Ana Sayfa 1998-2012 Sol'un Komünizm Aşkı

Sol’un Komünizm Aşkı

SSCB’nin yıkılması ile beraber en büyük dayanağını kaybeden ve zaten bir hatalı doğum olan komünizmin öldüğünü söylemek ve hele buna inanıp derin uykuya dalmak özellikle Türkiye gibi eğitim karnesi çok düşük olan bir ülkede ölümcül bir hata olur. Türk seçmeninin bence izahı oldukça zor kitle hâlinde fikir değiştirme ve belirli ilkelere göre hareket etmeme özelliği rejim açısından sürprizli sonuçlar doğmasına yol açabiliyor ve açabilir. Benim şahsen çok üzülerek yaptığım ve zaten de bilinen bir tespit, Türk seçmenin yolsuzluk yapan kişi ve kuruluşları seçimde cezalandırmaması, hattâ ödüllendirmesidir. 148 kilo altının hesabını veremeyen kişi lider bile olup âdil düzenden söz edebiliyor. İşin daha da korkunç boyutu milletvekili olmuş kişilerin dahi bu kirli işin parçası veya iştirakçisi veya göz yumucusu durumunda olmasıdır. Parlâmentodaki pazarlıkla karşılıklı lider aklamalarını unutmayalım. Bu, sanal Türk’ün,(1) yani olduğu varsayılan veya olması istenen Türk’ün aksine, hani şu ilkokulda “Türküm… Doğruyum…” diyen somut vatandaş Türk’ün hiç de “doğru” olmadığını gösteriyor. Ben seküler mantıklı bir kişi olduğumdan, Türk Toplumu’nu doğrudan ilgilendirmedikçe dine hiç atıf yapmam. Ama yüzde yüze yakını Müslüman olduğu söylenen bu ülkede “kul hakkı” yemeyene de rastlamadım. Yani bu, sanal Müslüman ile somut Müslüman arasında da dağlar kadar fark var demektir.

Yukarki yılan hikâyesini şundan anlattım, yani demek istedim ki yarın Türk seçmeni dün “Allahsız” dediği komünistleri parlamentoya gönderirse şaşmayalım. Seçimle başa geçen Batılı komünistlerin yine seçimle gitmesi ihtimali Batı’da normal ise de Doğu’da, bu meyanda Türkiye’de şüphelidir ve işi temizlemek sonradan tu kaka olacak paşalara düşecek demektir. Şunu da ilâve edeyim. Bazı kişiler seçim sonuçlarına göre ahkâm kesip seçmen şu mesajı verdi filân derler. Ben bunu çok mantıksız bulurum. Bu meselâ 50 milyon seçmen bir beyinle düşünüyormuş gibi bir garabettir.

Beni tanıyanlar ve sayısı az da olsa yazılarımı okuyanlar Türkiye’nin geri kalmasını iki ana faktöre bağladığımı bilirler. Birinci faktör İslâmın Gazalî yorumu ve uygulamasıdır. İkinci faktör ise Marksizmin Türkiye’ye girmesi ve de SSCB emperyalizminin maşası olmasıdır. Özellikle geçen XX. yüzyılın ilk çeyreğinden beri bu belâ ile uğraşıyoruz ve bedelini ilerleyememekle ödüyoruz. Şeriatçılar ikide birde böyle bir şeriat tehlikesi yok, halkı manipüle etmek ve dikkatleri başka yere çekmek için bu tehlike uyduruluyor, diyerek gerçekten var olan şeriat tehlikesini küçümseltmeye gayret ederler. Benzer bir yöntem de Türk komünistleri veya sempatizanları tarafından kullanılır ve kullanılıyor. Şimdilik küçük görülse de komünizm tehlikesi Türkiye için varittir. Çünkü toplumumuz eğitim özürlüdür, çünkü eğitim özürlü toplum doğru karar veremez. Siz sanal Türk’e bakmayın, somut Türk “televole kültürü” ile beslenir. Her yıl öğretmen diye sokaktan toplama, diplomasına göre okur-yazar kişi devşiriyoruz ve hâlâ da 40 bin açık var. Sokaktan toplama sözüme kimse kızmasın. İte kaka mezun edilen insanlardan öğretmen olmaz! Bu sistemde sınıfta kalmak gerçekten olağanüstü yetenek ister! Böyle giderse musalla taşında imam, mühendis Ahmet Kerratbilmez matematikten takıntısını veremeden öldü hakkınızı helâl edin, diyecek! Bir okul şantajla veya dilenerek veliden para topluyor ve bakanlık da buna bal gibi göz yumuyorsa ve bu iğrenç sistem bilindiği hâlde sürüyorsa benim sanal Türk dediğimin ne kadar gerçek olduğu meydana çıkar.

