ULUSAL Kurtuluş Savaşı yapmış ve başarmış bir milletin evlâtları olarak 2004 yılında milât beklemenin hüznü ve utancı içerisinde yaşıyorsak elbette böyle bir duruma getirilmemizde rol oynayanların daha büyük bir utanç içinde olması gerekir. Ama ne gariptir ki böyle bir utanç talosu yaşamamızda en küçük rolü bile olmayanlar utançtan kızarmış yüzlerini göstermemek için başlarını ellerinin arasına almışlarken, aslî fail olanlar hiç utanmadan, hiç sıkılmadan 2004 milâdından bahsediyorlar ve seslerinin en yüksek perdesiyle “Yaşasın AB” diye sevinç çığlıkları atıyorlar.
Kimdir bunlar? Yüzüne demokrasi dedikleri bir maske takarak aslını kamufle ettikleri “Parti Oligarşisi” düzeninin yağını, balını, kaymağını toplayıp ülkenin gerçek sahiplerine, hattâ onların var olma sebeplerine sadece sofralarının artıklarını lâyık görenlerdir. Bu parti oligarşisi düzeninin temeli ülkenin politikacılarıdır. Karar alma ve uygulama erkini elinde tutanlar bunlardır. Bunların hareket alanlarında, bunların bilgisi ve izni dahilinde at oynatanlar yalakalığın binbir çeşidini sergileyerek yağlı, ballı, kaymaklı parsanın kendilerine düşen kısmını hiçbir zorlukla karşılaşmadan toplamaktadırlar. Yüksek bürokratlar, büyük (!) iş adamları, yazılı ve sözlü basın kuruluşlarının patronları ve kalemşörleri, bu sınıfın değişmez topluluklarıdır.
Bankaları hortumlayarak vergilerini ve özelleştirmeden satın aldıkları işletmelerin paralarını ödemeyerek, ihalelere fesat karıştırarak haksız kazanç sağlamalarından, haksız rekabetle büyük vurgunlar vurmalarından dolayı bozulan ekonomiyi rayına oturtmak uğruna devletimizi üç kuruş için yabancılara el açar duruma bunlar getirdiler. Ama faturayı, azalan gelirlerimizle yapılan haksız zamlarla bizler ödüyoruz. Böyle bir devlet anlayışı olur mu? Suçu onlar işliyor, cezayı biz çekiyoruz. Şu yukarıda saydığımız suçlar, politikacıların müsamahası ve izni olmadan işlenebilir mi?
Sadece ekonomik alanda değil, politik ve sosyal alanda da belli bir hedefe yönelik olduğu için bilerek yapılan hataların faturası da maalesef millete çıkıyor.
Bu oligarşik düzenin kurucuları, koruyucuları ve şakşakçıları, sanki önceleri büyük bir iş başarmış, tarihe bir not düşmüş gibi, bugün de kurtarıcılığa soyunmanın, akıl almaz zevki ve sarhoşluğu içinde, kulu, kölesi oldukları Avrupa’yı, Avrupalı olmayı bizlere hedef gösteriyorlar. Bu hedefi bir paravana gibi kullanarak millî hassasiyetlerimizi, millî ve mânevî değerlerimizi, millî bakış ve görüş açımızı törpülüyorlar. Bizi, bizden çalmanın hesaplarını yapıyorlar. 2004 yılını Türk milletinin milâdı, yeni doğuşu yaparak 5000 yıllık tarihimizden bizi koparmaya, nevzuhur bir kalabalık olduğumuzu ispat etmeye çalışıyorlar. Sevdamızı yok etmeye uğraşıyorlar. Öyle büyük, öyle güçlü bir kampanya yürütüyorlar ki, Nazi Almanyasının propaganda bakanı Göbels’e bile rahmet okutuyorlar. Tabiî ki, burada politikacılarla medya patronlarının göbek bağlarını unutmamak gerekiyor. Vergi borçlarının beş yıla, hortumlanan paraların on yıla, Petrol Ofisi’nin alımından doğan borçların dört yıla yayılmasının ne anlama geldiği hepimizin malûmu.
