Ana Sayfa 1998-2012 Ahmet Vefik Paşa

Ahmet Vefik Paşa

TARİHİMİZ, dev şahsiyetlerin yatağı ve otağıdır. Dev şahsiyetlerin kimi devlet kurmuş, kimisi de çökmekte olan devleti ayağa kaldırmış, kimileri de Türkiyemizi içte ve dışta temsil edip göğsümüzü kabartmış, tarihe ve tarihimize damgasını vurmuştur. İşte bu gurupta yer alan Ahmet Vefik Paşa da, ismini altın harflerle yazdırarak gönüllerde taht kurmuştur.

Ahmet Vefik Paşa, devlet adamlığı yanında yazarlık ve edebiyat alanındaki faaliyetleriyle de karşımıza çıkan, kendi kendini yetiştiren “nevi şahsına münhasır” nadir devlet adamlarımızdan biridir. Paşanın ağır basan yönü, devlet adamlığı ve diplomatlığı yanında çok nüktedan oluşu ve hazır cevaplılığıdır. Bilim ve edebiyatı kendisine doğrudan doğruya meslek edinmiş bir kimse değildir. Boş zamanlarında kendisini ilme ve edebî faaliyetlere vermiştir.

Kültür tarihimizde onun şahsiyetine asıl damgasını vuran belirgin özelliği, Türk toplumunun kalkınmasında yenileşmeyi Batı medeniyetinden alınan değerlerin millî değerler ile kaynaştırılmasında “Doğu-Batı Sentezi”nde görülmesidir. Kendisi devrinde çeşitli fikir akımlarına karşı Türkçülük akımını benimsemiş ve bu akımın öncülüğünü yapmıştır.

Ahmet Vefik Paşa 1823 yılında İstanbul’da doğdu. Divan tercümanlarından Ruhiddin Beyin oğludur. Öğrenimini özel olarak Mühendishane’de ve babasının Paris elçiliği sırasında Paris Saint Louis Lisesi’nde (1834-1837) tamamladı. 1837’de tercüme odasına memur olarak girdi. 1840’da elçi kâtibi olarak Londra’ya gitti ve burada üç sene kaldı. 1843’de Sırbistan’da sınır anlaşmazlığını giderecek heyete başkanlık etti. 1851’de Encümen-i Dâniş (İlimler Akademisi) üyesi, 1852 yılında Tahran elçisi oldu. 1857’de Adalet Bakanlığı, 1860’da Paris elçiliği görevlerine getirildi. 1861 yılında Anadolu müfettişi iken Bursa halkının yaptığı şikâyet üzerine bu görevden azledildi.

1871’de Rüsumat emirliğine, 1872’de Sadaret müsteşarlığına, 1872-1878 yıllarında Millî Eğitim Bakanlığı Divan-ı Muhasebat Reisliği’ne getirildi. 1875’de Petersburg İlimler Akademisi’ne üye seçildi. 1877’de Meclisi Meb’usan Reisi, vezir ve âyân üyesi, Edirne valisi, 1878’de Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı), 1878-1882’de iki defa Sadrâzâm oldu. 1879-1882 yılları arasında üç yıl Bursa valiliği yaptı. Son sadrâzâmlığından ayrıldıktan sonra herhangi bir devlet görevi almadan 1882-1891 yılları arasında 68 yaşına kadar ilmî ve edebî çalışmalarını sürdürdü. 1891 yılında 68 yaşında İstanbul’da vefat etti. Mezarı Rumelihisarı’nda Kayalar mezarlığındadır.

ŞAHSİYETİ: Paşa geniş alınlı, yuvarlak yüzlü, çocuksu gözlü, dolgunca, çember sakallı, şişman, ruhen şarklı, malûmatıyla garplı, mağrur, kibar, inatçı, alçak gönüllü, garip huylu, cesur, nev’i şahsına münhasır bir şahsiyetti.

Gözünü daldan budaktan sakınmayan Vefik Paşa olayların üzerine gitmekten çekinmezdi. Herkesin paniğe kapıldığı bir sırada gösterdiği cesaret ve yiğitliği zaman zaman başına belâ açıyor ve çekemeyenler tarafından deli yerine konuluyordu. Kendisine deli diyenlere karşı da nüktesini patlatmadan edemiyordu: “Bana deli mi diyorlar? Desinler desinler. Kendime deli dedirtmek için az mı uğraştım.”