Komünizmi şu veya bu şekilde övenlerden birisi Attilâ İlhan’dır. Genç yaşta takibata uğradığı ve soluğu düşmanı olduğu Batı’da(2) aldığı için, o zamanın Türkiyesine, yani kendi deyimi ile “kırk karanlığı”na da düşmandır. Ama solcu olduğu hâlde Hasan Âli Yücel’in Batı klâsiklerinin tercümesine de karşıdır. Şimdi moda diye Nâzım diye tutturduğuna bakmayın, bir kitabında Batı’da onun tanınmadığını da itiraf eder. Ona göre Türk Solu Batı’dan otuz-kırk yıl geridir ve hâlâ da gerçek solun ne olduğunu tam anlamamıştır. İlhan’ın komünizmi yorumu koca göğüslü, teni kokan, Paris’te mukim İngiliz Miss Higgins’ın yorumudur. Diyalektiği de Renault fabrikası işçilerinden birinden öğrenmiştir, oysaki Türk solu hâlâ diyalektiği bilmiyormuş. Ben küçükken halamın kocası (büyük eniştem) Aksaray Valde Camii imamı Vehbi Efendi beni akşamları Lâleli yokuşundaki bir arsadaki kır kahvesi türü bir kahvehaneye, meddah dinlemeye götürürdü. Modern meddah Attilâ İlhan -bilmem ara sıra izlediğiniz oluyor mu?- TRT2’de Zaman Tüneli’ne girer ve -kurnazca veya hınzırca- solun propagandasını yapar, alt yapıyı, zemini hazırlar. Hazretin bir de saplantısı vardır: Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini solcu yapmak. Bıkmadan, usanmadan ve sıkılmadan bu konuyu ikide birde işler durur. Şimdi yeni bir vesile çıktı göçük komünizmi tekrar ön plâna çıkarmak için. Efendim, 3 Kasım’daki erken seçimlerde(3) TKP de varmış! Acaba farkına varmamış mıyız? Attilâ İlhan, eğer varmadıksa, hiç şaşmazmış!(4) Yani biz vatandaşlar o kadar dünyadan bihaber ve kayıtsızız ki! Attilâ İlhan bize şu mesajı veriyor: Yani bu işi bundan en az üç çeyrek asır önce yapsaydınız olmaz mıydı? Yani komünizm gibi bir matahı tanımak için bu kadar yıl beklemek hamakat değil mi? İştirakiyyun’a, Nâzım Hikmet Ran’a ve idam olunan fidanlara yazık olmadı mı? Attilâ İlhan “Batılılaşma” ve “AB taraftarı” değildir, bir çok Türkçü’nün ve Orkun’un olduğu gibi. Ben, “Batılılaşma” ve “AB” taraftarıyım, pozitif düşünen Batı zihniyetinden yanayım. Ama Türk olarak diyorum ki sayın Attilâ İlhan’a, kusura bakmayın, Türk’ün aklı sonradan gelir! Ha sahi! Bugün demokrasi diye mangalda kül bırakmayan Almanlar da uzun yıllar DKP’yi (Deutsche Kommunistische Partei) yasaklamışlardı.(5) Fransa ve Avusturya da aşırı sağa sahi neden karşı çıktılar? İspanya neden parti yasaklıyor? Cevabı biraz aşağıda, Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök’ü ziyaret ettikten sonra vereceğim.

