TÜRK milleti son yıllarda millî yapısını parçalamayı hedefleyen dış tehditleri artık açıkça görüyor, anlıyor, değerlendiriyor ve çözüm arayışında. Bu durumu yurdumuzun her köşesindeki sohbet toplantılarına katıldığımda ben de bizzat gözlemlemekteyim. Türk milleti etrafını kuşatan pop ve top çemberini kırıp gerçek gündemini görmek istiyor. Bu öylesine dipten gelen ve öylesine güçlü millî şuur dalgasıdır ki, gittikçe yükselmektedir ve pek yakında da gayri millî, ayrılıkçı ve dış destekli unsurların yalanlarla dolu söylemlerini milletin gündeminden söküp atacaktır.
ABD’nin Irak saldırısını canlı olarak yaşadığımız bu son günlerde, hakikatlerin üzerindeki sisler iyice dağılmaktadır. Ortaya çıkan gerçeklerin ışığında son durumu soğukkanlılıkla özetlersek millî yapımızı hedef alan dış yapılanmaları ve tehditlerini daha iyi anlarız.
Günümüzde devletlere karşı yapılan dış tehdidin kabul edilen beş unsuru şunlardır: 1) Siyasî. 2) Kültürel. 3) Ekonomik. 4) Askerî. 5) Çevre.
Türk devletine karşı yapılan dış tehditleri bu beş unsur altında irdelersek, bunların Türkiye’ye karşı tamamını bünyesinde bulunduran günümüzdeki yapılanmalar içinde en kapsamlı, en büyük tehdit unsuru AVRUPA BİRLİĞİ’DİR. AB’nin Türkiye’ye karşı olan tehdidinin en son belgesi de Ekim 2002’de yayınlanan İLERLEME RAPORUdur. Bu raporda 2003 yılında Türkiye’den yapması istenenlerin bazı başlıkları şunlardır.
– Alevîlerin azınlık sayılması.
– Laz ve Pontus kültürlerinin geliştirilmesi.
– Diyarbakır’da ruhsatsız inşaatı durdurulan Protestan kilisesinin yaptırılması.
– İstanbul’da Ermenice eğitim yapacak Ermeni üniversitesinin kurulması.
– Heybeliada’daki Ruhban Okulunun açılması. (Bu okuldaki eğitime Türk kanunlarını kabul etmediği için Fener Patrikhanesi tarafından 1971’de ara verilmiştir, istenen açılma müsaadesi değil, patrikhanenin ekümenlikliğinin yani Türk devleti üstünde bir kuruluş olduğunun doğrudan doğruya Türkiye’ye kabul ettirilmesidir)
– Kıbrıs’ın hâlledilmesi! istenmektedir.
– Özelleştirmelerin (madenlerin, millî kuruluşların, devlet bankalarının…) hızla yapılması.
– Yunanistan’ın Ege Denizindeki kıta sahanlığı, FIR hattı ve kara sularını 12 mile çıkarma taleplerinin 2004‘e kadar çözülmesi istenmektedir.
– KADEK’in siyasî muhatap alınması istenmektedir.
– Tutuklu eski DEP’lilerin yeniden yargılanmaları.
– Sözde Ermeni soykırım tasarısının tanınması istenmektedir.
– Yerel yönetim reformu istenmektedir. Hükûmetin bu ad altında yasalaştırmak istediği yapısal düzenlemeler sonuçta üniter yapıyı bozup 81 eyalet yaratacaktır. Bu yasanın kabulü LOZAN’ın yırtılması demektir.
Yeni ilerleme raporları ile 2003 ve 2004‘te de Türkiye’ye daha nicelerinin dayatılacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu dayatmalar artarak devam edecektir. Bu dayatmaları AB tam üyeliği yolunda yapılması gerekli ev ödevi sananlar varsa en azından gaflet içindedirler. Gaflette ısrarın delâleti ve sonunda da ihaneti doğurduğunu bilmeyen yoktur.
