Ana Sayfa 1998-2012 Garip Bir Mayıs Ayı

Garip Bir Mayıs Ayı

Garip olduğu kadar da hareketli…

Ben de güya 82 yaş halimle ve sade yazı yazmakla yetineceğim derken, oradan oraya koşmaya, katılımlara katılmaya mecbur oldum (ama geçen yılın sonlarında 5. Türk Kurultayının bitiminde tansiyondan düşüp bayılma sürprizini yapmadım bu sefer!)

3 Mayıs kutlamaları zaten mûtad. Bütün Türkçü dernekler, vakıflar ve ocaklar bir türlü bir araya gelip bir günde ses getirecek müthiş bir toplantı yapmayı hep beceremediğimiz için, Orkun’un geçen sayısında bahsettiğim gibi birininkinden çıkıp, öbürüne koşmaya veya bir hafta boyunca hatırları kalmasın diye pek çoğuna gitmeye ve konuşmaya mecbur oldum.

ÖZTÜRKLER

Bu ilginç Mayıs tam biterken, Sedat Peker’in “muazzam” toplantısı oldu: “Türkçüler Günü” ve “Yaşayan Türkçülere ödül” adıyla ilân edildi (reklâm parasını lezzetli bulup gazetelerinde koca koca daveti basanlar, aynı gazetenin sütunlarında, davet edenin zararlı kişi olduğunu ilân etmekten çekinmediler). Beni, eski MHP’li başkan Osman Ceylân davet etti. Onu da, Sedat Peker’i de tanımıyordum. Peker’in adını ara sıra duymuştum ama, hep başkalarıyla karıştırıyor, kim olduğunu pek bilmiyordum. Dostumuz avukat Süleyman Erbaş da davet edince kabul ettim. Davet sahibi “Öztürkler” internet sitesiymiş.

Hilton’un o kocaman toplantı salonuna girince a ağzım açık kaldı! Bütün bir duvar, Türk dünyasının haritasıyla kaplıydı. Üstünde de kocaman kırmızı harflerle “TURAN” yazılıydı. Hani bu ülküyü bayrak yaptık diye İsmet İnönü hükûmetinin, ben dahil, 23 Türkçüyü tutuklatıp işkence edişini de, “âhir zaman” Türkçüsü Demirel’in de Ergenekon çıkışından örs üzerinde demir dövüşünü ve başka bir gün de bana kaplumbağalı Orhun ödülünü verişini hatırladım.

Eh, “yabancı yerde değilim demek” diye söylendim ve kazanlar dolusu çeşit çeşit yemeklere, tatlılara, pastalara ve dekorasyonlara bakıp, “bir servet harcanmış bu geceye! Bizim Türkçülerde demek bu kadar para varmış!” diye hayretten hayrete düştüm.

Etrafıma bakındım ve işte o zaman biraz yadırgamaya başladım. “Türkçü misafirler” denilen ünlü bolluğuna baktım: İbrahim Tatlıses, Mehmet Ali Erbil (hani hasta değil miydi?), Seda Sayan, Gönül Yazar, Adnan Şenses, spor “büyükleri” (Mehmet Ali Yılmaz, Halûk Ulusoy ve daha benim tanımadıklarım)… hattâ emekli orgeneraller, paşalar, takdimi yapan Erkan Yolaç ve Türkçe nutuk için zorluk çektiği belli olan Muazzez Abacı (ama bir saat güzel şarkılar söyledi!) Şahane Kafkas dansları, halkoyunları ve mehteran takımının davul ve zillerini dinledik ve seyrettik. Sedat Peker’le de el sıkıştık, “emret hocam” dedi, neyi emredeceğimi bilemedim.

Yaşayan ve Yaşamayan”

Türkçüler

Gene kaygılanmaya başladım, çünkü o arada kulağıma nahoş lâflar geliyordu – mafya vs. gibi. Öyle olsa bu kadar paşa davete icabet eder miydi? Birden Altan Deliorman’ı gördüm; o da davete gelmişti ve ödül alacaklar arasındaydı. Rahatladım. Bir başka dostum, Prof. Abdülkadir Çay da oradaydı ve onunla beraber Sadi Somuncuoğlu’nun da ismi geçiyordu. Doğru “Yaşayan Türkçülerdi” onlar.

Son derece zarif kristal küreden ödüllerimizi aldık. Üstünde “Kızılelma” yazılıydı ve hilâlle kırmızı bir elma resmi vardı.

Merasim bitti, yerimize oturduk. Kafam karışmıştı. Ödül alanların arasında “Yaşayan”- veya yaşamayan ve Türkçü olarak bilmediğim birkaç kişi vardı. Sonra, vefat etmiş olan Muzaffer Özdağ’a da ödül verildi – tabiî kendisi alamadı, çünkü herhalde cennetteydi artık. Mekânı aziz olsun (kristal ödülü fani bir temsilcisi aldı).

Bundan sonra yenildi, içildi, “Türkçü” nutuklar dinlenildi. Bazıları demagoji kokuyordu ama, solcuların karalaya karalaya imajını bozdukları “Turancı” etiketini çekinmeden, göğsünü gere gere söyleyen bu hatipleri doğrusu bu bakımdan takdir ettim.

Saldırılar ve Bir

Değerlendirme

Toplantıdan karışık duygularla ayrıldım. Ertesi günden itibaren büyük patronlu medya (gazeteler, televizyonlar) Sedat Peker’in kişiliğine ve sinsice de Türkçülüğe saldırmaya başladılar (bu arada gazetelerine S. Peker’in cömert ilân paralarını da kabul etmekten sakınmadılar). Hattâ biri “kafatasçı” olmayan Atatürk’ün Türk büyükleri arasında resmi olmadığından şikâyetçi oldu. Hâlbuki vardı, hem de kocaman! Bir hanım da, bir yayın yönetmeni de “Turancılığı” gırgıra aldılar. Eleştirmenlerin bir tanesinin adını vereyim, çünkü çok kere yazılarını beğenirim: Oktay Ekşi. Toplantıdaki barko-vizyon gösterisinde, Atatürk’ün “Turancı” bir sözü vardı: Şu, “Asya’daki kardeşlerimizle bir gün gelecek…” şeklindeki meşhur atasözü. Bu uydurmaymış. Atatürk böyle bir lâf söylememiş (söylemiş, hem el yazısıyla yazmış da. Cemal Kutay ortaya çıkardı ve yayınladı). Farz edelim söylememiş olsun. Sözler yanlış mı? Hepsi doğru çıktı! Zararlı mı? Peki, sonraki bir cumhurbaşkanı, hem de resmen: “Adriyatikten Çin Denizine kadar kardeşlerimiz” demedi mi? Türkçülüğe çamur atmak için vesile mi?

Birkaç gün sonra, bir geceyarısı “Kanal 7”de Sedat Peker’le 3 saatten fazla bu konularda röportaj yapıldı. Benimle beraber dinleyenler, “hiç de boş değilmiş!” dediler. Ben de “evet” dedim. Ama Türkçülüğün düşmanlarına, adı ve geçmişi çamur atma fırsatı veriyor mu?” “Turancılığın” bu ani ve yeni fırtınası neye alâmettir bilmiyorum. Bunu iyi düşünmeli.
 

Orkun'dan Seçmeler