Ana Sayfa 1998-2012 Türkiye Mozaik Değildir

Türkiye Mozaik Değildir

F. Kırzıoğlu da20 yine Lazcıların Kafkasya bağlantılı ayrı bir etnik kimlik atfettikleri Lazların Saka/Hazar urukları kolundan Türk soyuna mensup olduklarını, M. Goloğlu da Lezgi soyundan gelmekle beraber Lezgilerin Avar kökenli olduklarını belirtmiştir.21 Evliya Çelebi gibi Rıza Nur da Laz sözcüğünün Lezgi kökünden kaynaklandığı görüşündedir ve “Lezgiler de Turanî bir topluluktur” der.22 Amasya Tarihi yazarı Abdi-zade Hüseyin Hüsameddin Efendi de Trabzon yöresini çok önceleri Turanlılardan Tibarenlerin oturduğu yer olarak kabul eder. Trabzon adının da “Tibaren” yahut “Tibaron” sözcüğünden yani Turanî bir kavimden indiğini belirtir23. Bunlara ilâveten Z.V. Togan da daha önce Acaristan denen Artvin-Batum yöresinin halkının Ağaçeri Türklerinin bir kolu olduğunu, zira esasen bir Türkmen oymağı adı olan Acarlı’nın Ağaçeri olarak da yazıldığını ifade eder.24

Tüm bu çalışmalar ışığında Karadeniz Bölgesi’nin Türklüğünü tartışmanın anlamsız olduğunu ve bu topraklarda yaşayan insanların bir elin parmağı kadar kesret ifade edenlerin dışında Türkçe konuşup düşündüklerini bilmekteyiz. Bu bağlamda asıl hassas konu olan “etnik” kavramını bu Lazcı grupların nasıl çarpık bir şekilde ele aldıklarının altını çizerek dergilerindeki kimi enteresan beyanlara değineceğiz.

Bir kere sürekli olarak Azınlık Dilleri Sözleşmesi’ni öne sürmelerindeki yanlışlık çok dikkat çekicidir. Çünkü kendilerinin Laz diye ayrı bir etnik grup olarak nitelendirdikleri insanlar azınlık değildir. Lozan Anlaşması’na göre azınlık statüsüne sahip olanlar, gayrımüslim topluluklardır. Israrla azınlık kavramının sınırları içerisinde insanları değerlendirmeye gayret göstermeleri de pek iyi niyetli değil aksine kasıt sahibi “ayrılıkçı” müsveddeler olduklarının resmidir. Bu aynı zamanda, tarihî ve sosyolojik gerçekler haricinde konunun hukukî durumundan da habersiz olduklarını göstermektedir. Aynı bulanıklığı “etniklik” konusunda da yaratmaya çalışan bu insanlar çıkardıkları Ogni, Mjora, Kafkasya Yazıları gibi dergilerde ısrarla bu kelime üzerinde yoğunlaşmışlardır. Dergilerine biraz göz gezdirdiğinizde bunun ayırdına hemen varabilirsiniz. Özellikle P.A. Andrews’in Anadolu etnisitisi üzerine yazdığı kitapla25 birlikte zorlama etnik grup yaratma girişimleri de hız kazanmıştır. Andrews’in hiçbir ortak tanımlamada buluşmayan, müşterek özelliklerden yoksun toplulukları aynı başlık altında etnik grup olarak yaftalaması yanlışı kimi fırsatçılar tarafından da ele alınıp kullanılmıştır. Bu kitap vb. mezkûr dergilere de önemli birer referans teşkil etmiştir. Burada fazla ayrıntı gerektiren “etnik”, “azınlık” kavramlarının Batı terminolojisinde pek çok farklı boyutlarda ele alındığını ve bu Lazcılar’ın 2-3 sayfalık fıkralarına konu olmayacak derecede şümullü meseleler olduğunu, ayrıca kendi sosyal gerçekliklerimiz içinde konu edilmesi gerektiğini söylemekle yetiniyorum. Birleşik Devletler standart birimine göre de bir ülkenin nüfusunun % 80’inden fazlası aynı dili konuşuyorsa ve aynı dine mensupsa o ülkenin türdeş (homojen) bir yapıya sahip26 olduğunu bilmemiz, bu oranın çok üstünde bir türdeşlik gösteren Türkiye için mozaik tavsifinin ancak ve ancak arkeoloji müzelerinde geçerli olduğunu da kavramak açısından önemlidir. Aksini savunanlar için bütün bunlardan sonra nikbince düşünemeyiz. Üstelik Türk toplumunun bu türdeş yapısına karşın musır bir şekilde Türkiye’nin etnik bir havuz, bir mozaik olduğu yönünde görüş serdederek bu mozaikten paylanmak isterken (tıpkı mozaik pasta misâli) neyi hedeflediklerini anlamak için bu ayrılıkçı Lazlar kadar zeki(!) olmanın gerekmediği de ortadadır.