Türkiye’ye karşı siyasî (yani devletin kuruluş felsefesinin ortadan kaldırılması) kültürel (“Avrupa vatandaşlık bilincinin” oluşturulması gayesiyle AB’nin 1.1.2003 itibariyle 6 Türk üniversitesinde başlattığı gençlik programları kültürümüze tam bir tehdittir) ekonomik (1996’da başlayan Gümrük Birliği 2002 sonu itibariyle Türk ekonomisine 74 milyar $ zarar vermiştir) askerî (AGSK yani Avrupa ordusunun karar mekanizmalarına Türkiye’nin alınmayacağı kararları, AB’nin en son Irak‘a “Türk ordusu giremez” söylemleri, Kıbrıs’ta Türk ordusunu işgalci gören kararları askerî tehdidin en büyüğüdür) ve çevre (Kürt ayrılıkçılarına desteği ortadadır, aralıksız sürmektedir) tehditlerinin hepsini birden bünyesinde bulunduran en yıkıcı, en büyük ve en köklü dış yapılanma AB’dir. AB bir anlamda Türk milletinin ölümü göze alarak reddettiği SEVR Antlaşması’nın günümüzdeki yeni adıdır.
AB Parlâmentosu’nun Türkiye aleyhine aldığı 37 karar, tehdidinin yazılı belgesidir. (Avrupa Birliği Türkiye’den Ne İstiyor – TÜRK-İŞ – Aralık 2001)
Sayın Em.Korg. Suat İLHAN’ın en son hazırladığı “Türkiye’nin AB yolu Tıkandı” kitabının 23. sayfasındaki Avrupa Birliği; Yunan Megali İdeasına sahip çıkmakta, Türkleri önce Balkanlardan sonra Anadolu’dan atmayı amaçlayan Doğu sorunu (Şark Meselesi) ile Yunan megali İdeasını birleştirerek benimsemiş ve Haçlı zihniyeti tabanında birleştirmiş görülmektedir. Megali İdeayı Doğu sorununun ilk aşaması gibi değerlendiriyorlar.” Görüşlerine aynen katılıyorum.
Türkiye’ye karşı ikinci tehdit yapılanması ABD’dir.
ABD ile Türkiye arasında Osmanlı’dan günümüze gelişen ilişkilerde, 2000’li yıllarda gelinen noktayı hâlâ kimileri, stratejik ortaklık olarak adlandırıyor. İkili ilişkilerin gelişimine bakarsak fiilî durum çok farklıdır.
– 1839 Tanzimat Fermanıyla yabancı okullara açılma müsaadesi verilince Osmanlı’da ABD okulları açılmaya başlıyor. 1904 yılına gelindiğinde ABD okullarının sayıları 465 olmuştur. Bu okulların ana misyonu Osmanlı’da Hristiyan azınlık olan Bulgar, Ermeni ve Rumları Osmanlı’dan kopmaları için şuurlandırıp, eğitip isyanlarını her türlü maddî mâne vî desteklemek olmuştur. (Türkiye ve Şeytan Üçgeni-Turgay TÜFEKÇİOĞLU ).
– 1918’de WİLSON PRENSİPLER’inde Doğu Anadolu’da Ermenistan ve Kürdistan istenmiştir.
– 1920’de SEVR Antlaşması’nda imzası olan ABD Türklerin tarihten silinmesi demek olan bu belgeyi imzalamıştır. Sevr, Ermenistan ve Kürdistan’ın dayatıldığı belgedir.
– 1923’te LOZAN Antlaşması Türkiye’yi kuran ve bugünkü sınırlarını belirleyen antlaşmadır. ABD’nin bu antlaşmada imzası yoktur.
– 17 Şubat 1927’de ABD Modus viventi (geçici anlaşma) ile Türkiye’yi en son tanıyan batılı devlettir.
– 1927’de ABD senatosu Lozan’ı oylamış ve reddetmiştir.
– 30 Kasım 1945’te yapılan San Fransisko Uluslararası Konferansı’nda 1918’de ilân edilen Wilson Prensiplerindeki Kürdistan projesi tekrarlanıp haritası yayınlanmıştır.
– 23 Şubat 1945’te ABD ile imzalanan 11 Mart 1941 tarihli ödünç verme ve kiralama kanunundan yararlanmak için yapılan antlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD ile sonradan bugünlere gelen ilişkilerinin ilk başlangıcıdır..
– 27 Şubat 1946’da 4882 sayılı kanunla kabul edilen anlaşma ABD’nin TÜRKİYE’ye verdiği emrivaki sayılabilecek 10 Milyon $’lık silâh alımı borcu içindir. O borç bu günlerdeki ekonomik kriz batağımızın mimarıdır, plânlı başlangıcıdır. (İkili Anlaşmaların İçyüzü-Haydar TUNÇKANAT, 1970, Ekim Yayınları)
– 5 Nisan 1946’da ABD’nin Missouri zırhlısı İstanbul’a gelir ve Başbakan Şükrü SARAÇOĞLU, o günlerde, ABD’ye 4,5 milyon dolarlık borcun ödenmesi üzerine der ki: “Hepimiz inanıyoruz ki biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddî kısmını ödüyoruz. ABD’ne bir de mânevî borcumuz vardır ki onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık dâvalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız”
– 27 Aralık 1949’da ABD ile Türkiye arasında eğitim anlaşması yapılmış, böylece Türkiye’de “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” kurulmuştur.
