Hükûmetin bir kanadı tarafından 2002 yılının “Nazım Hikmet Yılı” olması yolundaki girişimlere karşı, Millî Birlik Komitesi emekli üyesi ve eski milletvekili Muzaffer Özdağ, parlâmento üyelerine birer mektup göndererek konuya dikkatlerini çekti. Özdağ, bu mektubuna, geçen yıl Başbakan Bülent Ecevit’e hitaben yazdığı bir yazıyı da ekledi. Meselenin özünü açıklaması bakımından önemli gördüğümüz bu yazıyı okuyucularımızın dikkatlerine sunuyoruz.
Sayın
Bülent ECEVİT
BAŞBAKAN
Sayın Başbakanım,
Millî güvenlikle ilgili ve hayatî bir önemde gördüğüm bir konuyu 9.3.1996 tarihli mektubumda dikkatinize arz etmiştim.
Yurtta iken, kızıl makyajlı Rus faşizmine yer altı faaliyeti ile ajan olarak hizmet sunan, yurt dışında Sovyet hükûmetinden ve genelkurmayından aldığı emir ve direktifler doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti aleyhindeki propaganda kampanyalarının aktif elemanı olarak çalışan, san’atını bu amaçla kullanan Nâzım Hikmet’in çağdaş bütün hukuk sistemlerinde ağır cürüm, vatan hıyaneti oluşturduğu bilinen eylemlerinin örtülerek masum ve mazlum yurtsever bir özgürlük savaşçısı gibi gösterilmesinin, sanatçı yönü her vesile ile vurgulanarak bir millî kurtuluş önderi gibi ululanmasının, heykelinin dikilmesinin gençliğin eğitimine, millî bağımsızlık şuuruna ve yurt savunmasına ağır zarar verecek sinsî bir savaş etkinliği, örtülü bir saldırı olduğunu belirtmiş, bu konuda âcil önlem alınmasını rica etmiştim.
Nazım’ın Rus emperyalizmine, Kızılorduya nasıl hizmet verdiğini, Türkiye’yi 16’ncı Sovyet Cumhuriyeti hâline getirmek ve Rusya’ya katmak emelini, özlemini açıklayan şiirlerinden bir demetle özel ödenek makbuzlarından bazı örnekleri de ek olarak sunmuştum.
Bilgi ve belgelerin sıhhatine hiçbir itiraz olmadı.
Yoğun ideolojik psikolojik propaganda ile, aldatıldıklarını, yanıldıklarını kabulle mahcubiyetlerini beyan eden bir iki arif ve zarif muhatap dışında önce derin bir sessizlik yaşandı.
Kısa bir süre sonra Nâzım vurgunu yazarlarımız, entellerimiz, politikacılarımız, onun soyguncu ve sülük niteliğinde gördüğü bir kısım sermaye çevreleri dahi bu ululama yarışına katıldılar.
Gerçekte yüceltilmek istenilen salt san’at, şiir ve şair değil, müflis ideoloji idi. Asıl amaç Türk’ü bağımsız millî devlet sahibi kılan değerleri dolaylı saldırı ile yıpratmaktı. Marksist sistemin iflâsına, Kızıl Çarlığın çözülmesine rağmen, Türkiye’yi hedef alan ideolojik, psikolojik, kültürel saldırıların toplumumuzun bir kesitinde yarattığı moral tahribat, maluliyet, ve nihaî partizanlık devam ediyordu. Türk milletinin bağımsızlık şuur ve iradesini, Türk devriminin temel ilkelerini, millî, lâik, demokratik üniter cumhuriyeti yıkmayı hedefleyen güçler çabalarını bu doğrultuda sürdürmeye kararlı idiler.
Bir sistemi içinden yıkmak için kullanılacak aldatılmış, satın alınmış kişi ve kümeleri işbirlikçi gerçek kişilikleri ile tanıtmanın asla kazandıramayacağı bir nüfuz ve saygınlığa eriştirmek için değişik tanıtımlarla uluslararası plânda şöhretlendirmek, yüce bir dâvanın savunucusu gibi göstermek diplomasinin, emperyalist politikaların klâsik yöntemidir.
