Ana Sayfa 1998-2012 Tarih boyunca Türkçülük:Siyasî alanda Türkçülük

Tarih boyunca Türkçülük:Siyasî alanda Türkçülük

TÜRKÇÜLÜK, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla değişik bir vecheye büründü. Kazanılan zaferler ve yenilgiler, her ikisi birden, edebî alanda yankılanmaya başladı. Savaşla ilgili şiirler, romanlar yayınlandı. Açıkça görülüyordu ki, savaş, gizli duran kahramanlık ruhunun ortaya çıkmasını sağlamış, gönüllerde yeni bir heyecan uyandırmıştı. Daima olduğu gibi de, millî hislerin şahlanmasına yol açmıştı.

Cephelerde askerî harekât devam ederken, siyaset alanında da birtakım teşebbüsler görülüyordu. Türkçülüğün belli başlı göstergesi, Türk dünyasının birleşmesiydi. Ancak, daha önce Türk illerinin bağımsızlıklarına kavuşması gerekiyordu. Bunun bir yolu da siyasî temaslardan geçiyordu.

İstanbul’da, 1915’te “Rusya’daki Türk-Tatar Müslümanların Haklarını Koruma Komitesi” kuruldu. Bunun kısa adı “Türk-Tatar Heyedi” idi. Bu heyetin içinde Hüseyinzâde Ali, Yusuf Akçura, Abdürreşid İbrahimov, Mukimeddin Bağcan, Çelebizâde Mehmed Esad, Ağaoğlu Ahmed gibi kimseler bulunuyordu. Bunların hemen tamamı Rusya’dan göç etmiş olan Türkçülerdi. Adından da anlaşılacağı gibi “Kafkasya, Türkistan, Kırım ve Kazan Türklerinin haklarını korumayı ve gasp edilen haklarının iadesi için mücadeleyi” hedef almıştı. Bu haklar siyasî, ekonomik ve kültürel alanlara yayılıyordu. Meselâ Duma’da (Rus Millet Meclisi) Türklerin daha hakça bir oranda temsil edilmeleri, dinî kurumlara verilen özerkliğin yeniden getirilmesi, Tatarların Türkistan’daki mal varlıklarının korunması ve öğretmen okulları açılmasına izin verilmesi bunların başında geliyordu.

Türk-Tatar Heyeti’nin bazı üyeleri savaşın ikinci yılında İttifak Devletleri başkentlerine gittiler. Viyana, Budapeşte, Berlin ve Sofya’da temaslarda bulundular. Siyasî ve ilmî çevrelerle yaptıkları görüşmelerin yanı sıra yetkililere muhtıralar verdiler. Bu muhtıralar, temsil ettikleri topluluklara ait yakınmaları ve istekleri içeriyordu. Muhtıraların asıl amacı, Türk-Tatar topluluklarının bağımsızlıklarını sağlamaktı. Tam bir bağımsızlık sağlanmadıkça, bu halkların geleceklerinin güvence altına alınmaş sayılmayacağı belirtilen muhtıralarda başlıca istek şuydu:

“Osmanlı saltanatının ve halifeliğin dostları ve müttefikleri olan Avusturya İmparator u ve Macar Kralından, Alman İmparatoru ve Bulgar Kralından, onların kahraman halkından istirham ediyoruz: Bizi Rus boyunduruğundan kurtarınız.”

Heyet üyeleri arasında bulunan Yusuf Akçura Budapeşte, Berlin ve Sofya’da verdiği konferanslarda Rusya’daki Türk-Tatar Müslümanlarının bugünkü durumu ve özlemlerini dile getirdi. Konferansların ana konusu, Türk toplulukları için kültürel özerklik tanınmasıydı.

Budapeşte’deki bir Macar dergisi, heyetin toprak taleplerini gösteren bir de harita yayımladı.

Yusuf Akçura, 1916 kışını Almanya’da geçirdi. Amacı, Berlin’deki yetkililere, Rusya yenildiği takdirde Tatarlara özerklik tanınmasını kabul ettirmekti.