Zaten bu grupların Lazca kimlik arama yönelimleri çoğu kez üslûp ve anlatım olarak açıkça Türk milletine hakarete kadar varabilmektedir. “… bir Türk dünyaya bedeldir” gibi kimsenin inanmadığı ve gerçekliği olmayan klişelerle mi konuşalım?” yahut “… bu arada, kendimize şan katalım derken başka milletleri aşağılamanın da âlemi yoktur. Dost, sevecen, sanatkâr Ermeni milletinden özür dileriz. Onların herhangi bir hakarete maruz kalmalarına zemin hazırlamak istemezdik” beyanları Yeni Yüzyıl gazetesinin 4 Aralık ’96 tarihli (s.2) “Karadeniz Uşakları” haberinde Ogni vb. dergi hareketleri çevresinde toplanan kabileciler tarafından sarf edilmiş incilerdir27. Görülüyor ki onlar için Ermeniler dost ve sanatkârlar, Türkler ise “asimile edici-dayatmacı” millet. Eh! Kimlik bunalımına girip ne olduklarını sorgulamalarına gerek yok. En azından amca oğullarını bulmuşlar. Ordan hareketle müşterek dedeyi bulmaları zor olmasa gerek.

Peki, bu kadar mı? Hayır! İşte size bir başka Laz fıkrası:

M. Recai Özgün adındaki ve “Lazlar” isimli telifin müellifi olan şahıs, Laz dilinin(!) fevkalâdeliğini(!) anlatmak için Mjora dergisinin 1. sayısında önce Yahya Kemal’in “Geçmiş Yaz” şiirinin ikinci kıtasını okuduktan sona şöyle diyor: “Lazca bilenler! Şimdi sıkı durun. Bu dizeyi gölgede bırakacak Lazca çevirisini veriyorum”… Hey yüce Tanrım! En azından Altın Elbiseli Adam’ın (M.Ö. 4.yy.) adak kadehinden bu yana yazılan, 13 asır öncesinin taş âbidelerinde yüksek bir edebiyat dili olarak kendini gösteren, Osmanlı’yla “cihan lisanı” hüviyetini kazanan ve Yahya Kemal’in ağzında Banarlı’nın ifadesiyle “Türkçe duyuşun Türkçe deyişe kalbolunduğu” imparatorluk dilimizi, daha alfabesi (!) dahi 18 yıl önce tedvin edilmiş, hiçbir yazılı mirası olmayan bir kabile ağzıyla kıyaslamak için herhalde insanın beynine ya hamsi kaçması yahut Özgün gibi 80’ine merdiven dayamış bir solcu ve Lazcı olması gerekir. Üstelik özellikle şiirde tercümenin asla özgün olan metnin etki ve gücüne erişemeyeceğini bilmemesi de caba…

Mjora dergisi hızını alamayıp Karadeniz’e ait olan herşeyin başına Laz etiketini yapıştırarak müzik, folklor, gelenek ve yerel üslûba ait ne varsa-aşağılık kompleksinin de verdiği hırsla-olmayan bir kültürü yaratma çabasına kurban etmiştir. Bu şekilde, kendilerine bir arka plân ve hareket alanı edinme dürtüsüne Kürtçülükte de şahit olmuş, kadim uygarlıkların nasıl el çabukluğuyla Kürtlere ata kılındığını gülerek izlemiştik. Sebep ise basittir: muallakta kalmaya mahkûm her cereyan kendisine bir istinat noktası bulmaya mecburdur ki yarın bunları öne sürerek taleplerini daha berkitilmiş temellere bina edebilsin. Bunu Lazcı harekete kültürel bir doku kazandırabilmek için bir-iki zavallı köylüyü “tulumun büyük üstadı”, “Laz dilinin büyük derleyecisi” diye pazarlamaları da ortaya koymaktadır. Bu dergide yine uyduruk darb-ı mesellerin Lazca’ya çevrilerek “Konfüçyus dedi ki” misâli Laz atasözü diye yutturulduğunu da görmek aynı mantığın işletildiğini anlamamızı kolaylaştırmıştır.