– 1956 yılında Rockfeller, Başkan Eisenhower’e yazdığı ünlü mektubunda “Türkiye gibi anti-komünist hükûmetlerin iktidarda bulunduğu ülkelere yapılacak yardımlar ve açılacak krediler, öncelikle askerî nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur. Geliştirilmiş ekonomik yardım Türkiye’de bazı durumlarda düşünülenin tam tersi sonuç verebilir, yani bağımsızlık eğilimlerini arttırıp mevcut askerî plânlarımızı zayıflatabiliriz. Bu tür ülkelere yapılacak yardım, bize bağlı hükûmetleri iktidarda tutacak ve ABD’ne düşman unsurları zararsız hâle getirecek biçim ve miktarda olmalıdır.”
– 1963’te ABD’den sözde barış gönüllüsü adı altında gelenlerin Doğu Anadolu’ya gidenleri oralardaki etnik yapıyı kaşıyıp ayrıcalık tohumlarını ektiler. (Gizli Belgelerle Barış Gönüllüleri-Müslim Özbalkan, Ant Yayınları, 1970, İst.)
– 1964’de ABD Başkanı Jonson’dan Türkiye’ye gelen mektup Kıbrıs gibi Türkiye’nin millî dâvalarında ABD silâhlarını kullanamayacağını bildiriyordu.
– 1966 yılında Halford L. Hoskins “ABD Türkiye’ye esas olarak askerî bir dayanak gözüyle bakmıştır. Coğrafî konumu, NATO ve CENTO gibi savunma paktlarına katılma konusunda gösterdiği arzu ve hattâ sahip olduğu çok değerli maden kaynakları, Türkiye’yi, her türlü dış yardımın yapılmasına lâyık duruma getirmektedir.”
– 1982 ABD Başkanı Reagan döneminde şifre çözücü (Project Democracy) adıyla ABD, yeni bir ana dünya operasyonu uygulamaya koydu. Bu projenin Türkiye’ye dönük uygulamalarını, din hürriyeti operasyonu, yerel otonomileri geliştirmek, orduların merkezî devlet üstündeki etkisini ortadan kaldırmak ve Lozan’ın yeniden değerlendirilmesi olarak hâlen doya doya yaşamaktayız.
(Mustafa Yıldırım- Ekim 2000 Gazete Müdafaai-Hukuk, 12.sayı).
– l984’de PKK olayları başlatıldı. Türkiye’ye maliyeti 30.000 can ve 100 milyar $ oldu, sonunda ABD Apo’yu yakalayıp Türkiye’ye yolladı!
– 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra oluşturulan çekiç gücün, PKK’ya yardımlarını ve desteğini emekli Genelkurmay Başkanı Sayın Doğan Güreş defalarca belirtmiştir.
– 1996’da ABD 5.500 peşmergeyi Irak’ın kuzeyinden alıp Guam adasına götürdü, eğitti, yetiştirdi şimdi de bölgeye yaptığı saldırıda kullanıyor.
– 1996’da ABD’nin tartışmasız en iyi Orta Doğu ve Türkiye uzmanı olan Graham Fuller “Türkler İslâm karşıtı kabul edilebilecek olan politikalarla işbirliği etmek isteyebilirler… Müslüman dünyasında olan bir ülkenin güvenliğiyle otomatik bir sorumluluk konusunda giderek isteksiz hâle gelebilir. Güvenlik ilişkilerinin bu doğrultuda gelişme göstermesi Türkiye’ye felâket getirecek. ABD-Türk işbirliği umutlarını ciddî bir şekilde kısıtlayacak ve bunun uzantısı olarak, ABD’nin Kafkaslar ve Orta Doğu’daki hareket serbestîsini azaltacaktır.” diyordu.
