ORKUN dergisinin devamlı okuyucularındanım. 53. sayıda Celâdet Moralıgil Bey’in “Türkler Korkak mı?” başlıklı yazısını okumuş ve Türk Ocakları Kayseri Şubesi’nin yayın organı olan “Türk Ocağı” adlı gazetemizde “Aydınları da mı Aydınlatalım?” başlıklı yazı ile görüşlerimizi açıklamıştık. Adresini tespit edemediğimiz için posta servisi ilgili gazeteyi kendilerine ulaştıramamıştı.
Bu kez karşımıza “Yabancı malları boykot!” başlıklı yazıları ile çıktılar. Üstelik bu defa ölümü gösterip hastalığa razı etme taktiği ile… Bu kez de eğrileri doğrularına karışmış bir metin okumak zorunda kaldık. Ama Sayın Moralıgil Beye saygı duyuyoruz. O, en azından; fikirlerini biraz lezzetsiz, biraz da Frenkvari açıklasa da; kendini beğenmişliğini, yazısında adı geçen insanları küçümseyişini, kendi hariç birilerini ekonomi bilmemekle suçlayan üslûbunu; ömrünün kırk yıldan fazla bir bölümünü Avrupa’da geçirmiş bir insan olarak, incelikle kullanmışlar. Sırf bu nedenle, yaşını başını almış bir insanı gücendirmek istemiyoruz.
Diyor ki: “Bu ülkedeki pisliklerde bir Türkçü olarak benim de Türkçü olmayanlar kadar hissem var.” Beyefendi kendilerini yargılamış ve kalemini kırıp basmış hükmü. Bizim anlamakta zorluk çektiğimiz konu; nasıl oluyor da ülkemizi bölmek, parçalamak ve daha fazla soymak için her türlü tuzağı kurarak, binlerce vatan evlâdının şehit edilmesine yol açan bilumum terör örgütlerinin hamisi Avrupa’nın, özellikle Almanya’nın tutumuna, bu kadar hoşgörü ile bakabilmesidir. Ancak kendileri; savundukları siyasî ve ekonomik görüşler göz önüne alınırsa, Türkçü değil tipik bir Neo-Liberal Sağcı’dır. Türkçülük ile bu kavram arasında dağlar kadar içerik farkı vardır.
“Türkçüyüm” dediği hâlde Küreselleşme (Yeni Dünya Düzeni.) denen emperyalist kuramı savunmaktadır. Küreselleşme karşıtlarını da üstü örtülü cahil saymakta ve ekonomi bilmemekle -en hafif deyimi- kullanarak itham etmektedir.
Diyor ki; (…Serbest Piyasa Ekonomisinin alternatifi kollektivist sistemdir, yani komünizmdir. Bu da özellikle piyasa ekonomisine saldıran Türkçü geçinenlerce de bilinsin…) Diyor ki; (…Benim gibi ender Türkçüler hariç tüm Türkçüler şu küreselleşmeye karşıdır. Oysa ki küreselleşme çoktan atı alıp Üsküdar’ı geçti. O kadar çok alanda, uluslararası hukukî – iktisadî – teknik anlaşmalar, ticarî ilişkiler vs. ile ulusların eli kolu o kadar bağlı ki saysam Orkun’un sayfaları yetmez.)
Beyefendinin saymasına gerek yok. Zira kendileri, devletler arası ilişkiler ile YDD denen ideolojiyi birbirine karıştırmaktadır. Ayrıca teknolojik buluşların tüm insanların hizmetinde olması ile tüm insanların zor kullanılarak soyulmasını amaçlayan ve dünya kaynaklarının kapitalistlerin, yani bir zümrenin kullanımına bırakılmasını savunan küreselleşmeyi de birbirine karıştırıyor. Kapitalist sistem ile kollektivist sistemin kuramcılarının Yahudi kökenli insanlar olduğunu biz biliyoruz da sayın yazar bilmiyor.