Gerek bu dergileri gerekse A. İhsan Aksamaz (Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazlar’ın Tarihsel Yolculuğu), M. Recai Özgün (Lazlar), I. Beller Hann (Doğu Karadeniz’de Efsane Tarih Kültür), P. Mınas Bıjışkyan (Pontos Tarihi) gibi yazar yahut gezginlerin Lazlık ve etniklik şuurunu besleyici kitaplarını yayınlayan Çiviyazıları Yayıncılık’ın sahibi Özcan Sapan adlı Lazcı da Kafkasya Yazıları’nın beşinci sayısında yer alan yazısında bakın neler diyor: “Egemen kültür her yerde aynıdır… Lazlar’ın Tarihi adlı kitabın ortalığı karıştırmakla iyi bir iş gördüğü kanısındayım. Türkiye’de 20’nin üzerinde etnik grup var ve bunları beton olarak algılamak saçmalıktır. Bunların babaları da bu işe ‘mermer’ derdi”. Görüyorsunuz ya, Türkiye’nin mozaik değil sağlam bir bütün olduğunu mermer kelimesiyle ifade eden bir milliyetçi lidere gönderme yaparak bütünlüğümüzden rahatsız olduğunu beyan eden, kendi babası Marks’a öykünerek uzattığı saçı ve sakalının karmaşasından doğruları görmekten âciz bu mozaik âşığı Lazcı aynı yazısında ilkokulda Türkçe dersinden kaldığını, dolayısıyla “Türkçe’ye yenildiğini” ajite ederek anlattıktan sonra kaşıntısının sebebini istifra ediyor: “Dilimizi verin!!!” Biz onlara çok kıymetli lisanlarını-sanki çalmışız veya konuşanı gırtlaklıyormuşuz gibi- iade edeceğiz, bu beyler de nice yeni taleplerin ve bizim nice tavizlerimizin ardından Türkçeye lütfen verecekleri haklar için kendilerince mezkûr etnik gruplarla 20 yıl sonra bizimle masaya oturacaklar… Bu yolun başka bir çıkışı yok… Çünkü beni bu sonuca götüren merak kendi kendime şu soruları tevcih etmeme neden oluyor; bunların Lazca, bilmem kimin Kürtçe görmek istediği eğitim neleri havi? Yani bu dil bozuntularıyla, bu insan ağzının çıkarabileceği en mütereddi seslerle neler üzerine tedris alacaklar? Türk Edebiyatı mı? Türk Tarihi mi? Ayıp olmaz mı? Lazca eğitime Laz edipleri, Laz kahramanlıkları ile dolu bir Laz tarihi yaraşmaz mı? Yarın “Tarihimizi verin!”, “edebiyatımızı verin!” diye yeni uydurukları ihdas ve bunları talep etmeyecekler mi? Aslında bu adamlara akıllıca bir tavsiye vermek gerekirse diyebiliriz ki bunca uzun işe lüzum yok. Dümdüz “toprağımızı verin, hükûmetimizi verin” deseler ya!!!