Özkök de TKP’nin 16. sırada seçime girmesini ele almış ama doğrusu bunu Attilâ İlhan gibi pek ideolojik boya ile boyamamış.(6) Zaten Özkök genel hatları itibarıyla maziden ders almış izlenimini veren bir yazar. Ama o da ara sıra sol gözle bakma alışkanlığını sürdürüyor, meselâ şu Sezen Aksu’nun 30 ağustos münasebetsizliğini onaylaması gibi. Şu mozaik konusunun işlenmesi bir bakıma Sevr’in yapamadığını bizim yapmamız gibi bir şey. Özkök artık -veya şimdilik- TKP’nin Türkiye için bir tehlike oluşturmadığının bilincinde ve bunu bir bakıma memnuniyetle karşılıyor. Gerçekten tüm fikirlerin ve siyasî akımların legal ortamda bulunması arzu edilir bir husustur. Doğrusu ben Türkiye’nin henüz bu olgunluğa eriştiğini kabul etmiyorum. Eğitim özürlü ve ortalama beş yıl kadar okula devam etmiş(7) toplumun komünizm hakkında fikir sahibi olması mümkün değildir ve zaten Türk komünistlerinin tamamına yakını komünizmi servet düşmanlığı olarak anlar ve yorumlar. Türkiye’de komünizm şimdilik maddî ve mânevî dış destekten yoksun olduğu için tehlike oluşturmuyorsa da ağzı lâf, eli kalem tutan komünistler hâlâ mevcuttur. Şiddete meyilli olan küçük burjuva her zaman tahrik olunabilir ve bu sınıf Türkiye’de boldur. Özkök, Attilâ İlhan’ın aksine pek suya sabuna dokunmamış ama yazısının sonunu -bana göre- bir hatalı düşünce ile bitirmiş. Konumuz dışı ama, Özkök, TKP için 56 yıl bekledik bari türbanlı kızlar için beklemeyelim, diyor. TKP Türkiye için tehlike oluşturması sebebiyle yasaklanmıştı ve tehlike devam etseydi değil biz, Almanya bile yasağı kaldırmazdı. Bugün türban bir inancı değil fakat bir şeriat düzeni isteminin militan simgesini oluşturuyor ve yarın bunun sonu o türbanlının taşlanmasına kadar da gider…

Benim sonuç olarak demek istediğim, biraz dağınık ve dalgın ve biraz da tembel olan Türkçülerin ölmemiş ve ölmeyecek olan komünizm tehlikesini -öküzün altında buzağı aramadan ve komplo teorilerine itibar etmeden- hep göz önünde tutmalarıdır. Yolsuzluklar daima komünistlerin propaganda malzemesidir ve sonuçta hep serbest piyasa ekonomisi “vahşi kapitalizm” olarak suçlanarak bertaraf edilmek istenilir. Bazı Türkçü yazar-çizerler de bu “vahşi kapitalizm” sözcüğünün tuzağına düşerler ve komünistlerin ekmeğine yağ sürerler. “Vahşet” ayrı bir kategoridir ve bunun en iğrenç örneğini komünist uygulamalar göstermiş bulunmaktadır.

Bazı gazete yazarları yazının sonunu bir söz ile bitirmeyi âdet edindi. Bir de ben deneyeyim: Bir solcunun sosyal adaleti(!?) gerçekleştirmek için komünizme yönelmesi ne kadar hatalı ise bir Türkçü’nün Türkçülük’ü(!?) gerçekleştirmek için faşizme yönelmesi de o kadar hatalıdır.

DİPNOTLARI

(1) Bu sanal Türk ile vatandaş Türk’ün birbirine uymaması, üzerine ciddî olarak eğinilmesi gereken önemli bir husustur ve başta kendimiz olmak üzere bu Sanal Türk’ü esas alarak ahkâm kesmek bizi hatalı yöntem ve sonuçlara götürmektedir. Bu, “Sanal Türk ve Vatandaş Türk” konusunu bir gün ayrıntılı incelemek istiyorum, şimşekleri üzerime çekmek bahasına…

(2) Nedense bizim zevatı münevveranımız hem Batı’ya söverler hem de ilk fırsatta onu melce sayarlar ve Batı’yı daima referans olarak gösterirler. Bilmiyorum, Anti-Batıcı Orkun yazarlarının dış ülkelerde okuyan çocuk veya torunları yok mu? Veya yabancı dilde eğitim veren üniversitede? Oysaki tüm Anti-Batıcıların tüm müktesebatları Batı kaynaklıdır. Aman, Batı lehine fazla lâf etmeyeyim, sonra Orkun sansürüne takılırım!

(3) Erken seçimler Türkiye’de normal seçimler hâline döndü ve eğitim özürlü bir toplum için yadırganacak bir tarafı da yok zaten!

(4) Cumhuriyet gazetesi, 11.09.2002

(5) 1960’larda seks yayınları Danimarka’da serbest iken Almanya’da yasaktı ve Almanlar hafta sonları bu yayınları almak için Danimarka’ya giderlerdi. Ama şimdi serbest!

(6) Hürriyet 31.08.2002

(7) Bu “okula devam etmiş” tabirini özellikle kullanıyorum, çünkü bizde son yıllarda uygulanan ve benim “ite kaka mezun etme” sistemi dediğim sistem yeterli eğitmiyor ve öğretmiyor. Bir liseli kız bulmaca yaparken bir Afrika ülkesi başkenti diye “Kanada” yazdı. Bir başkası ben telefonda Almanca konuştuktan sonra bana “İngilizce konuştun değil mi?” dedi. Bir liseli de “Almanya’ya vapurla 18 saatte gidiliyormuş” dedi…
 

Orkun'dan Seçmeler