En garip hareketlerinde bile aransa bir felsefî anlam bulunan Paşa; gösteriş budalası değildi, sade bir hayatı vardı. Tepeden tırnağa tam bir Türk gibi yaşardı ve Avrupa sosyetesinde bulunmaktan rahatsız olurdu. Yemeği ekseriya yalnız başına yiyen, yemek esnasında kitap okuyan Paşa; ileri gelen yabancıları yemeğe davet ettiği zaman yer sofrası kurup hepsini mindere oturtur ve yemeği çatal ve bıçaksız elleri ile yer; hocaları, şeyhleri ise bilakis Avrupa tarzında kurulan sofraya oturtarak çatal ve bıçak ile yedirirdi.

Millî onur ve doğruluk timsali Paşa millî terbiye ve geleneklere son derece bağlı ve saygılı idi. Zamana uymayı bilmez, zamanı kendisine uydururdu. Söz ve ferman dinlemediği, kanun ve nizam tanımadığı için görevinde uzun müddet kalmazdı. Bütün bunlara rağmen odun gibi doğru idi. Fuat Paşa’nın dediği gibi o; “Binek taşı büyüklüğünde bir pırlanta idi. Ne kaldırıma konur, ne ziynete yarardı.”

Ahmet Vefik Paşa kendi kendini d e hicvetmekten çekinmezdi. Bursa valisi iken iş için müracaat eden şişman bir adamı sebepsiz yere azarlamıştı. Yanındaki dostunun sitem etmesi üzerine de;“Bilmezsin o şişmanlar ne domuz olur, ben kendimden bilirim” demiştir.

Vefik Paşa tez canlı idi; az uyur, az yer ve erken kalkardı. Her gün en azından bir kaç saat okurdu. 15.000 cilt kıymetli eserin bulunduğu muazzam bir kütüphanesi vardı. Çok çalışkan, çalışkan olduğu kadar da tuhaf bir insan olan Paşa, Bursa valisi iken Mudanya Kaymakamına Bursa yolunun iki tarafına ağaç dikilmesi emrini verir. İstenilen yere dikilen ağaçların artması üzerine kalanı da sınır taşına dikilir. Paşa, tayin ettiği sınırın dışına taşan ağaçların hepsini söktürür ve şöyle der: “Mudanya Kaymakamı verdiğim emri bu defa fazla icra etti. Yarın da eksik yapabilir. Tamamı tamamına icraya alışmalıdır.”

Türk gibi giyinip Türk gibi hareket eden Ahmet Vefik Paşa, Türk’e yakışmayan kıyafetlerle mücadele etmiş, dinlemeyenlerin kuşak ve şalvarlarını sokak ortasında kestirmiştir. Bursa valiliği esnasında kanun ve kaideyi bir tarafa bırakan Paşa elverişli yerleri kabristan, mezarların bir kısmını da kahvehane ve gazino yaptırmıştır. Derebeylere göz açtırmamıştır. Hattâ; “Ayestefanos (Yeşilköy) barışı ile Bursa vilâyeti de bizim hissemize düştü, istediğimi yaparım” dediği söylenir.

Paşamızın gariplikleri saymakla bitmez. Sadaret müsteşarı iken Sadrâzâm Mahmut Nedim Paşa’nın mütemadiyen çağırıp emirler vermesinden sıkılması üzerine odasını arkadan kilitleyip kendisini davete gelenleri içeriye sokmamış, Nedim Paşanın bu devamlı davetlerinden vazgeçmesini sağlamıştır.

Ahmet Vefik Paşa son derece nüktedan ve hazır cevaptı. Gözünü daldan budaktan sakınmayan paşa diline de sahip olamazdı. Ve taviz de vemezdi. Hele memleket meselesi konuşulurken yırtıcı bir arslan kesilir ve sözünü hiçbir zaman esirgemezdi. Paşa, Paris’te bir yıla yakın elçilik yapmasına rağmen, millî gururuna düşkünlüğü, fütursuzluğu, lâfını esirgememesi nedeniyle imparator III. Napolyon’un sempatisini kazanamamıştı. Lübnan meselesinden dolayı paşaya sinirlenen İmparatorun; “Kendini Sultan Selim sefiri sanıyor” demesi üzerine Paşamız: “Sultan Selim sefiri olsa idim, zat-ı haşmetmeapları burada bulunamazdı” cevabını vererek Napolyon’u oturduğu yerden kalkamaz etmişti. Napolyon her şeye rağmen Paşa’yı takdir eder, hattâ “Senin gibi adamım kabinemde bulunsa benim için nimettir” demekten kendini alamaz, paşaya takılmaktan da edemezdi.