Bunların hepsi mide gurultusundan daha kıymetli olmayan hezeyanlardır. Fakat bu hezeyanların sahipleri, adını zikrettiğimiz kitapçık hacmindeki dergilerin künyesinde adı geçenlerle beraber, şuurlu bir kadro olarak yayın ve dernek faaliyetleri göstermekte milliyetleri konusunda en ufak bir şüphe duymayan Karadeniz’in Müslüman Türk kitlelerine, özellikle de gençlere kafaları bulandıran zehirler akıtıp, aslında bütünüyle Türk ırkına mensup olan gençlerdeki kana dayalı mensubiyet bilincini dahi “ben aslında Rum’um” veya “Laz’ım” gibisinden yapma bir mensubiyet duygusuna tahvil ederek denizine ve göklerine kadar Türk olan bu güzel coğrafyayı etnik bir çöplük şeklinde sunabilmektedirler. Bunun misâllerinden biri olan Ömer Asan’ın 1996’da ilk baskısı yapılan “Pontos Kültürü” adlı kitabı bir TV (Te-ve) programıyla gündeme gelmiş ve içindeki saptırılmış bilgiler, millî bütünlüğümüze yönelik iğneleyici sözler ortaya dökülünce savcılık tarafından neredeyse tükenmek üzere olan 2. baskısının bakiyeleri için toplatma kararı alınmıştır. Fakat vitrinlerde yer edindiği 6 yılda bu kitabın bilgisiz ağızlarda yüzlerce yıllık Türk topraklarının “Pontos” diye ad bulmasına hatırı sayılır bir hizmeti dokunmuştur. Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile Yunan ordusunun İzmir’i işgalinin ortak bir amaca dayandığını, maksadın Türk tedhişinden bunalan Küçük Asya Rumlarını kurtarmak olduğunu dillendiren, dolayısıyla topraklarımıza yönelik bu tecavüzü haklı(!) sebeplere dayandırarak buna kutsal bir vazife hususiyeti atfeden Yunanlı bir Prof.’un önsözüyle28 açılan kitapta, Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin soyundan geldiği Oğuz atalarımız da “toplum dışı, soğuk, barbar, yabanî insan” şeklinde nitelendirilmiş29, özellikle Of yöresinde Türklerin bu şekilde tanındığı dahi ileri sürülmüştür. Yani Of, Türk değil ve Türklere dışardan böyle bakıyor. Asıl cinayet ise birkaç müstehasenin dil ve göreneklerine istinaden “Pontos”u bütün Karadeniz’e teşmil edip yüzyıllarca önce kapanan bir faslın tekrar ihyasına çalışılmasıdır. Aynı TV programında ne kadar zavallı ve kitabını sokak ağzıyla savunma acziyetinde biri olduğunu da temaşa ettiğimiz Asan’ın bu 42 sayfalık metni kendisinin kaleme aldığına inanmamız bile güçtür. Olasılıkla ona “hâkimiyeti kayıtsız şartsız bu egemenlere niçin verdik? Bizsiz egemenlik ilân edemeyecek olan bu insanlara gereğinden fazla sorumluluk vererek kendi kimlik egemenliğimizi tehlikeye attık”30 isyanını söyletenler suyun öte tarafındadır ki bu saçma kitap Kathimerini adlı bir Yunan gazetesinde (15.12.2000) referans kabul edilerek “Karadeniz’de 300.000 Rumca Konuşan İnsan Var!” serlevhasıyla tanıtılmıştır. Asan’ın kitabının çıktığı Belge Yayınevi’nin neşrettiği kitaplar arasında Yorgo Andreadis isimli bir zatın da kitapları yer almaktadır. Trabzon’u işgal eden Rus ordusuna Ortodoks inandaşlıktan menbalanan övgülerin düzüldüğü kitapların yazarı olan bu Yunan’ın, ERNK destekçiliği ve Karadeniz’deki fitne faaliyetlerinden ötürü yurdumuza girmekten men edilmesi ve “Pontos Kültürü” kitabının önsözünde Prof. Sarris tarafından “Bir Türkiyeli Hellen olarak selâm sana Ömer Asan kardeşim ve benden selâm tüm Karadeniz’e, Pondos’a” hitabıyla nesebi teyid edilen Asan’la olan ahbaplığı da kanıtlanmaktadır ki bu yayınlar bir-iki sersemin zırvası diye yaftalanıp kenara itilecek önemsizlikte değildir.

Bugün elimizde bulunan, Akyüz Yayınevi tarafından çıkarılmış Lazca-Türkçe Sözlük (İ.A. Bucaklişi-H. Uzunhasanoğlu) ile milletlerarası Kafkasoloji Kongreleri’nde tebliğ edilen Lazca gramer çalışmaları da göstermektedir ki birileri kendi kendine gelin güvey olmuş, handiyse zifaf idmanları yapmaya başlamıştır. Onların B. Topaloğlu’nca seslendirilen devrimci marşları bile vardır.