Bu yöntem Türkiye’ye karşı Nâzım örneğinde pek ustalıkla kullanılmıştır ve halâ kullanılmaktadır.
Rus emperyalizmini maskeleyen yoğun propagandanın, toplumumuzun bazı kesitlerinde yarattığı şuur bulanıklığı ve duman altı hâli asla küçümsenmemelidir.
Hükûmetin, Kültür Bakanlığının, medyanın aymaz, kirli kesitinden gelen yoğun ideolojik, psikolojik propaganda ve baskının yarattığı şuur bulanıklığından doğan hatalı eğilimi pek âlimâne, hakimâne bir politika zannederek benimsediği ve bu doğrultuda çalışmalara girdiği anlaşılmaktadır.
2002 yılının bütün dünyada Nâzım yılı olarak kutlanılması için UNESCO nezdinde girişimlerin başlatıldığı haberleri yayınlanmaktadır.
Nâzım’ın mezarına Anadolu’dan bir çınar fidesi götüren ve değişik illerimizden alınan toprakları serpen safdillerin, gafillerin bu bedhahın Türk yurdunu bütünüyle Rusya’ya katmak istediğini ve bir kızıl Quisling olmaya özendiğini bilmemeleri mazur görülebilir.
Ancak millet adına yönetme, denetleme mevkiinde bulunanların millî bağımsızlık şuurunu zedeleyecek, millî kimlik bunalımı yaratacak politikalar izlemeleri millî güvenliği tehlikeye düşürecek girişimleri seyirci tutumları ile, katılımları ile cesaretlendirmeleri mazur görülemez.
Nâzım Hikmet’in ajan kimliğinin ve hıyanet eyleminin Aziz Atatürk’ün cumhurbaşkanı, Garp Cephesi komutanı, Lozan başmurahhası İsmet İNÖNÜ’nün başbakan görevinde bulundukları dönemde bağımsız Türk hâkimince karara bağlandığı unutulmamalıdır.
Sureta Atatürkçü görünen riyakârların Türk Devrimine, Türk Milletine, Aziz Atatürk’ün en büyük eseri cumhuriyete kimlik ve niyetleri belirli açık düşmanlarımızdan daha ağır zarar verdikleri bilinmelidir.
Milletlerin hayatında karar verme, önlem alma, icra etme, denetleme yetki ve sorumluluğu yüklenenlerin ülkelerine sadece ihmalleri, kararsızlıkları, gafletleri ile değil, kusurlu ictihatları, hatalı takdirleri ile de bilinen güçlü bir düşmanın açık saldırısından daha ağır zarar verebildiklerine genel tarihten bir çok örnek gösterilebilir.
Yurdumuzda böyle bir durumun pek müessif ve çarpıcı bir örneği Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, Türk Devrimine temel olan ilkelerden tavizler verilmesi, sapılması ile ivme kazanan örtülü istilâ girişimi ve aynı paraleldeki bölücü terör sürecinde yaşanmıştır.
Bencil çıkar hesapları ve ne pahasına olursa olsun sorumsuzluğu ile makûl bir kişisel ikbal hırsı içinde aziz milletimizi hasım cephelere bölen, gençliği Atatürk’ün ışıklı yolundan çıkararak batıl ideolojilerin zehirli sisi içinde kanlı boğuşmalara sürükleyen, mutlu bir gelecek ümidi genç kuşağın zayiine yol açan basiretsiz kılavuzların yarattıkları kaosun devletimize, milletimize kaybedilmiş bir savaş benzeri ağır zarar vermekle hudutlu kalmadığı bilinmeli ve unutulmamalıdır.
Türkiye’yi yıkmayı, küçültmeyi hedef alan düşman güç merkezlerinin bölücü törer kadrolarını üretme, eğitme, örgütleme imkân ve fırsatını bu kaos içinde buldukları ibretle hatırlanmalıdır.