Medrese öğrencilerinin paşaya yatıp kalkıp dua edip etmediklerini bilmiyoruz ama, zırvadan kurtulduklarını, aşureye kavuşup ağızlarının biraz olsun tatlandığını biliyoruz. Evkaf Nazırı iken medreseleri dolaşmaya çıkan paşa imarette kaynayan kocaman kazanın içinde zırva olduğunu öğrenir, tadına bakınca âdeta kendinden geçercesine; “Mübarek hakikaten zırva imiş, Bir daha böyle zırvayı pişirmeyiniz. Yerine aşure pişiriniz” diyerek zırvayı ortadan kaldırır.

Ahmet Vefik Paşa öldüğü zaman kendisi için dinî ve içtimaî ananelerine göre cenaze alayı yapılmamasını, türbeye gömülmemesini vasiyet etmiştir. Bu vasiyetinin üstüne şu espriyi de yapmadan edememiştir: “Rumeli hisarı’na gömülmeyi istiyorum. Sultan Mahmut türbesine gömülüp de hayatım müddetince uğraştığım adamlarla âhirette tepişmek istemem.”

DEVLET ADAMLIĞI: Ahmet Vefik Paşa’nın tabir caizse yapmadığı görev kalmamıştır, diyebiliriz. Fakat dediğimiz gibi paşanın devlet hayatı yükselmeler, alçalmalar ve azillerle doludur. Şu bir gerçek ki ne yaparsa yapsın hepsi de paşamıza yakışmaktadır.

Devlet adamlığı tecrübesini daha çocuk denilen bir yaşta kazanan Ahmet Vefik Paşa devlet adamlığı özelliklerini şu şekilde açıklar: “Dost ve düşman yanında itibarlı, azimli, zorlukların üstesinden gelmesini bilen, affedici, Tanrı’nın birliğine inanan, vakti nakit bilen, muzaffer, ululanmış, müjdeci, kendini her saniye her dakika yenileyen, işlerin inceliklerini bilen, tedbirli, kuvvetli, sağlam, hem düşünen hem de düşündüren, moral verip, eğriyi doğrudan ayırdeden, münevver ve mümtaz…”

Tam bir bürokrat olan paşa işine herkesten önce gelirdi. Gözünde devlet memurları iki kısımdı: İyiler ve fenalar. İyi belledikleri hakkında sevgisi ve güveni çoktu, fena bildikleri rüşvete âşık olanlardı. Gözünde çerçöp sayılır ve onlara karşı düşmanlık beslerdi. Acizliği ve beceriksizliği hırsızlığa tercih ederdi.

Ahmet Vefik Paşa devletin şeref ve haysiyetine halel getirmemek için ne mümkünse yapar, millet malının göz göre göre yabancılara peşkeş çekilmesine asla razı olmazdı. Paşanın en büyük özelliği tam bir halk ve gönül adamı olmasıydı. Bir köylü kadın saatini kaybettiğini ve aradığı hâlde bulamadığını, veli paşanın eğer gözlüğünü takar ise kaybolmuş şeylerin bulunduğu yeri keşfeylediğini, bu sebeple köyünden Bursa’ya geldiğini ifade eder. Paşa, kadının köyünün adını ve saatini ne zaman kaybettiğini sorup anladıktan sonra bir müddet beklemesini emreder. Çarşıya bir adam gönderip münasip bir saat aldırır. Kadını çağırır ve tek gözlüğünü takarak, “Ben kayıpları bulurum ama taze iken bulurum. Sen, vaktini geçirmişsin, şimdi bu saati al kullan. Bir daha kaybın olursa kırk sekiz saati geçirmeden müracaat et” diyerek ve hatırını hoş ederek köyüne gönderir.

Türklüğün bütün şeref ve haysiyetini son dereceye kadar yüceltmeyi bir can ve vicdan borcu bilen büyük adam, Tahran ve Paris elçiliklerinde el attığı diplomatik konularda nice büyüklükler göstermiştir. Adı sadece Türkler arasında değil, düşmanlar arasında bile hayret ve takdirle anılıyordu.

1852 yılında Tahran’a gelen Ahmet Vefik Paşa büyük bir merasimle karşılanmıştır. Paşa, daha sonra sefaretimizin bulunduğu yeri Türk toprağı kabul ederek şanlı bayrağımızı göndere çekmiş, bu şerefli durum İngiliz ve Rus elçiliklerini hayrete düşürmüştür. Bugün elçiliklere bayrak çekilmesi Ahmet Vefik Paşa’dan miras kalmıştır.

