Ana Sayfa 1998-2012 Atatürk'ten Özür Dileyelim

Atatürk’ten Özür Dileyelim

“Türk” adını taşıyan ilk Türk devletinden, Göktürklerden yüzlerce yıl sonra, Atatürk “Türk” adıyla anılan yeni devletimizi, Türkiye Cumhuriyeti’ni 78 yıl önce kurdu.

O, Türk soyunun Ergenekon vadisinden çıkışında yol gösteren Bozkurt gibi, Kuvay-ı Milliye’nin başına geçip yurdunu saran düşmanları mağlup ederek milletini yeniden vatan coğrafyasına kavuşturmuş ve “Türk Cumhuriyetinin temeli, Türk kahramanlığı ve Türk kültürüdür” diyerek, bütün olanları, yine milletine hediye etmiştir.

Türk milletinin; karakterli, çalışkan, zeki olduğunu, güçlükleri yenmesini bildiğini, az zamanda çok ve büyük işler yaptığını, geleceğin yüksek medenî ufkunda bir güneş gibi parlayacağını söyleyerek “Bu memleket tarihte Türktü. O hâlde Türktür ve ebediyen Türk olacaktır” diye haykırmıştır. Son iki üç asırdan beri Türk yaradıldığından hayıflanan milletimize, “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtmiştir.

Türk soyundan gelmeyen imparatorluk unsurlarının ve azınlıkların yakın tarihimizdeki ihanetlerini çok iyi bildiği için, ÜMMET DÖNEMİNDEN MİLLET DÖNEMİNE GEÇİŞimizi tamamlamış ve pratikte kültür ve dil birliği şekline dönüşen düşüncesini, “KANINI TAŞIYANDAN BAŞKASINA GÜVENME” “YÖNETİMİNİ VERECEĞİN ŞAHISLARIN CEVHERİ ASLİSİNE DİKKAT ET”, “MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDAdır” diyerek bugünkü köksüz entel aydınları! deli eden öğütlerini açıkça söylemiştir.

Ayrıca, TÜRK KÜLTÜR ve TÜRK SANAYİ hizmetlerinin temellerini atan çalışmalara derhal başlanmış, TÜRK DİLİNİ TETKİK CEMİYETİ, TÜRK TARİHİNİ TETKİK CEMİYETİ, DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ kurulmuş, MERİNOS, NAZİLLİ, HEREKE, BEYKOZ, EREĞLİ, KAYSERİ UÇAK, SÜMERBANK gibi halkın temel ihtiyaçlarına cevap verecek millî müesseseler üretime geçirilmiş, en ekonomik ulaşım olan DEMİRYOLLARI yapımına hız verilerek MEMLEKETİMİZ DEMİR AĞLARLA ÖRÜLMÜŞTÜR. Neticede; genç Türkiye Cumhuriyeti maddî mânevî yönleriyle kalkınan bir hüviyete büründürülmüştür. Hiç şüphe yok ki, bu atılımlarda Atatürk’ün yanındaki asker-sivil inanmış insanlar ile “fikir hocam” dediği Ziya Gökalp başta olmak üzere Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Rıza Nur gibi Türkçülerin de katkıları olmuştur.

O günlerde, insanlarımızın morali yerindeydi. Milletimiz Türklüğü ile iftihar ediyordu. TÜRK ÖNDE, TÜRK İLERİ idi. Halkımız ÖĞÜNÜYOR, ÇALIŞIYOR VE GÜVENİYOR du. Kâğıt paralarımızın, posta pullarımızın, okul şapkalarımızın üzerinde sembolümüz BOZKURTumuz vardı. Her türlü kültür hareketlerinin yapıldığı Ankara Türk Ocağı salonu sahnesinin alnındaki ve Ulus meydanındaki Atatürk anıtı Bozkurt başlarının güzelliğini unutamıyorum.

Atatürk’ün uçmağa vardığı 1938 yılı Kasım ayında, bundan 63 yıl önce ben, Ankara’nın merkezindeki İnkılâp İlkokulunda son sınıf öğrencisi idim. Ve rahmetliyi millî bayramların dışında üç-dört kere de çok yakından gördüm. Hele bir keresinde, şimdiki “Gençlik Parkı” çayırında otlattığım kuzumla evime dönerken Anadolu kulübünden aniden önüme çıkan Atatürk ile karşılaşma şansına eriştim. Görevli polislerin beni geriye itmelerine, eliyle işaret ederek mâni oldu ve ben kuzumu ayaklarımın arasına alıp kolumdaki ot yığınını tutarak doya doya seyrettim.