Türkiye düşmanlarının en büyük başarıları ve kazançları Türkiye’ye karşı resmen ve alenen savaş açmış bir taraf durumuna girmeden kendi silâhlı kuvvetlerinden, kendi insan kaynaklarından hiçbir kayıp vermeden, ideolojik, psikolojik, kültürel propaganda ile satın alarak, taşaron kiralayarak bir kısım yurttaşlarımızı millet bütünlüğünden kopararak diledikleri gibi güdümleyebildikleri bionik robotlara, mankurt ajanlara, talan ve terör çetelerine dönüştürebilmeleri olmuştur.
Yıpratmak, denetime almak, yıkmak amacı ile saldırı hedefi seçilen ülkede, iç dayanışmayı baltalama, beşinci kol olarak, Truva atı olarak kullanılabilecek teslimiyetçi işbirlikçi uşaklar hazırlama, satınalma, örgütleme, kaleleri peş peşe içten düşürme, hasmı seferber olmadan, sıcak savaşa tutuşmadan önce yumuşatma, çökertme, yenme yeni icat edilmiş bir yöntem değildir.
Pek yakın bir geçmişte ünlü pek çok entelimizin akıl almaz bir aymazlıkla Sovyetler Birliği’ni emekçi milletlerin gönüllü işbirliği ile yaratılmış Büyük Rus milletinin yüksek insanî özveri ve diğergâmlığı ile yaşatılan bir dünya cenneti sandıkları, kızıl maskeli Rus faşizminin acımasız soygun ve sömürüsünü, özellikle Türk toplumlarını hedef alan cinayet ve soykırımlarını göremedikleri, görmek istemedikleri, Moskova’yı siyasî kıble, Kremlin’i Kabe kutsallığına bürüdükleri unutulmamalıdır.
Bu gafillerin, Kızılordunun Macar ve Çek özgürlükçülerini tanklarla ezmesine, Afganistan’ı istilâ ile sömürgeliştirme girişimlerine alkış tuttukları da hatırlanmalıdır.
Ülkemizde Sovyet ideolojik propagandasının yarattığı şuur bulanıklığının ve körlüğün vahamet derecesinin kavranması için tarihin en kanlı insan kasabı, milyonlarca Türk’ün katili Stalin’in mareşal üniformalı posterlerini taşıyarak, Taksim’de kuvvet gösterisi yapan, yürüyen, aldatılmış yığınların sergiledikleri manzara ve haykırdıkları sloganlar, Moskova ile Pekin’in Türk gençliğinin dimağı üzerinde yıllarca süren nüfuz kurma yarışı ibretle hatırlanmalıdır.
Sayın Başbakanım,
Maskeli Rus faşizminin ideolojik, psikolojik propaganda ve özel yöntemlerle kimlik silme ve bionik robot, mankurt ajan hâline getirme uygulamalarının en tipik bir örneği, köhne Osmanlı toplumunun problemli bir çocuğu iken 19 yaşında kaybettiğimiz Nâzım Hikmet’tir.
Çöküş hâlindeki Osmanlı devlet ve toplum yapısının Bizans’a dönüşmüş bir kesitinde, toplumun yozlaşmış bir katmanından, kozmopolit çözülmüş bir aileden uyumlu bir anne, baba, sevgi ve ihtimamını görmeden onuru incinerek, komplekslenerek büyümüş yetenekli, şımarık bir beyzade. Bu meyanda işgal altındaki İstanbul’u ve aile çevresini pek sıkıcı bulur. Askerî okuldan iltimaslı bir işlemle sağlık özürlü gösterilerek ayrılmıştır. Anadolu’da milet ölüm kalım savaşı vermektedir. Nâzım da Anadolu’ya geçmeye özenir ama, cepheye koşmaya talip değildir. Öğretmenliğe kayrılır. Ankara’ya, öğretmen olarak atandığı yöreye ve öğretmenlik görevine ısınamaz. Ölüm kalım savaşı veren Türk toplumu ve toprağı ile kaynaşıp bütünleşmeden hercai ruhunun ve olumsuz yetişme çevresinin etkisiyle kuruyan dalından düşen kurumuş bir yaprak gibi rüzgâra kapılır. Yeni bir macera hevesi ile Rusya’ya kaçar. Rus Devletinin şeytanî önder kadrosunun bütün dünyayı aldatmayı başaran maskeli emperyalizminin ağlarına düşer. Özel eğitimle beyni silinir ve yeniden programlanır. Türkiye’de Sovyet ajanı olarak çalışmaya, bozguncu faaliyetler ve propaganda yapmaya, işbirlikçi kadrolar hazırlamaya memur edilir.