Sayın yazarın kafasındaki karışıklığı ortadan kaldıracağı ümidi ile şu kitapları okumasını salık veriyoruz: Marshall Mc Luhan’ın “War and Peace in the Global Village”, Robert Nozick’in “Anarşi, Devlet ve Ütopya”, John Rawls’ın “Bir Adalet Kuramı”, Antony Giddens’ın “The Third Way” adlı k itapları. Eğer bunlar yetmez ise, zahmet edip William Greider’in “TEK DÜNYA (Küresel Kapitalizmin Manik Mantığı)” ve Thomas Friedman’ın “Küreselleşmenin Geleceği” adlı kitaplarını okumalı.
Sayın Moralıgil’in şu “Türkçü geçinenler” lâfına da takıldık. Acaba PKK terör örgütünün kurşunları ile şehit edilen vatan evlâtlarının cenaze törenlerine katılan milliyetçileri mi kastediyor? Türkçülüğün ne olduğunu Yahudi Moiz Kohen’den (Munis Tekinalp) öğrenenleri mi işaret ediyor?
Sayın yazar gücenmesin ama Türkçülük felsefesini de bilmiyor.
Türkçülük; Türk milletinin yaratıldığı günden başlayarak binlerce yılı aşan bir varoluş felsefesidir. Bu felsefenin içini tarih bilinci, bağımsız yaşama arzusu, yüksek kültür ve ahlâk, vatana bağlılık ve Türk milletine hizmeti onurluluk sayma gibi üstün bir kimlik ve kişilik anlayışı doldurur. Bu tanımın siyasal adı Türk milliyetçiliğidir. Milliyetçilik, karakteri gereği her türlü emperyalizme karşı bir kavramdır. Türk milliyetçiliği bu temel özelliğine ek olarak tarihten gelen ve nesilden nesile taşınan millî dayanışma ruhu ve adalet anlayışı ile ırkçılıktan ayrılır. Bir Türkçü için “Türk ve Devlet” kelimeleri adalet kavramı ile özdeştir. Türkçüler için ekonomi, sosyoloji, siyaset, hukuk bilmemek bir eksikliktir.
Kendini Türkçü sananlar ile düzenin nimetlerinden yararlanmak için kuzu postuna bürünmüş hırsız liberallerin kendilerine Türkçü diyor olmaları, bu gerçeği ve ideali değiştirmez.
Bizler, M. Kemal Atatürk’ün sözlerine kulak verenleriz. “Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.”
Küreselleşmeci kuramcıların çıkış noktalarını kısaca yazalım da fikir sahibi olsunlar: Diyorlar ki; “Dünya nüfusu kontrolsuz şekilde artarken, dünyanın sahip olduğu kaynaklar hızla tükenmektedir. (Malthus nazariyesi) Doğal kaynaklara sahip olan ve teknolojilerini geliştiremeyen ülkeler ellerindeki kaynakları verimsiz kullanmaktadırlar. Öyleyse tüm kaynaklar, alanında uzman olan ŞİRKETLER kanalıyla tek elden yönetilmelidir. Bunu sağlamak için devletlerin mal ve para dolaşımını engelleyen yasaları ortadan kaldırılmalıdır. Nasıl olsa gelecekte ve yakın bir tarihte küreselleşen dünya, tek devlet hâline gelecek ve bu “köy”ü de ABD idare edecektir. Sonuçta dünya tek devlet, tek yönetim, tek hukuk, tek din, tek ahlâkî normlar zinciri ile yönetilmelidir.”
Bu kurama boyun eğmeyenlerin başına da önce ekonomik krizler, daha sonra siyasal krizler, en sonra da füzeler yağmaktadır. Sloganları ise üç yüz yıldır bağırılan “Demokrasi ve Barış”tır. Dünya’ya üç yüz yıldır demokrasi ve barış gelmesini bekliyoruz. Ne hikmet ise hep büyük savaşlar geliyor. Neden acaba sayın Moralıgil? Efektif olarak cevabınız ne ola ki?! Bankacı mantığınız tüm insanların teknolojik imkânlardan yararlanması ile tüm dünya milletlerinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkının elinden alınması arasında bir parite bulabiliyor mu? Ve küreselleşmeye teslim olarak yusyuvarlak olup, milyarlarca insan arasından birisi hâline gelmeyi “büyük ulus“ olma kavramının neresine koyuyorsunuz?