Haziran 1916’da Lozan’da Üçüncü Milliyetler Konferansı toplandı. Bu konferans, birkaç yıl önce Paris’te kurulan Milliyetler Birliği tarafından düzenlenmişti. Milliyetler Birliği, başlangıçta İttifak Devletleri tarafından kurulmuştu. Amacı, Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi, bünyesinde çeşitli milliyetlerden toplulukları barındıran ülkeleri mahkûm etmekti. Fakat sonradan durum tersine dönmüş, Milliyetler Birliği, İttifak Devletleri’ne çevrilen bir silâh hâlini almıştı. Konferansa katılanlar en çok Rusya’ya hücum ediyorlardı. Delegelerin bazıları bağımsızlık, bazıları da özerklik istiyorlardı. Bağımsızlık isteyenler Çerkes, Dağıstan, Özbek delegeleriydi. Özerklik talepleri ise Kırgız, Kazak, Kumuk ve Tatar delegelerinden geliyordu.

Tatarlar adına konşan Yusuf Akçura, Konferansta dileklerini şu şekilde dile getirdi:

1. Ortodoks Ruslarla temel siyasî haklarda eşitlik,

2. Tatar milliyeti için dil, eğitim ve inanç hürriyeti.

Akçura, Konferans dışında bir de broşür yayınlayarak, görüşlerini bu defa bütün Türk-Tatar toplulukları namına ifade etti. Akçura’ya göre amaç, Türk-Tatar topluluklarının dinî, millî, kültürel kişiliklerini korumaktı.

Akçura 1916 yazında Zürih’e gitti ve burada Lenin’le görüştü. Onun, Rus devrimi başarıldığı takdirde Türk toplulukları hakkında ne niyet beslediğini öğrenmek istiyordu. Lenin, tabiî bu görüşme sırasında ona teminat vermekte gecikmeyecekti.

1917’de, Rus devriminin başlamasından önce Rusya Müslümanları kendi aralarında örgütlenmeye başlamışlardı. Birkaç ay sonra da Mayıs 1917’de Moskova’da Bütün Rusya Müslümanları Birinci Kongresi toplandı. Rusya artık savaştan çekilmişti. Ancak, Rusların elinde çok sayıda Türk esiri vardı. Bu esirlerin âkıbeti hakkında görüşmelerde bulunmak üzere, Yusuf Akçura Osmanlı Hilâl-i Ahmeri (Kızılay) adına Danimarka’ya ve İsveç’e gönderildi. Ekim 1917’deki Rus devriminden sonra, Rusya ile karşıt devletler arasında Brest-Litovsk Antlaşması imzalandı. Osmanlı Hükûmeti, bu antlaşma görüşmelerine katılacak Osmanlı heyetine Yusuf Akçura’yı da dahil etti. Akçura, 1918’in ilk iki ayında ise Petrograd ve Moskova’daki tutsak değişimi karma komisyonlarında görev aldı. Artık Almanya ile anlaşmanın anlamı kalmamıştı. Savaşın talihi İtilâf Devletleri’nin aleyhine dönmüştü. Bu defa, Rusya’da yeni bir rejim kuruluyordu ve bu rejimin önderleri Rusya’daki topluluklara bağımsızlık vaat ediyorlardı. Onun için, Bolşevik yöneticilerle anlaşma yollarını aramak daha gerçekçiydi.

Eğer Almanya savaşın galibi olsaydı ve onlarla anlaşılabilseydi, Rusya Türkleri için uzun vâdede bağımsızlık kazanılması mümkün olabilecekti. Böylece “Türklük” oluşabilecekti. Ama, madem Almanya yenilgiye doğru gidiyordu ve Rusya’da yeni bir anlayış iktidara geçmişti, şimdi yapılacak iş, milliyet haklarının tanınması olmalıydı. Bu daha kısa vâdeli bir eylemi gösteriyordu. Başlangıçta Tatarlar, kendi özlemlerini ve isteklerini bütün Türk topluluklarının istekleriymiş gibi görüp göstermişlerdi. Böylece Tatar burjuvazisinin izlerini taşıyan bir Tatarcılık eğilimi ortaya çıkmıştı. Ancak 1905 devriminden sonra Başkurdistan, Kafkasya ve Türkistan’da milliyetçi eğilimler güçlendi. Bunlar, Rusya Türklerinin tamamının bir millet oluşturduğu görüşündeydiler. Bu bakımdan daha geniş ve Türkçülüğe daha yakın bir eğilime sahiptiler.

