Orkun’un geçen sayısında, “1000 yıllık Uzun Yürüyüşümüz” başlıklı nefis bir kapak yazısı vardı. Murat Gencoğlu, bir bin yıl sona ererken ve yeni “Millenium” başlarken, Türklüğün yürüdüğü uzun, çileli, çetin fakat şerefli yolun kilometre taşlarını tespit ediyordu. Bu yazıyı, bu büyük milletin Avrupa Birliği’ne, Helsinki Zirve Toplantısında lütfen “üye” kabul edilmesini, “nefeslerini tutarak” heyecanla bekleyen gaflet taifesinin okumasını isterdim. Bunlar, şimdi Türk Devleti bir gecekondu devlet, Türk milleti bir Afrika kabilesiymiş gibi, adaylığımız – o da şartlara bağlı olarak -kabul edildiği için nerede ise 23 Nisan Millî Egemenlik Bayramınızın yerine 10 Aralık’ı bayram ilân edecekler… Bayram ama ne pahasına?
BEKLEYECEĞİZ
Bir defa adaylığımız, bizim ev ödevlerimizi yapmamıza yani Anayasamızı, kanunlarımızı, örf ve âdetlerimizi hattâ ne yiyip yiyemeyeceğimizi, bizim gıyabımızda tespit edilmiş olan ünlü Kopenhag Kriterlerine uydurup uydurmamamıza bağlı olarak 10 yıldan 30 yıla kadar sürecek. O zaman zarfında Avrupalıların burnumuza taktıkları kancada takılı, (onların deyimiyle “angaje”) bekleyeceğiz. Şimdi, AB üyelerinin, İsveç’in, Danimarka’nın, Finlandiya’nın “ev ödevlerimizi” lâyıkıyla yapıp yapmadığımız hususundaki notlarını, gene nefesimizi tutarak bekleyece ğiz… Ve bu müddet zarfında çıta da boyuna yükseltilecek. Bizden yeni ev ödevleri isteyecekler: meselâ çevre standardlarımız konusunda ve eşcinsellerin insan haklarını tanımak hususunda… İçişlerimiz diye bir şey kalmayacak. İçişlerimize müdahale edilecek ve bağımsızlığımız, millî egemenliğimiz Avrupalılar tarafından paylaşılacak. Kısacası bu gidişle TBMM Başkanlık kürsüsünün üzerindeki “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” kitabesinin altına “AB ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi müsaade ettiği oranda” ibaresinin eklenmesi gerekecek.
Evet, gıyabımızda tespit edilen Kopenhag Kriterleri milletimizin, Türk devletlerinin yüzlerce yıllık birikimlerini, ahlâk değerlerini, değer yargılarını bir çırpıda keenlemyekûn veya kadük edecek…
ÖNEMLİ TAVİZLER
Avrupa Birliği’ne adaylığımızın değiştireceği şeyleri, ayrı ayrı yazmıyorum. Meselâ bu arada kendimize özgü, bir Ordu-Millet olmak geleneğinin gereği olan Türk Silâhlı Kuvvetlerinin etkin rolünün ve konumunun radikal bir şekilde değiştirileceğini, Millî Güvenlik Kurulu’nun kolunun kanadının kırılacağını tekrar etmiyorum… Yalnız şurası muhakkak, AB’nin globalizmi gereği, Millî Devlet ve Milliyetçilik dolayısı ile ve “azınlık haklarının da” tanınması zorunluluğu ile Üniter TC Devleti artık kalmayacak…
SÖZDE ATATÜRKÇÜLER
İşin garibi, Atatürkçü geçinen yeni Avrupacıların -ki çoğu eski solcular ve 68 kuşağı militanlarıdır- ve İkinci Cumhuriyetçilerin şimdiye dek başka türlü yıkamadıkları Türkiye Cumhuriyeti’ni Avrupa Birliği içinde halledebilmek hususundaki sevinçlerini anlıyorum… İrtica taraftarlarının da… Bölücülerin de! PKK ve diğerleri şimdi dağlarda yapamadıklarını Avrupa Birliği sayesinde yapabilecekler.
Anlayamadığım şu; Şimdiye kadar Atatürkçülük diye mangalda kül bırakmayanların; Atatürk’ün kurduğu, “ilelebet pâyidar olması” umuduyla Türk gençliğine emanet ettiği üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin böylelikle, giderek ortadan kaldırılmasına, lakâyt kalmaları bir tarafa alkış tutmaları, bayram etmeleri… Her cümlelerinde “Büyük Atatürk’ü” tanık gösterenler şimdi özel konuşmalarında “Artık Atatürk’e takılmamalıyız” diyorlar…
1919-1999
Bunların Avrupa Birliği’ne girmemiz için ileri sürdükleri sebepler ve avantajlar, 1919’da, 1920’de İstanbul’da işbirlikçilerin, Ankara’da Amerikan mandasını isteyenlerin ileri sürdükleri gerekçelerle aynı: “Biz kendi başımıza bir şey yapamayız. Avrupa’ya ve Amerika’ya teslim olalım… Onların kriterlerini kabul edelim, yoksa mahvoluruz…”
Mustafa Kemal ve arkadaşları, o zaman tünelin ucunda hiç ışık yokken bu baskıları reddetmişler ve mücadeleyi seçmişlerdi. TC bugün kıyas edilmeyecek kadar güçlü. Bölgesinde ve doğusunda başka alternatifleri var. Zaten Avrupalıların Lüksemburg’daki istiskallerinden sonra birden tavır değiştirmeleri, bizim başka alternatiflere yönlenmemiz korkusundan ve bizi oltanın ucunda tutmak istediklerinden değil mi? Ama biz… daha doğrusu birileri, kendi ayak seslerimizden korkuyorlar ve teslim oluyorlar… Türk devleti ve Türk milleti bu edilgenliğe müstahak değil.
AVRUPA AMA, BÖYLE DEĞİL
Yanlış anlaşılmasın, ben Avrupalı olmaya, AB’ne girmeye karşı değilim… Hem bin yıllık uzun çetin yürüyüşümüz, hem de Atatürk’ün çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmamız direktifi bunları gerektiriyor… Ama bu koşullar, bu dayatmalarla ve kendi egemenliğimizden, değer yargılarımızdan feragat etmek pahasına değil!.. Başımız dik ve tabiî hakkımızı talep ederek. Avrupalıların neticede bize muhtaç olacaklarının bilinci ile !
NOT: APO’yu asmamak da bize dayatılan koşullardan biri… Bizatihî bu, bir cani teröristin, her nedense böyle kollanması, hem millî egemenlik haklarımıza tecavüzün daniskası, hem de Avrupalıların gerçek niyetlerinin göstergesi… Netice de, bizim yöneticilerimizin gaflet hattâ ihanetlerinin göstergesi olacak!