Atatürk’ ten sonra çok şey değişti ve kademe kademe, onun ilkelerinden bütünüyle uzaklaştırıldık. Açıkçası, ATATÜRK’E İHANET EDİLDİ. Paralarımız, pullarımız değişti. Eğitim müesseselerimiz köksüz inkârcılara teslim edildi. Okullarımızda ve konservatuvarlarımızda hattâ halk evlerimizde Türk kültürü ve sanatları yerini yabancılara terk etti. Radyolarımızda musîkimiz dinlenemez oldu. Her yanımızla YABANCILAŞMA YARIŞINA GİRDİK VE KÖKÜMÜZDEN AYRILDIK. Yerli malı kullanma ilkemizi, ihtiyacımızdan artan parayı biriktirme alışkanlığımızı israf ve faiz ekonomisi ile değiştirip har vurup harman savurduk. “Köşeyi dönme”yi gaye edinerek, üretim yerine, para ile para kazanıp, tüketimi tercih ettik.

Harf inkılâbı dolayısı ile mecburen meydana gelen Türk kültür eserleri boşluğunu doldurmamız gerekirken, bunun yerine, dünya klâsiklerinin bütününü dilimize çevirdik ve yeni nesillerimize yabancı tohumları bolca serptik. Millî Eğitim Bakanlığını ve Ankara Üniversitesini uzun zamanlar köksüz solculara “Hasan Ali Yücel-Şevket Aziz Kansu” bıraktık ve onları alkışladık. Kaynaklarımızı, Atatürk’ün milliyetçi görüşü dışında ve hattâ, karşısında kullandık. Bütün bu kötü gidişleri ve bu yıllardan sonra olan yanlışlıklarımızda en büyük rolleri kimler üstlendi biliyor musunuz? Aydın dediğimiz köksüzlerle, içimizdeki yabancı unsurların dış ülkelerdeki sermaye sahiplerinin işbirlikçileri, dâvasına gönülden inanmamış politikacılar ve bizim için kötü olan herşeyi destekleyen yazılı ve görüntülü medya ve mensupları ile sanatkâr kılığına giren soytarılar… Atatürkümüzü, sol kültürün tesirinde kalarak yanlış değerlendirdik ve Lenin gibi, Mao gibi DEVRİMCİ ilân ettik. En büyük şarlatanlıkları yine onun adını kullanarak yaptık ve “Kâbe Arabın olsun bize Çankaya yeter” diyerek “Samsun’a ayak basınca güneşin doğduğunu” ifade ettik. Türk Ocağının salonundaki Bozkurt, aydınlatma tesisatı bahanesi ile görüntüye kapatıldı, Ulus meydanındaki Bozkurt başlı heykeller bakım bahanesiyle söküldü. Yıllar sonra yapılan çalışmalarla yerlerine konabildi. Benim okuduğum İNKILÂP “tekamül-ilerleme” okulumun adı derhal DEVRİM “deviren-yıkan-inkârcı” okulu oldu.

Yıllar geçti, fakat huylu huyundan vaz geçmedi. Yanlışlıklarımıza devam ettik. Türlü görüşlere sahip şahıslarımız ve kuruluşlarımız kendi görüşlerimizin arzında, inanmadığımız hâlde ATATÜRK VE İLKELERİni daima vasıta olarak kullandık. Marksistler, Sosyalistler, Solcular, Sağcılar, Muhafakârlar, İlericiler, Gericiler, Komünistler, Kemalistler, hepimiz ATATÜRK’E SIĞINDIK, onun “Milliyetçi-Türkçü-Turancı ve İnkılâpçı” fikirlerini değerlendirme yolunu düşünmedik. Hele, Sovyetler Birliği’nin dağılıp Komünizmin iflâs ettiği 1990’lı yıllardan sonra, eskiden 1 Mayıslarda Taksim’de orak-çekiçli bayraklarla, Lenin’li, Stalin’li, Karl Marks’lı afişlerle yürüyüş yapanların hepsi ATATÜRKÇÜ oldular. Halbuki Atatürk “Komünizm Türklüğün en büyük düşmanıdır. Görüldüğü yerde ezilmeli” demişti. Kızılay Güven parkta ve Kurtuluş parkında bu ifade, levha hâlinde asılı iken sonraları kaldırıldı. Daha sonraki yıllarda, Uğur Mumcular, Muammer Aksoylar, Bahriye Üçoklar, Fethullah Gülenler ve Erbakan uzantıları aynı yolu seçtiler ve Atatürkçü oldular. Hattâ bazılarının Anıt Kabir’i ziyaret ettiklerini bile gördük. “Türkçü değilim, Atatürkçüyüm” diyen zavallıların öncülük ettikleri “Atatürkçü Düşünce Dernekleri” yurt dışında Maocu komünistlerin yönetiminde faaliyet gösterirken(1) yurt içinde de ATA-P rumuzlu parti kurma hazırlıkları içinde görüldüler.2