Savaş sırasında etkili bir siyasî rol oynayan Yusuf Akçura, Rusya’daki Sosyalist devrimin doğuya özgü bir karakter taşıdığını düşünüyordu. Kökü İran’daki Mazdek isyanına, Zenc hareketine ve Karmatîlere dayanıyordu. Demek ki, Doğu’nun toplumsal adalete duyduğu derin özlemi şimdi Rus devrimi temsil etmekteydi. Üstelik savaş sonrasında Batının toplum düzeni altüst olacaktı. Böylece Doğudan kaynaklanan Sosyalizm, Batı emperyalizmine bir alternatif teşkil etme ümidi taşıyordu.

Osmanlı Devleti savaştan yenik çıkıp da Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalınca tam bir dağınıklık başlamıştı. İttihad ve Terakki mahkûm edilmiş, önderleri yurt dışına kaçmıştı. Bu arada yeni partiler kuruluyor, Osmanlı aydınları kurtuluş yolları arıyorlardı. Hele izmir’in işgale uğraması millî ölçüde tepkilere yol açmıştı. Sultanahmet’te ve Fatih’te düzenlenen büyük mitingler, aydınların öfkesini ve üzüntüsünü birlikte ifade ediyordu. Millî duygular, bu defa yenilginin acılarına karşı duyulan tepkilerden kaynaklanıyordu.

Bu ortamda Ahmed Ferit Bey ve arkadaşları Millî Türk Fırkası’nı kurdular. Bu partinin kurucuları arasında Ahmed Ferit Beyden başka Mehmed Emin (Yurdakul), Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Mustafa Zühdü, Abdülhak Adnan (Adıvar) gibi aydınlar bulunuyordu. Kuruluş, Ahmed Ferit Beyin 1912’deki başarısız Millî Meşrutiyet Fırkası’nın devamı niteliğindeydi. Türkçülerin çoğu bu partide toplanmıştı. Milliyetçilik ve demokrasi, partinin başlıca ilkeleri arasındaydı.

Millî Türk Fırkası, “Türk” adını taşıyan ilk siyasî kuruluştu. Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde başlayan Anadolu hareketine yakınlık duyuyordu.

Millî Türk Fırkası 1919 sonunda yapılan seçimlere katıldı, ancak başarısız oldu. Adaylarından sadece Abdülhak Adnan Bey seçilebildi. İstanbul’un işgali üzerine de varlığı sona erdi. Bu arada Yusuf Akçura da İngilizler tarafından tutuklandı ve bir süre cezaevinde kaldı. Son Osmanlı Meclisinin birçok üyesi Malta’ya sürüldükten sonra artık İstanbul’da faaliyet göstermenin imkânı kalmamıştı. Yusuf Akçura, Mehmed Emin Bey ve diğer birçok Türkçü aydın Anadolu’ya geçmeye başladılar. Kurtuluş Savaşı’nda cephede ve cephe gerisinde görevler aldılar. Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması için canla başla çalıştılar. Türklüğün istikameti şimdi elde kalan son vatan parçasının kurtarılması hedefine dönmüştü. Esasen, Millî Mücadele, başlı başına millî ve milliyetçi bir hareketti. Türkçülerin bu kutsal savaşta yerlerini almalarından tabiî bir şey olamazdı.

Zaferle sonuçlanacak bu uzun ve zahmetli koşuda Türkçüler üzerlerine düşen görevi hakkıyla yerine getireceklerdi.
 

Orkun'dan Seçmeler