Ana Sayfa 1998-2012 Emperyalizmin öteki yüzü

Emperyalizmin öteki yüzü

AMERİKA Birleşik Devletleri’nin Irak saldırısı, bir hayli uzayacağı sanılırken birdenbire bitti. Üç hafta süren saldırı ve işgal, arkasında birçok ibretler bırakarak sonuçlandı. Bunları kısaca şöyle belirtebiliriz:

• İşgalci gücün tartışmasız hava üstünlüğü ve bombardımanları eşliğinde kara birlikleri, çok az direniş görerek ilerlediler. Saddam stratejisinin, büyük şehirleri şiddetle savunmak üzerine kurulu olduğunu söyleyenler fena hâlde yanıldı. Başkent Bağdat, hemen hiç savunulmadan teslim oldu. Bağdat’ta direniş göstereceği varsayılan cumhuriyet muhafızları, özel birlikler, Saddam fedaileri vesaire ortalıkta bile görünmediler. Saddam ve 50’ye yakın adamı sanki buhar olup kayboldular. Bu esrarengiz olayın arka plânında şu vardı: ABD, Iraklı kumandanları, rüşvet vererek satın almıştı. Onlar da askerlerini terhis edip evlerine göndermişlerdi. Bir ordu ve onun kumandanları, canlarının bağışlanması ve çıkar sağlanması karşılığında vatanlarını satabiliyor, müstevliye karşı savaşmak olan aslî görevlerini yapmıyorlardı. ABD, onların ruhî ve ahlâkî değerlerini önceden belirlemiş, tedbirlerini buna göre almıştı. Benzer uygulamanın, I. Dünya Savaşı’nda İngilizler tarafından, Arap şeyhlerine altın dağıtılarak gerçekleştirildiğini hatırlamalıyız. Aynı karakter zaafı, yani altının parlaklığına karşı her şeyini teslim etmek düşkünlüğü bir kere daha yaşandı.

• ABD gizli ajanlarının, daha savaş başlamadan ellerindeki dolar dolu çantalarla Irak’a sızarak aşiret reislerini satın aldıklarını öğrenmiştik. Aşiretlerin de direniş göstermemeleri, dolarla satın alındıklarını gösteren açık bir işaret oldu.

• Saddam korkusu ortadan kalkınca ve işgalcilerin otoritesi de henüz kurulamamış olunca, Iraklılar, kendi millî varlıklarını yağmaya giriştiler. Yabancı saldırıya direnecekleri yerde, işgalcilerin gizli himayesi altında yağmaya kalkışmanın bir millet (veya sadece bir kalabalık) içi n aşağılayıcı bir iş olduğu ortaya çıktı. Amerikan plânı, bu halkın suratına böyle bir şerefsizlik yaftası yapıştırmak üzerine kurulmuştu, başarılı oldu.

Büyük şehirlerin işgali, Irak’taki Saddam rejiminin ne kadar çürümüş olduğunu bir kere daha gösterdi. Iraklılar yiyecek, ilâç, su, yakacak sıkıntısı çekerken, Saddam, çevresi ve oğulları altın kaplamalı saraylarda safa sürüyor, halkın sıkıntılarıyla ilgilenmiyorlardı. Saddam’ın oğlu, istediği kadının ırzına saldırabiliyor, istediği kimselere işkence ettirebiliyor ve onları öldürtebiliyordu. Hesap soran yoktu. Demek ki, adalet kesinlikle işlemiyordu. Baskıya ve teröre dayalı bu rejime içten mukavemet de görülmüyor, itiraz edenlerin hesabına bakılıyordu. İnsan haysiyetine tamamiyle aykırı böyle bir rejimin sürgit devam etmesi imkânsızdı. Ancak, dıştan gelen bir müdahale ile yıkılabildi. Şimdi, demokrasi kültürü tarihin hiçbir döneminde yerleşmemiş, hattâ en küçük bir kırıntısı bile görülmemiş Irak’ta demokratik rejim kurulacağı söyleniyor. Bunun hemen hemen imkânsız olduğu tecrübeyle görülecektir.

• ABD; Musul, Altunköprü, Kerkük gibi, Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri bilerek savunmasız bırakmış, oralara askerî birlik göndermemiş ve Talabanî-Barzanî Kürtlerini sürerek bu şehirleri işgale uğratmıştır. Ortalığı boş bulan Kürtlerin ilk işi de tapu, nüfus ve mahkeme kayıtlarını yakıp yıkarak ortadan kaldırmak olmuştur. Millî tepkiler üzerine Türk hükûmetinin yarım ağızla yaptığı itirazlara oyalayıcı cevaplar verilmiş, Kürtlerin oralardan çıkacakları teminatına rağmen böyle bir hareket ve hattâ böyle bir niyet asla görülmemiştir. Talabanî ve Barzanî, Kerkük ile Musul’a Kürt valiler tayin etmişler, denetimi ellerine almışlardır. Türkmenler üzerine Kürt baskısı derhal başlatılmıştır. ABD’nin bu davranışı, ikinci tezkerenin reddine bir misilleme mahiyetindedir. “Türkiye ile anlaşmazlık tarihte kaldı” gibi söylemlerin aksine, gelişmeler bu tavrın hâlâ devam ettiğini göstermektedir.