Politikacılar, büyük (!) iş adamları, yüksek bürokratlar ve medya patronları ile kalemşörlerinin soygun ve vurgunlarının millet tarafından öğrenilmesinden dolayı yeni bir yöntem bulmak maksadıyla, içine balıklama atlama sevdası içinde yanıp tutuştukları AB, 2004 Aralık ayında bizim için tarih belirleyecek. En iyimser tahminciler dahi giriş için en az on yıldan söz ediyorlar. Yani on yıl sonrası için kıyılacak nikâh bizim için milât olacak(!) Milletin rızası alınmadan kıyılacak bu nikâhın acaba on yıllık ömrü olacak mı?
Bir de işin tersini düşünelim. Ya AB, muhiplerin milâdına “dur arkadaş, kendi kendine gelin güvey olma! Sana tarih vermiyorum, vuslat bir dahaki bahara” derse, acaba muhipler düşecekleri durumu düşünüyorlar mı? Ama bu suratla, yeni bir kılıf uydurup soygunlarına devam ederler. Olan yine, verilen onca tavizle millete olur.
Milât için verdikleri tavizlere, nasıl “biz bunları Avrupa istiyor diye yapmıyoruz. Milletimiz lâyık olduğu için yapıyoruz” diye bir kılıf uyduruyorlarsa, verecekleri yeni tavizler için de kılıf hazırdır. Yalnız bu “milletimiz buna lâyık olduğu için yapıyoruz” sözleri aslında pek inandırıcı da değil. Çünkü, burada verilen tavizler bizim milletimiz için gereken şeyler değil. Meselâ, ana dilde eğitim hakkının, ana dilde yayın hakkının Türk milleti için sorun yaratan bir şey olduğunu kim söyleyebilir? Bu, içimizde lütfumuzla yaşayanların, Türk olmayanların sorunu. Şimdi bu hakkı vermekle, bunların böyle bir hakka lâyık olduklarını söylüyorlar. Gerçekte acaba bunlar böyle bir hakka lâyıklar mı? Örnek olarak Çerkesleri alalım. Kuzey Kafkasya halklarından olan Çerkesler 19.yy. başlarında Rusya’nın acımasız saldırıları ile karşı karşıya kaldılar. Kendi vatandaşlarını doyurmaktan âciz devletimiz bunları, Rus zulmünden kurtarmak amacıyla kucağını açtı. Kafkasya’dan kaçıp gelenlere yer, yurt verdi. Aşağı yukarı yüz yıldan fazla bir zaman onları kendinden bir parça sayarak kucakladı. Yedirdi içirdi, eğitimine yardımcı oldu. kültürlerine, dillerine en küçük bir imada bile bulunmadı. Bütün bunlara rağmen Çerkeslerin “biz de ana dilimizde eğitim ve yayın yapacağız, kültürümüzü yaşatacağız” diye ortaya çıkmaları, en hafifinden bu yüce millete saygısızlık değil mi? Bu bir vefasızlık örneği değil mi? Bu hareketin Anadolu’nun işgali sırasında yerli Rumların yaptıklarından mahiyet olarak hiçbir farkı yoktur. Demek ki, aynı ortamı bulsalar bunlar da aynı işi yapacaklar. Diğer etnikler de bunlardan farklı değiller.
Din özgürlüğü adı altında bizi çöl bedevisi yapmaya kalkanlar, ülkemizi bölüp parçalamaya çalışanlar, terörizmin her çeşidine bulaşanlar acaba insan hakları denilen bu haklara lâyıklar mı? Oturup düşünmek gerekir. Nasıl Tanzimat ve Islahat Fermanlarında Türk milletini yakından ilgilendiren, ona artı bir hak veren hiçbir madde yoksa ve bu fermanlar azınlıklar için çıkarılmışsa, AB uyum paketleri de sadece etnikler için çıkarılmıştır. Şu anda mecliste olan Yerel Yönetimleri Güçlendirme Yasası da, AB uyum yasalarının etniklere verdiği hakların daha da genişletilmesinden başka bir şey değildir. Eve dönüş yasasını kim dikte ettiyse, bunları da onlar dikte ettiriyorlar. Bir an önce son noktayı koymak için!
Bize göre AB masalı 2004 Aralık ayında bitecek. Yani Türk’ün milâdı olmayacak. Aksine bu tarihten sonra Türk’ün Nevruz’u (yeni doğuş) başlayacak. Türk silkinip kendine gelecek, bu tuzakları kuranları tarihin çöplüğüne fırlatıp atacak.