Bir diğer uzman olan O. Lesser ise: “Türkiye ABD için önemli anlamları olan yeni bir oluşumun merkezindedir: Yeni güvenlik düzenlerinin yükselişi, ya da kritik bölgelerde yeni ittifaklarla (İsrail gibi) ilişkilerini kuvvetlendirmektedir… Amerika’nın dış politikası, çıkarlar sorununa (geniş ve dar anlamda) ve hareket şekillerine (çok taraflı ya da tek taraflı) odaklanmıştır… Yalnızca en dar kapsamlı (anayurdun savunması) ABD çıkarları açısından yaklaşım, Türkiye’yi önemli bir müttefik tanımlamasının dışında bırakır.” (Müdafaa-i Hukuk Dergisi Mart 2003-M. Emin DEĞER – Amerika Türkiye’yi İşgale Hazırlanıyor)
– 1997 de yapılan ABD’nin baş rolü oynadığı Türkiye’nin Sınır-aşan sularının konu edildiği konferansta ABD heyetinin ortaya koyduğu iki metin çok anlamlıdır. Çünkü Türkiye’nin sahip olduğu en kıymetli kaynakların birincisi sularıdır ikincisi de bor madenleridir. Sınır -aşan su kaynaklarımızı da esas olarak Fırat ve Dicle oluşturur. Fırat nehrinin debisi 31.8 milyar m3, Dicle nehrinin debisi 50 milyar m3’tür. Bu iki akarsuyumuz gelecek yıllarda tüm Orta Doğu için petrolden daha önemli ve hayatî olacaktır. Çünkü Türkiye’nin brüt yer üstü suyu miktarı 193 milyar m3 olup bunun 110 Milyar m3’ü ekonomik olarak kullanıldığından Fırat ve Diclenin toplam 88.8 milyar m3 olan su miktarının önemi ortaya çıkar. 2015’ten itibaren Orta Doğu başta olmak üzere tüm dünyada su sıkıntısının artacağı konunun uzmanlarının ortak görüşüdür.
Bu bilgilerin ışığında ABD’nin arkasında durup ısrarla 1997’den beri uluslararası anlaşma hâline sokmak istediği iki önerisi bizim için çok öğreticidir:
– Aşağı kıyıdaş ülkelere bu sularda söz hakkı verilmesi.
– Sınır -aşan sular üzerinde yapılacak barajların yapımı için uluslararası yapılanmalardan önceden özel izin alınması.
Bütün bu sinsi plân ve niyetlere ilâveten ABD merkezli söylemlerle Fırat üzerinden İsrail’e de su verilmesinin istenmesi hangi tür stratejik ortaklığa sığar acaba? Bu günlerde İsrail ve ABD tarafından Suriye’ye dönük saldırı söylemlerinin arka plânında bu su konusu da etkili mi acaba… (www.gapturkiye.gen.tr), (www.gap.gov.tr)
– 2002 yılı 4 Martta ABD Başkanı Bush, Patrik Barthelomeos’u Beyaz Saray’da resmî törenle kabul edip görüştü.
– 2002 yılında ABD’nin 24 Temmuzda başlayan 15 Temmuzda da biten California eyaletindeki Nevada Çölü’nde ve Pentagonda bilgisayar ortamında yaptığı tatbikatın adı “bin yılın meydan okuması 2002” oldu. Tatbikatta hedef ülke tarifi: Deprem sonrası ihtilâl yapma alışkanlığında olan bir ülke. Ordusu yönetime el koyar. Uluslararası mahkemelerin toprakları konusundaki aleyhte kararlarını tanımaz. Uluslararası su yollarını kapar. Ülkede demokrasiyi getirmek için ABD ordusu 96 saatte bitecek şekilde bu ülkeye askerî müdahalede bulunur. Bilgisayar ortamında yapılan bu tatbikat basına niye sızdırıldı acaba? Tatbikattaki hedef ülke tarifi kime uyuyor? Seferberlik süresi 96 saat olan ülke neresi?
– 2002 yılı 4 Ekimde ABD 1991’den beri aralıksız desteklediği, maddî ve siyasî her türlü desteği âdeta Türkiye’nin gözünün içine baka baka verdiği Barzanî ve Talabanî’nin devlet olma yolunda açtıkları parlâmentolarına başarı mektubu yolladı. Başarı mektubu ABD’nin bugün de Dışişleri Bakanı olan Colin Powell’ dan geldi.
– 15 Nisan 2003’te Bursa’da basına yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni geçmişte tanımak isteyen devletlerin ABD tarafından ambargoyla tehdit edilip tanınmanın önlendiğini söyledi.
Türkiye’nin karşısındaki 3. Tehdit Yunanistan’dır.