Bu görevi coşku ile benimseyen Nâzım’ın emeli Türkiye’de Kızılordunun desteği ile bir kızıl Quisling olarak iktidara gelmek ve Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne ilhakını sağlamaktır. Nâzım, şiir ve san’at yeteneğini bu amaçla kullanır.
Bu nedenle Sovyet propaganda örgütünün yoğun ve sürekli çabası ile tanıtılmasına, milletlerarası şöhret hâline getirilmesine çalışılır.
Türk milleti, köhneyip çöken yağmalanıp paylaşılan imparatorluk enkazından kurtulup öz kimliği ile yeniden doğarken Nâzım bu yeni kimliğe kazanılmadan kaybedilmiştir.
Nâzım’ın çevresi sebebiyle düştüğü kimlik bunalımı Polonya’da atalarını araması, akrabalarını bulması ve Borjenski soyadını alması ile de belirir.
Nâzım’ın hayatının son devresinde Sovyetlerin sahte cennetinin gerçekte bir cehennem olduğunu gördüğü, yanıldığını, aldatıldığını anladığı, büyük pişmanlık duyduğu söylenir. Ancak varlığını adadığı sistemin zulüm ve zorbalığına karşı soylu bir direnişi, isyanı görülmez. Bu bedhah’a acınabilir. Ama şahsı ve politik mesleği kutsanamaz.
Nâzım’ın bütün eserlerini, bütün şiirlerini dikkatle okuyanlar, hayat hikâyesini, yakın çevrelerinin, arkadaşlarının anılarını izleyenler Türk Milletine, Cumhuriyete, Atatürk’e şuur altı bir düşmanlıkları, ırkçı kompleksleri yoksa, kendileri de mankurt ajana dönüşecek, ideolojik vurguna maruz kalacak ölçüde yoğun propaganda ile şartlanma talihsizliği yaşamamışlarsa onu bayraklaştırma, gençliğe, millete örnek alınacak bir yurttaş tipi olarak gösterme hatasına düşmezler.
Sayın Başbakanım,
Müflis Sovyet sistem ve ideolojisinin ülkemizin moral sıhhati üzerinde Çernobil enkazından yayılan artık radyasyon gibi olumsuz etki yapan ürünü Nâzım’ın perişan terekesinden ibaret değildir.
Bu hâlden daha elim ve endişe veren husus sadece bir kısım şaşkın entelimizin değil, basiretsiz siyasîlerimizin de bilerek bilmeyerek Türk Devrimi’nin en hayatî bir ilkesi olan Atatürkçü tarih tezini ve millet anlayışını bir tarafa bırakarak Türk Milletinin dayanışmasını, birliğini yıkmayı amaçlayan Sovyet etnojenez tezlerinin propagandasını yapmaları; Türkiye halkının soy kökenleri, asılları, dilleri, kültürleri farklı 26 etnik gruptan oluşan mozaik bir küme, mozaik bir yapı olduğunu ileri sürmeleri, bunu ısrarla vurgulamaları, Türklüğün bu vatan coğrafyası üzerindeki binlerce yıla erişen köklü varlık ve kıdemini belirleyen tarih tezlerini, belgelerini, kanıtlarını ısrarla inkâr ve tahrif etmeleridir.
Sayın Başbakanım,
İmparatorluğun çözülmesine, milyonlarca Türk’ün yok edilmesine, esarete sürüklenmesine yol açan emperyalist tuzakların Millî Misak Türkiye’sine tatbikine, seyirci kalmayı da aşan bir yaklaşımla icazet vermek, teşvikçi olmak gaflet ve dalâletin ötesinde bir tutum olur. Ebedî sorumluluk yaratır.
Sayın Başbakanım,
Türk Devriminin temel ilkelerinden sapma ile gerilen çıkmazı görmenizi ve hataların düzeltilmesinde öncü ve örnek olmanızı gönülden diliyorum.
En iyi dileklerimizle saygılarımı sunuyorum.