Yobazlar da onu muhafazakâr Türk milletinin gözünden düşürmeye gayret gösterdiler; “suyun ötesinde” doğmasını bahane ettiler, hattâ muhterem annesinin “bohçacılık” yaptığını iddia ettiler.

Türk dünyasının meselelerine vâkıf BOZKURT ATATÜRK’ten sonra, onun makamına kimleri lâyık gördük? Bir düşünün; kendilerinin “Bir gün Sovyetler Birliği dağılabilir ve orada kanı bir kardeşlerimiz vardır, onlara yardım etmek için hazırlıklı olmalıyız” mealindeki Turancı görüşüne, vefatından 6 yıl sonra 1944’te İsmet İnönü “Turancılık fikri son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kuvvetle müdafaa edeceğiz” diyebilmiştir. 1952’de Celâl Bayar da Atatürkçülüğe bürünen solcuların tesirinde kalarak, yurdumuzun her köşesinde kültür milliyetçiliği yapan Türk Milliyetçiler Derneği’ni medyanın yardımıyla kapattırmıştır. 1980’de, “Türk Devletine karşı olan” anarşist komünistlerle “devletten yana olan” ülkücüleri aynı kefeye koyan Kenan Evren’i, 1985’lerde “Türkiye bir mozaiktir ve bu bizim zenginliğimizdir”, “Ben Atatürk’ün yerinde olsaydım Türkiye Cumhuriyeti değil, Anadolu Cumhuriyeti” derdim diyen Turgut Özal’ı, 1995’te de enflâsyonun en büyük sorumlusu yolsuzlukları meslek hâline getirenlerin hepsini aile fotoğrafında misafir eden, İstanbul Avcılar yolu üzerinde ve Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde kurulan “Eğlence Cumhuriyeti”nin “Tatilya”nın kurdelesini kesen Süleyman Demireli’i görevlendirdik.

Yanlışlıklarımıza devam edelim; Atatürk, Kahramanmaraş’a bayrak tutan Bozkurt heykelini yaparken biz “Kürdüm” diyen romancı Yaşar Kemal’in anıtını Yenikapı parkına, “Beni Stalin yarattı” diyerek Atatürk’e “Burjuva Kemal unvanını uygun gören Rus ajanı komünist Nâzım Hikmet’in anıtını Ankara Kültür parkına koyduk. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına onun şiirlerinden konser verdirtip Ata’nın makamını işgal eden şahsa da alkışlattık. Bu hain uygulamalara da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin Kültür bakanları ön ayak oldular.

Atatürk’ün zararlı bularak faaliyetlerine son verdiği tekke ve zaviyelerle beraber Mason localarını biz yine faaliyete açtık. Özetlersek, TÜRK OLMAYAN TÜRKİYELİLERİ DAİMA ÖNE ÇIKARDIK.

Yine, büyük kurtarıcı “Türk ulusunun idaresinde ve korumasında ULUSAL DUYGU, ULUSAL KÜLTÜR en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür” dedi.3 70 yıl sonra, Cumhuriyetimizin başbakanlığını yapmış başbakan yardımcısı sıfatlı şahıs ULUSAL GÜVENLİĞE harp ilân etti ve ULUSAL GÜVENLİK KAVRAMInı “can damarımızı” kesmekle suçladı.

