaş öncesi öyle propaganda yapmışlardı ki, Fransa’da mücadele ruhu iyice sarsılmıştı.
Bu durumu iyi değerlendiren süper güçler, özellikle Sovyetler, savaştan sonra yoğun bir barışcılık kampanyası yürütmüşler, dünyanın her tarafındaki ajanlarını bu yolda seferber etmişlerdi. Ama, diğer taraftan Afganistan’ı işgalden de vazgeçmemişlerdi.
Sürekli ve hakkaniyetli barışı kim istemez? Ancak, bunun mümkün olmadığını, olmayacağını yaşadığımız olaylar açıkça göstermektedir. Şu hâlde barış türkülerini kendimiz için söylemekten vazgeçmeliyiz. Muhtemel hasım ülkelerde barış propagandası yapılmasına diyeceğimiz yok. Ama, biz, kendimizi sağlam, savaşa mânen hazırlıklı ve zinde tutmak mecburiyetindeyiz. Milletçe ve topluca. Yaşayabilmemizin biricik şartı da budur.