Ana Sayfa 1998-2012 Atları da Vururlar Hızlı Kovboy Silâh Çekiyor

Atları da Vururlar Hızlı Kovboy Silâh Çekiyor

Dunya Ticaret Merkezi’ni içinde barındıran ikiz kulelere ve Pentagon’a yapılan koordineli saldırı sadece New York’u, hattâ sadece Amerika’yı değil, dünyayı dehşet içinde bıraktı. Terörün bu çeşidine ilk defa rastlanıyordu. Terör odaklarının, kendi dünya görüşleriyle uyuşmayan başka ülkelere de bu tarz saldırılarda bulunabilecekleri ihtimali yaygın bir korkuyu da beraberinde getirdi.

Bu saldırının bütün dünyada önemli değişikliklere yol açacağı ilk anda belli oldu. Birtakım anlayışlar değişecek, yeni bloklaşmalar ortaya çıkacak, sıcak savaşın alevleri belki birçok ülkenin sınırlarını yalayacak. Daha çok silâh üretilecek, büyük ülkelerin silâh sanayii muazzam kârlar elde edecek. Dünya ekonomisi geniş ölçüde dalgalanacak; bu hengâmede aklını kullanan ülkeler kazanacak, kullanamayanlar kaybedecek, belki iflâsa sürüklenecek.

Bu genel tablonun yanında başka bir gerçek daha var. New York’taki ve Washington’d aki korkunç yıkımlar, elbette arkalarında kan, kül, yürek parçalayıcı feryatlar ve dayanılması güç acılar bıraktı. Ama, diğer taraftan Amerikan halkı arasında nadir görülen bir dayanışma ruhunu da canlandırdı. Amerikalılar, para kazanma hırsının, konforun ve merhametsiz piyasa anlayışının yanında -bütün bunlardan çok üstün- başka değerler de bulunduğunu hatırladılar. Az sayıda ortak mutabakata dayanan Amerikan milliyetçiliği birdenbire ruhları kavradı. Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkıntıları üzerine Amerikan bayrağını dikmeye çalışan New York itfaiyecilerinin fotoğrafı millî bir sembol hâline geldi. Kiliselere sığmayıp stadyumlara taşan âyinler tertiplendi. Başkan Bush, gittiği her yerde elindeki Amerikan bayrağını dalgalandırmaya başladı. Ve nihayet, görünmeyen müşterek düşmana karşı intikam duygusu bütün toplumu sardı.

Amerika, bütün tarihi boyunca kendi topraklarında ikinci defa saldırıya uğruyordu. Birincisi Pearl Harbor’du (1941). Ama o zaman düşman başka bir ülkenin silâhlı kuvvetleriydi ve bombardıman, yabancı donanmadan kalkan savaş uçaklarıyla gerçekleştirilmişti. Amerika, bu saldırının öcünü birkaç yıl sonra Hiroşima ile Nagasaki’yi yerle bir eden atom bombalarıyla almıştı. Bu defaki saldırı ise içerden hazırlandı, yolcu uçaklarıyla ve silâh kullanılmadan gerçekleştirildi. Üstelik failleri hâlâ meçhul. Amerikalıların pek emin oldukları bir şey vardı: “Bizim ülkemiz uzak ve güvenilir bir coğrafyadadır. Herhangi bir düşmanın buraya erişmesi mümkün değildir. Bu sebeple canımız ve malımız teminat altındadır”. Şimdi bu kanaat sarsıldı, mutlak güvenliğin hiçbir zaman mevcut olamayacağı anlaşıldı.

Bütün bunlar, Amerikalıları daldıkları derin rehavetten sıyırmış olmalı. Amerikan toplumu zencilerden Anglo-Saksonlara, italyanlardan Çinlilere ve Japonlara, Lâtin Amerikalılardan Uzak Asyalılara kadar uzanan tam bir mozaik. Çeşitli kültürler, çeşitli anlayışlar, çeşitli yaşayışlar… hepsi bir arada. Pek de uzak olmayan bir gelecekte etnik yapının değişeceği, Avrupa kökenlilerin azınlığa düşeceği hesaplanıyor. Böyle bir yapı içinde, müşterek millî duyguların güçlenmesi ve toplumun, dış hedeflere yönelik bir heyecan dalgasına kapılması, uğranılan kayıpları dengeleyici bir kazanç olarak görülebilir.

ABD yönetimi “terörizm”e karşı girişilecek yeni tarz savaşın on yıl sürebileceğini belirtiyor. Anlaşılan o ki, ABD, dünyaya kendi istediği, çıkarlarına uygun yeni bir düzen getirmeyi plânlıyor. Onun için, 11 Eylül’e “milât” diyorlar ve belki de içten içe bu felâketi bulunmaz bir fırsat, hattâ bir nimet olarak görüyorlar.

11 Eylül teröristleri kendi akıllarınca Amerika’ya benzersiz bir ders verdiler. Fakat, aslında, bekledikleri ama kolay bulamadıkları tarihî bir fırsatı Amerikalılara kendi elleriyle hediye etmiş olmadılar mı?
 

Orkun'dan Seçmeler