İmparatorluğun temelinden iyice sarsıldığı devirlerde elçilerin şımarıkça hareketleri zaman zaman küstahlığa varan davranışları da artıyordu. Bunlardan biri de Fransız elçisinin padişah saltanat kayığına benzeyen bir kayık yaptırarak Boğaziçi’nde gezmesiydi. O gezintiye çıktığında halk sahillere doluşup padişah efendimiz geçiyor diye alkış tutuyor, durum anlaşılınca da tatsız homurdanmalar yerini alıyordu. Elçiye yapılan sayısız ikazlar sonuç vermiyor, etkisiz kalıyordu. İşte bu sırada Paris’te elçi bulunan Ahmet Vefik Paşa durumu öğrenmiş, çok üzülmüştü. İlk aklına geleni uyguladı. Arabasını imparatorun arabası gibi beyaza boyattı, koşu takımı ile de arabasını tıpkı onun arabasına benzettirdi. Artık o geçerken de Paris halkı imparator geçiyor diye selâm duruyor, alkışlıyor, arkasından koşuyordu. Fransız dışişlerinin bastırıp durumu İstanbul’a bildirmesi üzerine de Paşa; “Bu huzursuzluğa neden olan sizsiniz. O kayık ne zaman Boğaz’dan kalkarsa, bu araba da Paris’ten kalkar” demesi üzerine önce kayık, sonra da araba kalktı ve devletin onuru da yükselmiş oldu.

Paşamızın orijinal şahsiyetini aksettiren diplomatik davranışlarından birisi de tiyatro ile ilgilidir. Paris tiyatrolarından birinde Peygamberimizin aleyhine oynanacak oyuna mani olmuş, oyun gecesi, perde açıldığı sırada sahnenin ortasına çıkarak oyunu kaldırtmıştır.

Millî Eğitim Bakanlığı ve Bursa Valiliği sırasında eğitim işleriyle yakından ilgilenen Paşa, Bursa’da öğretmen okulları açtırmış, kız öğretmen okullarına önem vermiştir. Okullara öğretim metodlarıyla ile ilgili önerge göndermiş, kız çocuklarının on, erkek çocuklarının on-onüç yaşına kadar okula devamlarını mecbur tutmuştur.

İmar işleriyle de yakından ilgilenen Ahmet Vefik Paşa yine Bursa valisi iken Bursa’nın imarına önem vererek yeni yollar, caddeler açtırtmış, mevcutları genişletmiş, zekice buluşlarla çıkmaz sokakları ortadan kaldırarak çıkar hâle getirmiştir.

Bursa’da Rusçuk mahallesini kuran Paşa, bakımsızlıktan mezbele hâline gelen Yeşil Cami’yi tamir ettirtmiş; Tophane’yi, kaleyi, İpek Han’ı, Ulu Cami’yi Çelebi Sultan Mehmet Camiini, Osman Gazi, Cem Sultan ve Orhan Gazi türbelerini tamir ettirerek bunların nefis çinilerini ortaya çıkartmıştır. Ayrıca Bursa’da hastaneler yaptırmıştır. İpekçiliği, gülyağcılığı geliştirmiştir. Bu arada “adaletin mülkün temeli olduğunu, fakat adaleti sağladığını zanneden adaletsiz insanların da küfeye doldurup denize atılmasını” söyleyen paşamız, adlî ve malî işlerle de yakından ilgilenip yüzlerce meseleye çözüm getirterek halkın sevgi ve takdiri kazanmıştır.

İLMÎ VE EDEBÎ YÖNÜ: Ahmet Vefik Paşa, ilmî ve edebî yönü ile de üzerinde dikkatle durulması gereken bir şahsiyettir. Yemekte bile okuyan paşamızın kuvvetli bir hâfızası, geniş bir kültürü vardı. Tavrı ve davranışlarında olduğu gibi ilmi hakkında da söz söyleyenlerin çoğu ifrat ve tefritten kurtulamamışlardır. Bir kısım onun için “Bilmediği şey pek az idi” iddiasında bulunurken, bir kısmı da “Her tarafı dikenle çevrilmiş, devrilmiş bir kütüphane idi” diyorlardı.