• Amerikan birlikleri -geç kalmış olarak ve az sayıda gönderildikten sonra da- yağmalara göz yumarak, hattâ bunun bir özgürlük işareti olduğu beyanlarıyla desteklenerek resmî dairelerin, müzelerin, kütüphanelerin yağmalanmasına destur vermişlerdir. Buna karşılık, petrol kuyuları titizlikle korunmuştur. Bu durum, ABD’nin gözünde petrolden başka bir değer bulunmadığını göstermektedir. Esasen, Irak Savaşı’nın ne kitle imha silâhlarıyla, ne demokratik olmayan bir rejimi ortadan kaldırmakla alâkası olmadığı, bütün meselenin Irak ve Orta Doğu petrollerinden kaynaklandığı artık gizli saklı bir şey de değil.

• Müzelerin ve kütüphanelerin yağmalanmasına göz yumulması ise asıl gerçeği gözler önüne sermiştir. Amerikan ve İngiliz zihniyetinin -ve, onlara yardım eden diğer Avrupalı, Avustralyalı işbirlikçilerin- ortaklaşa tablosu, Batı kültürünün Doğu kültürüne taarruzu şeklinde özetlenebilir. Bütün insanlığın ortak mazisi sayılabilecek Mezopatamya kültürüne ait eserlerin tahrip edilmesi, ortadan yok olması, yağmalanıp götürülmesi başka ne ile açıklabilir?

Bağdat’taki Millî Kütüphane’de 500 bin cilt kitabın, 4 bin 412 nadide el yazması eserin ve 2 bin 600’den fazla periyodik eser koleksiyonunun bulunduğu bildiriliyor. Bağdat, İslâm medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri. Abbasîlerden sonra Selçukluların ve Osmanlıların yönetiminde yüzyıllarca kalmış olması da, bizim oradaki tarih mirasında bulunan büyük payımızı gösteriyor. Erken İslâm dönemi sanatı bir günde yok ediliyorsa bunun basit bir tesadüf ve yağma olayı olduğunu ileri sürmek çok güç, hattâ imkânsız.

Bu kütüphanede eski İncil, Tevrat ve özellikle Kur’an nüshaları bulunduğunu, bunların hat, tezhip, cilt gibi ayrı ayrı yüksek sanatların ürünü olduğunu hatırlarsak saldırının asıl amacı daha iyi anlaşılmış olur. İmam-ı Âzâm’ın, İmam Cafer’in, Geylânî’nin eserleri orijinal nüsha olarak artık yok. Aristo ve Sokrat’ın ve diğer antik dönem düşünürlerinin Arapçaya çevrilen eserleri, Süryanî yazarlarının el yazmaları kayıplara karıştı. Bunlar, tarihin en önemli belgeleri arasındaydı. İslâm medeniyetinin de Avrupa’yı ilim ve kültür bakımından nasıl etkilediğinin şaşmaz delilleriydi. Onların ortadan kaldırılması hangi çevrelerin işine yarar, düşünmeliyiz. Demek ki, kültür emperyalizminin azgın ve pervasız yüzünü Bağdat’ın, Basra’nın, Kerkük’ün, Musul’un yağmasında açıkça görebiliyoruz.

• Basra Üniversitesi de yağmalandıktan sonra yakıldı. Bu üniversitenin kütüphanesinde 600 bin cilt kitap bulunuyordu. Büyük şairimiz Fuzulî’nin, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait pek çok yazmanın hunharca yok edilişi bizim umurumuzda nasıl olmaz?

Irak Savunma Bakanlığı’nın kullandığı Osmanlı sarayı ve kışlasının, Mimar Sinan eseri olan İmam-ı Âzâm Camii’nin tahribe uğraması da ayrı bir felâket sayılabilir. Yağmaların ve tahribatın büyük ölçüde Peşmergelere ve belki halktan satın alınmış adamlara yaptırılması bu vahşeti mazur göstermeye yetmeyecektir. Ama eğer gücünüz veya basiretiniz yetmiyorsa bu vahşeti işte böyle seyreder ve “hassasiyetle takip ediyoruz” yollu mesajlar vermekle yetinirsiniz. Demek ki, asıl mesele, bilimde, teknolojide, ekonomide büyük bir güç hâline gelebilmektedir. O zaman siyasette de, müdahalede de önünüzde kimse duramaz. Size Kıbrıs konusunu, FIR hattını, kurulmakta olan Kürt devletini, Türkmenlerle ilgilenilmemesini, ekümenik Patrikhane’yi filân kimse dayatamaz. Avrupa’nın orasında burasında bir takım adamlar çıkıp, Türkiye’ye “ev ödevi” veremez. IMF, Dünya Bankası vb. ekonominizi denetleyemez, talimatlar yağdıramaz.

Güç kazanma yolunda tarihî ve aktüel birikimimiz pek âlâ yeterlidir. Diğer kusurları bertaraf edebilirsek, olup bitenleri “hassasiyetle izlemek” gibi küçültücü durumlardan kurtulabiliriz.
 

Orkun'dan Seçmeler