Yunanistan bu sıralamada üçüncü sırayı hakkıyla almıştır. Kuruluşundan bugüne kadar Yunanistan hiç sapmadan Megola İdeasını (Büyük Kutsal Dâvasını) azimle savunmaktadır. Yunanistan’ın bu millî siyasetine AB üyeliği engel değil. Bilâkis son yıllarda Kıbrıs ve kıt’a sahanlığı gibi konulardaki yaşanan örnekleriyle görüldüğü gibi zaman zaman yardımcı bile olmaktadır.
Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik yapılanması her seviyede sürmektedir. Üstelik bütün resmî belgelerinde İstanbul yerine inatla Konstantinapol diyen Fener Rum Patrikhanesi, bu densizliğine bir de unvanına “Yeni Roma” kavramını yerleştirmiştir. Patrikhane’nin arkasındaki Yunanistan onun bu faaliyetlerini tam olarak desteklemekte, zaman zaman da önünü açacak siyasî manevralar yapmaktadır. Bu konuda Fener Rum Patrikhanesi’nin internet sitesine girilmesi her şeyi bütün çıplaklığıyla göstermeye yetecektir. (www.patriarchate.org)
Megola İdea kavramı kapsamında Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı yürüttüğü ikinci faaliyet alanı Pontus konusundadır. Yunanistan 154 Pontus cemiyetinin, bu konuda yayın yapan 3 gazetenin, 1 radyonun, 27 internet sitesinin ve şimdiye kadar çıkarttığı 678 kitap ile Pontus faaliyetlerinin arkasındadır. Bu gibi kuruluşlara yılda 4 milyon dolarlık maddî destek sağlamaktadır. Trabzon ve civarından 1990 sonrasından bugüne kadar 87 Türk genci Yunanistan’a bu faaliyet çerçevesinde okutulmak vaadiyle götürülmüştür. En son, yayınlarda dillendirilen bu konudaki söylemleri Sinop ve Batum arasında, aslında 400 bin gizli Hristiyan Pontuslu Rumun yaşadığı ve bugün Türk devletinin baskısı altında bunların kendilerini Türk ve Müslüman olarak ifade etmek mecburiyetinde kaldıkları yalanıdır.
Yunanistan Ege Denizini kendi iç denizi yapma konusunda AB’yi de arkasına alarak büyük bir çaba içindedir. Ege’de kıta sahanlığı, FIR hattı ve karasularının 12 mile çıkarılması için AB ile tam bir uyum içerisinde Türkiye’yi 2004’te Lahey’de köşeye sıkıştırmayı plânlamaktadır. Özetle “Bizansiya Konstantinapoli seminerleriyle” Anadolu’daki Rum kiliselerinin Barthelomeos aracılığıyla onarılması ile Batı Trakya’da Türk varlığını etnik ve dinî kimliğinin tanınmaması vb. gibi yaşanılan birçok olaylar Yunanistan’ın Türkiye’de Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya… olmasını istediği ortadadır. Bu topraklarda “Yeni Bizans” veya “Yeni Roma” olana kadar Türkiye ile mücadele edecek olan Yunanistan tehdittir.
Türkiye’nin önündeki 4. tehdit Ermenistan’dır.
Çünkü Ermenistan anayasasında açıkça Türkiye’den toprak talep etmektedir. Ermeni anayasası doğu illerimizdeki toprakları işgal edilmiş ve kurtarılması gerekli Ermeni toprağı olarak göstermektedir. Ayrıca Ermeni paralarının, pullarının üzerinde ve okul kitaplarında da Ağrı Dağı resmedilerek Büyük Ermenistan’ın ortasındaki dağ olarak gösterilmektedir. Ermenistan bu toprak taleplerinin yanında, bugünkü dünya siyasetinde de önemli kazanımları ve dış desteği olan bir ülkedir. Türkiye’yi “Dört T plânı” ile köşeye sıkıştırmak istemektedir. Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak talepleri ile tehdit etmektedir.
Bu tehditlerinin belgesi de şu anda ABD’nin 24 eyaletinde Türkiye aleyhinde aldırdığı, Türkiye’yi soykırımcı olarak gösteren kararlarıdır. Ayrıca AB Parlâmentosu’ndan ve Yunanistan, Fransa, İtalya, Rusya, Arjantin, Kanada, Güney Kıbrıs, Lübnan, Uruguay ve Vatikan gibi ülkelerin millî meclislerinden de, Türkiye’nin aleyhinde soykırım tasarılarını geçirtmiştir.