“William Greider, küreselleşmeyi, neşeli ve kayıtsızlıkla önüne çıkan her şeyi tahrip edip biçerek, bütün sınırları hiçe sayarak ilerleyen, ardında muazzam bir servet kaybı ve insanlık trajedisi bırakan devâsâ bir makineye benzatiyor. Tek dünya, o devâsâ makinenin artık kendi başına hareket ettiğini ve insanlığı bir uçuruma doğru sürüklediğini göstermekte, sonuçları çözümlemekte ve bütün dünya devletlerine ve halklarına, sosyalizmin ve kapitalizmin genel mantığını aşarak müdahalede bulunmalıdır” diyor.
Yoksa William Greider de mi Marksist??!!
Thomas Friedman, Küreselleşmenin Geleceği adlı bir kitabında, YDD’ nin ekonomistlerini, borsacılarını ve bankacılarını “Her önüne geleni talan eden, klonlanmış elektronik sürüler” olarak tanımlıyor. Fazla söze gerek var mı?
Biraz siz okuyun lütfen.
Sayın Celadet Moralıgil’in dinî inancı var mı bilemiyorum. Yoksa bu satırdan gerisini lütfen okumasın… Varsa mutlaka okumalı.
Kur’an-ı Kerim Maide Sûresi 51. ayet: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Nasara’yı dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostu ve müttefikidirler. Kim onlarla dostluk ederse, o da onlardandır. Allah teâlâ kâfirlerle dostluk ederek zulmeden kavime hidayet etmez.”
Diyelim ki Rabb’in yukardaki buyruğunu Reel Politic gereğidir diye görmezlikten geldiniz. O zaman FECR sûresi hükümlerine ne bahane bulacaksınız? “Ayet 17: Hayır, hayır doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. 18- Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz. 19- Oysa mirası dermecesine , helâl haram demeden öyle bir yiyiş yiyorsunuz ki! 20- Malı öyle bir seviş seviyorsunuz ki yığmacasına! 21- Hayır, hayır, yer üst üste sarsıntılarla düzenlendiği zaman…” bizler küreselleşmeci serbest soygun ekonomisine inanmıştık mı diyeceksiniz?
Siz; küresel kapitalizmin kâr/faiz hesaplama tekniklerine, muhasebecilik madrabazlıklarına, şirket oyunlarına, çıkarlarını koruyan düzenbazlıklara, ekonomi bilmek mi diyorsunuz? İnsanların zayıflıklarından yararlanmayı ve onları soymayı hedefleyen borsa oyunlarını, sırdaş hesapları, vergi kaçırmanın yollarını bilmeyi ekonomiden anlama olarak adlandıranların karşısında bilgisiz olduğumuzu kabul ediyoruz. Böyle şeytanlıklara aklımız ermez. Bunları vicdanlarını çengele asmış, yaptığı işin ekonomi olduğunu sanan Monetarist Neo-Liberaller iyi bilir… Zira yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan bu sistem onların icadı tam bir zulümdür. Bir ülkenin beyinsiz yöneticilerini bir şekilde ikna edecek, ithal ikame mallar ile kalkınmanın mümkün olduğuna inandıracaksınız. Toplumu reklâmlar ile yönlendirerek tüketici bir toplum yaratacaksınız. Parası olmadığı için lüks tüketime yönelemeyenlere de “Tüketici kredisi“ adı altında yüksek faizli krediler vereceksiniz. Üretim-pazarlama-tüketim zincirini kontrol altına alacaksınız. Maliyet içinde işçi ücretlerinin payını abartacak ama satış fiyatını düşük bularak toplumun satın alma sınırının son direnç noktasına kadar çıkaracaksınız. Ücretlere zam yapmaya gelince, bin bir dereden su getireceksiniz. Gizli ittifak içinde olduğunuz politikacılar eliyle, yasaları kan emici yarasalara çevireceksiniz. “Komisyoncu” keneleri türeteceksiniz. Ticaret erbabını destekleme adı altında milletin ve devletin kaynaklarını zenginlere, yandaşlara aktaracak, aldıkları kredileri geri alamayacak hattâ adaletin karşısına bile çıkaramayacaksınız, sonra da görev zararı kaleminden milletin sırtına yükleyeceksiniz. Türk Parasını Koruma Kanunu’nu kaldıracaksınız, kalkınma masalları ile yabancı sermayeye ülke kapılarını açacaksınız; üstüne üstlük kolay soymaları için gümrük muafiyetleri getireceksiniz, yabancı bir ülkenin parasını bütçe hesaplamalarında bile geçer değer olarak kabul edeceksiniz, rüşvetin adı iş bitirme komisyonu, devleti ve milleti soymanın adı köşe dönmecilik olacak, buna da iktisat bilimi diyeceksiniz. İşte bu sistemin adı Serbest Piyasa Ekonomisidir.