Torunu Fahrünnisa Hanım ise bu hususta şunları yazıyor: “Arap, Fars, Fransız, Lâtin, İtalyan dillerini mükemmel okuyup yazar; Rusça, Almanca, İngilizce ve Yunanca’yı okuyup anlardı. Çağatayca ve İbranice’ye vâkıf idi. Parça parça birçok akçe sarfıyla 45-50 senede 15.000 cilt bulunan kütüphanesini meydana getirdi. Paris elçisi iken Fransız ilim adamlarıyla sefarethanede haftada bir gün toplanarak siyasetten başka ilmî münakaşalarda da bulunurdu.”

Ahmet Vefik Paşa düşünen bir fikir adamı olarak Batılılaşmaya taraftar olmakla beraber, yenileşme hakkında Mustafa Reşid Paşa’yı aceleci buluyordu. Bazılarına göre Osmanlı Türklerinin ilk Türkçüsü olarak kabul edilen Paşa maarif, dil ve edebiyatın yenileşmesinde pek büyük hizmetlerde bulunmuştur. Arap ve Acem kelimelerinin istilâsı altında unutulan ve ezilen dilimizi bu tehlikeye karşı korumak ve gelecek nesillere bir hâtıra bırakmak ümidiyle “Lehçe-i Osmanî” adlı lügat kitabını yazdı. Eserde aslen Türk olan kalimelere önem veriyor, diğer lügatlerde bulunmayan halis Türkçe kelimeler burada mühim bir yer tutuyordu.

Ahmet Vefik Paşa, Türklerin ilk şuurlu lisancısı, ilk Türkoloğudur. Paşa’nın dil sahasında ikinci eseri Bursa valisi iken ihtiyarların da fikirlerini alarak hazırladığı “Atalar Sözlüğü” denilen “Durub-ı Emsâl-i Osmaniye”dir. Kitap, Hıfzı’nın 1846’da neşredilen eserinden sonra ülkemizde basılan, alfabetik sıralanan, atasözlerinden başka halk tabirlerini de içine alan bir eserdir.

Paşamızın, Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları”nda belirttiği üzere bir de “Bediî Türkçülük” dediğimiz sanat Türkçülüğü vardır. Bu anlayış evinin numarasında, odasının döşeme ve eşyalarında, kütüphanesinde, yemeğinde, üstündeki elbisesinde ve hattâ nefes alıp verişinde bile görülüp hissedilir.

Ahmet Vefik Paşa’nın tarihimize bakış açısı ve yaklaşımı ise tamamen orijinaldir. Batıdaki çalışmaları yakından takip eden Paşa tarih konularına “Millî Tarih anlayışı” ile eğilmiş, Türk tarihinin bütünlüğü üzerinde durarak bu tarihin yalnız Osmanoğulları soyuyla kurulup başlamadığı fikrini de ilk defa ortaya atıp savunmuştur. Bilimsel nitelikte “Salname-i Osmaniye” adlı eserini yayınlayan Paşa, vatan ve millet için şeref teşkil edecek bir gençlik yetiştirmeye çalışmıştır.

Üniversitede okuttuğu derslerin bir özeti mahiyetinde olan tarih ilminin tarifi, metodu, çağ ve kaynaklarını, yaratılış ve tufan konularını içine alan “Hikmet-i Tarih-i Umumî” ve “Fezleke-i Tarih-i Osmanî” gençliği yetiştirmeye yönelik eserleridir.

Çok yönlü olan paşamızın önemli tutku ve aşklarından birisi de tiyatrodur. Paşa hem tiyatro yazarı, hem de yöneticidir. Bu hususta telif eseri yoksa da Molyer’den yaptığı adaptasyon ve tercemeleri vardır.

Paşanın taklit kabiliyeti yüksek olduğu için tiyatro merakı çoktu. O, tiyatroyu yalnız halkı eğlendiren ve güldüren bir olay olarak değil, haklıyı haksızdan, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden ayıran, ders veren ve öğreten bir halk okulu kabul etmişti.

Paşamızın tiyatro sevgisi, tahsil hayatı sırasında ve elçi olarak bulunduğu Paris’te başlamıştı. Paşa, Molyer’in eserlerinden on altısını da dilimize çevirmiştir. Bursa valiliği ise tiyatro bakımından hayatında ayrı bir önem taşır.

Türk milletinin vefalı bağrında yetişen Ahmet Vefik Paşa, Türk büyükleri arasında müstesna yerini her zaman koruyacaktır…
 

Orkun'dan Seçmeler

Atsız, bir dünyadır

Yabancı sermaye