Atatürk’e son görevimizi de yaptığımızı söyleyemeyiz. Kabrini bile baştan sona kadar- özellikle taş duvarlarını- Türk olmayan motiflerle donattık. “Aslanlı yol”un bizimle ne alâkası vardı? Ata’ya sorsaydık herhâlde “Bozkurtlu yol” isterdi. Son defa “Anıtkabir Derneği İktisadî İşletmesi” kurarak Atatürk ile ilgili simgesel hâtıra eşyalarını satışa sunduk.4 Şimdi “13 Ekim 2001” televizyon haberlerinden öğrendim ki, onun madalyalarını bile çaldırmışız. Bunları nasıl yaptık? Geleceğimizle ilgili son ve en büyük yanlışlığımızı da ifade edelim; onun Türk Cumhuriyetini emanet ettiği “Fatih’in İstanbul’u feth ettiği yaşta” olan yegâne ümidimiz gençlerimizi acaba onun arzu ettiği gibi yetiştirebildik mi? Atatürk’ün emanetini, üretmeyip tüketen, millî meselelerde hassasiyetini yitirmiş, kökünden kopmuş, vatandaş unvanlı gençlere mi? Yoksa saçları jöleli, kulakları küpeli, keçi sakallı, boynu kolyeli, dedesi yaştaki insanlara otobüste ayağa bile kalkmayan erkek yavrularımıza mı? Yoksa yabancı devlet bayraklı tişört giyimli, göbekleri açıkta, caddelerde utanmadan öpüşen, ağzında sigara, bir elinde cep telefonu öbür elinde coca cola şişesi bulunan annelerimizin yemenisini Arabın, Acemin türbanına çeviren yarının Türk annesi olacak kız yavrularımıza mı emanet etti?

Bilinen bu büyük yanlışlıkları hattâ ihanetleri sıralarken bunlara karşı zamanında mücadele görevlerini yapmayanlar adına da Türkçü Atatürk’ten özür dilememiz gerekir. Çünkü yapılan bu yanlışlıklar Türk milliyetçilik görüşüne karşı, Türkiyemize karşı ve ikiyüz elli milyonluk Türk dünyasına karşı yapılmıştır. On yıl önce Sovyetlerin dağılmasından sonra meydana çıkan Türk dünyası karşısındaki şaşkın ve bilgisiz durumumuzun sebebi bile bu yanlışlıklarımızın bir neticesidir. Bu yanlışlıkların birkaçına cesaretle mücadele açan ve mükâfat olarak hapis cezasıyla karşılaşan Atsız hocamızı yine rahmetle anıyorum. 1944 yılında, eğitim sistemimizin ve yönetiminin solcuların eline geçtiğini devrin başbakanına açık bir mektupla bildirip görevini yaptığı için, 1971 yılında da Güneydoğu Anadolumuzda ayrılıkçı güçlerin memleketimizi bölmeyi hedeflediklerini ilk bildiren kişi olduğundan kendisine mükâfat olarak hapishane koğuşlarını gösterdik. Onun dışında, Atatürk’ün milliyetçi ilkelerine karşı yapılan ihanetlere üç-beş düşünürümüzden başka herkes, ancak seyirci kalmıştır.

Halbuki Cumhuriyetimiz, kendi insanına, Atatürk’ün görüşleri çerçevesinde canlılık verebilseydi; bugünkü şikâyetlerimiz azalacaktı. Yolsuzluk, yoksulluk ve kötü yönetim endişemiz olmayacaktı. Kamu mallarının bütününü özelleştirme seferberliğine bu derecede ihtiyaç duyulmayacaktı. Avrupa Birliği kapısında nöbet tutulmayacaktı. Eğitim hayatımız hakikî ihtiyaçlarımıza cevap verebilecek şekle ve seviyeye getirilir ve gerçek anlamda medenî ve vatansever olabilirdik. Çalışma hayatımızda istikrar sağlar, sosyal adalet ve âdil ücretler mekanizmasını kurar ve geleceğimizi emanet edeceğimiz genç nesilleri arzu ettiğimiz gibi yetiştirerek, gözümüz açık gitmezdik.

Son söz olarak butün günahlarımız ve hatalarımız için hepimiz büyük kurtarıcı TÜRKÇÜ ATATÜRK’TEN ÖZÜR DİLEYELİM.

Fakat karamsar olmayalım. Çünkü; bu millet, sıkıştığı zaman tekrar YENİ ATATÜRKLER ÇIKARACAKTIR.

Tanrı Türk’ü Korusun.

DİPNOTLARI

1- Hürriyetin Avrupa baskısına atfen Hadi Uluengin’in makalesi.

2- Kurultay 30/9/2001.

3- Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri. Sf. 573.

4- Hürriyet Gazetesinde ilân. 22/9/2001.
 

Orkun'dan Seçmeler