Türkiye’ye karşı yukarıda özetlediğimiz tehditleri bünyesinde bulunduran dört siyasî yapının da niyetleri aslında su yüzündedir ve kendileri tarafından da açıkça ifade edilmektedir. Mayıs 2003 itibariyle Türk milletinin de bu tür tehditleri artık açıkça algıladığını yazının başında belirtmiştik. Tehditlerin oyuncuları ve cinsleri daha da arttırılabilir ama bütün bu tehditlerin ortak hedefinin mevcut Türk devletinin millî yapısı olduğu ortadadır. Yani saldırıların ortak hedefi millî devletimiz, üniter yapımız, milletimizi millet yapan bütün maddî ve mânevî değerlerimizdir.
Milletçe çare arayışımız veya çözüm önerilerimiz devletimize karşı yapılan tehditlerin tümünü aynı zeminde buluşturduktan sonra kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Tehdidi Türk milletinin bir evlâdı olarak algıladığımızda :
Çare: Millî yapımızı, onun meydana getirdiği millî devletimizi sonuna kadar korumaktır, bu yapımızın devamının ve geliştirilmesinin sağlanmasıdır.
Çare: Tehditleri ve tehdit edenleri kaleye saldıran saldırganlar, kale halkını da milletimiz olarak kabul edersek, kaleyi savunacak öncelikle kalenin içindekilerdir, yani Türk milletidir. Düğümün çözüldüğü nokta işte tam burasıdır. Her çare, ancak ve ancak millet tarafından istenirse uygulanabilir.
Çare: Devletimizin kuruluş felsefesi olan üniter, bağımsız, millî yapımıza sahip çıkmaktır. Devletimizin kuruluş felsefesinin sahibi tektir, o da Türk milletinin kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Çare: Millî varlıklarımıza, madenlerimize, yerüstü zenginliklerimize, millî bankacılık sistemimize, millî sanayimize yani milletin ortaklaşa sahip olduğu kazanımlarına sahip çıkmaktır.
Çare: Borcu borçla ödeme çabalarına son vermektir. “Faiz dışı fazla” adı altında son günlerde İMF tarafından ortaya atılan kavram aslında hastanede yaralı yatan hastadan muntazam aralıklarla kan alma demektir. Kansız kalan hasta ölür, “faiz dışı fazla” adı altında ekonomimize yapılan budur, bu uygulamada ısrar piyasalarımızı öldürür, ekonomimizi tamamen bitirir.
Çare: Millî eğitimi, eğitimin tekliğini “Tevhidi Tedrisat” milletin temeli görüp savunmaktır. Türkçe devletimizin resmî dilidir. Bu ilke üniter devletimizin temel ilkesidir. Tevhidi Tedrisat’tan vazgeçilemez.
Çare: Enerji kaynaklarının elde edilmesinde, işletilmesinde millî güçler etkin olunmalıdır.
Çare: Dış siyasette, komşularına ve dostlarına güven veren, önder olan, işgal karşıtı olunmalıdır.
Çare: Haberleşmede, ulaştırmada millî olunmalıdır.
Çare: Kültürde millî olunmalıdır. Kültür sahip olunan tarih bilincidir. Turizm ile kültür birbirine karıştırılmamalıdır.
Çare: Parçalanmayı getirecek olan federatif yapılanmalara karşı çıkmaktır. Yerel yönetimler yasa tasarısı ile merkezi yönetim 81 ile parçalanacaktır. Millî eğitim, sağlık, içişleri, sanayi… gibi bakanlıkların il teşkilâtlarının yerelleştirilmesi bölünmeyi hazırlayacak alt yapılanmadır. Bu yolun sonu federasyonu getirir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da zaten bunu hedeflemektedir.
Çare: Batılı değil, muasır olmaktır. Sayın Atilla İlhan’ın da son yıllarda ısrarla vurguladığı gibi “Mustafa Kemal Paşa’da batılılaşmak diye bir terim yoktur. Onun kullandığı muasırlaşmaktır. (Atilla İlhan’la Şöyleşi-2003 Dergisi 15 Mart 2003). Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927de “Nutuk” un 547. sayfasında söylediği de TÜRKİYE’Yİ MUASIR MEDENİYETİN ÜSTÜNE ÇIKARMAKTIR (Millî Hedef-Turgay Tüfekçioğlu Orkun-Ocak 2002)
Çare: Ne AB, ne ABD, ne Rusya, ne Çin, ne o, ne de bu, yalnızca ve yalnızca milliyetçi Türkiye diyenlerin Türkiyesindedir.