Hırsızlığı teşvik yasalarını çıkaracaksınız. Devlet mekanizmasına çomak sokacaksınız. Toplumu manyaklaştıracaksınız. Ülkeyi ekonomik, siyasî ve adlî krizlere sürükleyeceksiniz, yüz binlerce esnaf batacak, birkaç yıl içinde bir bucuk milyon insan işsiz kalacak. Bütün bunlar olurken TÜSİAD üyesi zümre zenginleştikçe zenginleşecek. Türkiye gibi büyük bir ülkeyi yönetmekte âciz olduğunuzu gizlemek için de, ülke yönetimini Avrupa Birliği’ne toptan devredeceksiniz. Federal Avrupa Birleşik Devletleri Anadolu Eyaleti’nde küreselleşmeci liboşlar olarak yönetimde kalacaksınız. Bunu yaparken de “Ne yapalım küreselleşmenin gereği” diyebileceksiniz. İşte bu siyasî anlayışın adı da Neo-Liberalizm’dir.
Batı hayranı, küreselleşmeci ve dahi Türkçü ağabeyimiz: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 1. maddesi nedir, biliyor musunuz? “Tanrı bana dünyaya düzen verme görevi verdi” diyen George W. Bush‘u sempatik buluyor musunuz? İnsanları topyekûn öldürmek için icat ettikleri silâhlara Tevrat’tan adlar koymalarının bilimsellik boyutlarını da düşündünüz mü? Sizce İsveç’teki intihar evleri hangi özgürlüğü kullanmak için kuruldu? Zürih şehrindeki eroin park hangi medenî anlayışın ürünü? Zenginliğine gıpta ettiğiniz ABD’de lise öğrencileri kovboyculuk oynarken on, on beş arkadaşını öldürüyor. Bunlar refah toplumunun manyakları mı? 240 milyon nüfuslu bir ülkede (ABD) 72 milyon aç insan oluşuna sizin şu yüksek ekonomi bilginiz ne cevap veriyor? Silâh üreten Baronlar ürettikleri silâhları ne yapıyorlar acaba?
Evrenin efendilerinden Bay Wolfovitzh Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletini tehdit edip aşağılarken Türkçü yanınıza dokunmuyor mu? Gerçi zibidi yerli uşaklarını azarlıyor ama gene de alınganlık gösteriyoruz.
Avrupa Parlâmentosu dönem raporunda, Arie Ooslander tarafından yazılan “Kemalist felsefe, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin önündeki en önemli engeldir.” sözlerine katılıyor musunuz, yoksa “Haydi ordan zibidi” mi dediniz?
Sayın Celadet Beyefendi’nin yazısında adı geçen insanlar hakkındaki düşüncelerini cevaplamak bize düşmediği için söz konusu etmiyoruz. Türkçülüğün ne olduğunu bilmediği için çevresinde gördüğü üç beş lümpeni Türkçü saymasını da yadırgamıyoruz. Türkçü olmadığı konusunda yanılıyor isek; bilimsel olmak koşuluyla, açıklasın da anlayalım. Bir defa daha okumaya hazırız. Ve son sözümüz… Ne Türk milleti ne de Türkiye Cumhuriyeti; tarihin sayfaları arasında kaybolup gidecek bir devlet değildir. O ebediyen var olacaktır.
Ne Mutlu Türk’üm Diyene.