GEÇEN yaz, İzmir Enternasyonal Fuarında, Nâzım Hikmet’in heykeli Kültür Bakanı tarafından coşkuyla açıldı. Bir Kültür Bakanı tarafından açılışı yapılan bu eserin, kültürümüze de katkısı olacağını düşünerek “hayırlı olsun” diyoruz.
Aslında, vatanına büyük hizmetleri geçmiş, ülkenin kültür hayatında iz bırakmış kahramanların, devlet adamlarının, fikir ve sanat adamlarının anılması, gelecek kuşaklara tanıtılması için bu kişilerin heykellerinin, büstlerinin şehirlerin parklarında, meydanlarında yer alması gereklidir. Ancak böyle bir girişimde bulunulurken çok duyarlı olmak gerekir. Sübjektif görüşler, duygusal eğilimler bunda rol oynamamalıdır.
Nâzım Hikmet RAN, komünist Türk şairidir. O’nun bu yöndeki görüşüne kimsenin bir diyeceği olamaz. İyi niyetle vatanının hayrına Türkiye’de bir komüni ist yönetimin iş başına gelmesini istemesi kendi görüşü nedeniyle pek de garipsenemez. Sahip olduğu ideolojisi nedeniyle bizim kıymet verdiğimiz kişilere de şiirlerinde hücum etmiş, onları karalamış olabilir. Bunlar, hele içinde bulunduğumuz dönemde olağan sayılmaktadır.
İnancından taviz vermeksizin senelerce hapishane köşelerinde ömür tüketmesi, çile çekmiş olması tarafsız bir gözle takdir bile edilebilir.
Yalnız şu var ki, 1950 yılında affedilmesi yolunda Ankara’da Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi profesörlerinin açtığı kampanya sonucu da, o sıralarda iktidara gelmiş olan Demokrat Parti Hükûmetinin çıkarttığı af kanunundan yararlandıktan hemen sonra (hem de Türkiye’yi parçalamak için soğuk bir savaş başlatmış olan) Sovyetler Birliği’nin topraklarına iltica etmesi, -her şeyden önce- onun için böyle bir fedakârlığa girişmiş olan ilim adamlarını küçük duruma düşürmüştür.
Keşke, Bulgar ve Soyvet toprakları yerine Fransa’ya veya İtalya’ya gitmiş olsaydı.
Nâzım, Demirperde gerisinde “– Beni Stalin yarattı” derken; Stalin, Türk vatanını parçalamak için her türlü gayreti sarfediyordu. Uydusu olan Bulgar Hükûmetinin Ankara Büyükelçisi Çobanof, yeraltı komünist yuvalarıyla işbirliği içindeydi. Vatanımızı korumak için NATO’ya girmekliğimiz, KORE Savaşına bir tugayımızı göndermekle mümkün olmuştu. Orada, Birleşmiş Milletler askerleri içinde HÜR DÜNYA uğruna savaşan mehmetçiklerimize, Komünist Çin askerlerine ateş etmemeleri için şiirler yazdığı, bunların askerlerimizin siperlerine atıldığı da hâfızalardan silinmemiştir.
İzmir Fuarında, Kurtuluş Savaşımızda hamasî bir destanın yaratıcısı İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Âkif’in, vatan şairi Namık Kemal’in heykelleri değil, büstleri bile yoktur. Despot yönetime karşı Türk gençliğini galeyena getirmek için şiirleriyle bir edebiyat yaratan Namık Kemal’in, mutasarrıf iken öldüğü Sakız adası karşısındaki Çeşme sahillerinde bir büstü bile yokken; böylesine bir girişimin millî vicdanlarımızı rahatsız etmeyeceğini kimse iddia edemez. Kaldı ki, Türk gençleri esaret zincirini kırmak için İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da kanlarını, canlarını verirken, Moskova’da, hem de Türk vatanını bir Sovyet ülkesi hâline getirmek yolunda plânlar yapıldığı günlerde Marks ve Lenin’in teorilerini öğrenmekle vakit geçiren Nâzım’ın heykeli için ayrılmış bir karış toprağın bile, o aziz şehitlerin, gazilerin kemiklerini sızlatacağına inanıyorum.