Son olarak dernek faaliyetleri söz konusu edilirse iki atölyenin dikkatimizi çektiğini söyleyebiliriz. Bunların her ikisi de Almanya’da kurulmuş olup, 1992’de Kaçkar Güney Kafkas Kültürleri ve Dilleri, 1988’den itibaren de Köln şehrinde Lazebura-Laz Dili ve Kültürünü Yaşatma Birliği faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu derneklerden ilkinin kurucuları arasında bulunan, ikincisinin ise halen başkanlığını sürdüren eski Ogni dergisi yazı kurulu üyelerinden Selma Koçiva’nın 1999’da Almanya’da ve Türkçe olarak ilk basımı gerçekleştirilen kitabı “Lazona-Laz Halk Gerçekliği Üzerine”, ikinci basımını Andrews’in daha önce adını zikrettiğimiz Türkiye’deki etnik gruplarla ilgili kitabını eksik gedik (aceleleri olduğu için!!!) dilimize aktaran Tümzamanlar Yayıncılık’ta yapmıştır. Kitabın, Lazebura çalışma grubunun internet sitesinden yasaklandığını öğrenmeme rağmen vitrinlerde hâlâ yer tuttuğunu görünce edindim ve Türk milletine yönelik nasıl bir gayız ve nefret duygusuyla kaleme alındığını görünce mezkûr derneklerin dostumuz(!) Almanya’da hayrımıza işlerle uğraşmadığını anlamam için kafa yormama da gerek kalmadı. Türk milletine türlü hakaretlerle dolu kitabında salt Lazcılık hareketini değil, “Kürt halkı, Türkiye’de yaşayan ulusal azınlıklar içinde en önde döğüşmektedir… Yaşasın Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi” yahut Leyla Zana’ya yazdığı açık mektupta “Karadeniz’den Diyarbakır surlarına kadar bir barış selâmı ulaşsın… Her halktan sayısız kadının yüreğinde bir yeriniz var” diyerek “devrimci gecelerde güneş gibi açan türkülerle” Türk’ün düşmanlarını tebcil edip onlara methiyeler düzen bu yeryüzündeki en alçak düzlüklerle çukurluk yarışına girmiş bayan, kurucusu olduğu derneğin ayrılıkçı faaliyetlerine dikkat çeken Türkiye gazetesini “köpeklikle” tavsif edecek kadar ileri gitmekten de imtina etmemiş.31 Kitapta Sosyalist mücadele ve Kürtçülük özellikle birkaç makalede ağırlıklı olarak ele alınmış ve bu konudan rahatsızlık duyan okuyucuya Kürtlerin mücadelesine destek vermekle kendi demokratik istemlerini de dile getirmiş oldukları yönünde açıklama getirilmiştir. Bu kadına göre “yarın Laz halkı da ayağa kalkıp bu gidişe bir dur diyecektir”31. Ayrıca Koçiva’nın kimi makalelerinin Özgür Gündem adlı Kürtçü-Komünist yayın organında neşredilmesi tam sabah şekerleri kabilinden bir mutlu ittifak kurulduğuna da işaret etmektedir.

Bu dernek ve yayın faaliyetlerinin içinde yer alan bir kısım insanların ortaklaşa ve geniş bir etnosantrik Laz külliyatını Çiviyazıları Yayıncılık bünyesinde neşrediyor oluşu aşikârdır. Kimi popüler kitapları da yayınlayarak asıl maksadını ve kimliğini gizleyip kendini pazarlama konusunda iyi bir malzemeye sahip olan Çiviyazıları’nın hazırlamakta olduğu Türkiye’nin etnik haritası ile ilgili bir çalışmanın da Avrupa kaynaklı kimi kuruluşlarca sübvanse edilmesi doğrultusunda teklifler geldiği bizzat yayınevinin sahibi Özcan Sapan’ın ağzından son kitap fuarında tarafımızdan da işitilmiştir!!! Avrupa’nın Türkiye’yi görmek istediği gibi gösteren her faaliyetten nasıl haberdar olup balıklama atladığını bir tarafa bırakalım da bütün bu yapılanları tehdit ve tehlike barometresine tutup ölçelim. “Efendim Türk milleti bu kadar küçük mü?”, “bunları yasaklamakla ekmeklerine yağ süreriz” yahut “sıkıştırılan nesnelerin genişleme istidadı artar” nevinden bilimsel(!) ve beylik lâf edenlere bir şey hatırlatalım: 15 yıl önce de “birkaç çapulcu” dediğimiz PKK’nın, 30.000 insanımızın kanı pahasına önü alınabilmiştir. Türk milleti elbette büyük ve kudretlidir. Lâkin sadece aslan misâli düşnanlarından değil sırtındaki pirelerden de huzursuzluk duymaya hakkı vardır. Üstelik tarih, milletlerin önemsemedikleri küçük meseleler sebebiyle yok olup gittiğine dair pek çok misâlle doludur. Bu bağlamda “artık sırf bir anayasal hüküm değil sosyolojik gerçek olma gücüne ulaşan üniter devlet”in kimliğini ve niteliklerini hedef alan Kürtçe, Lazca, bilmemnece masum(!), önemsiz(!) tedris ve dolayısıyla etnik kabule yönelik talepleri, milletleşme vetiremizi akamete uğratacak düşmanca girişimler olarak kabul ediyoruz.

Dikkat ediniz, bütün bu sayılan teferruat haricinde temas edilmesi gereken en önemli nokta, Karadeniz Bölgesi’nde “son yirmi yıl içinde kasıtlı bir biçimde geliştirilen ‘gerileme’dir. Bölgenin kilit illerinden biri olan Rize, bu zaman zarfında başbakan çıkarmış olmasına rağmen ekonomik bakımdan çöktü. Özellikle çay, yöre insanının geçim kaynağı olmaktan çıkarıldı. 1985 sayımında 385 bin olan Rize nüfusu, şimdilerde 325 binlere düşmüş bulunmaktadır. Sanki gizli bir el Doğu Karadeniz’i yoksullaştırmakta, kirletmekte ve boşaltmaktadır”. İşte zamanında Doğu’yu kemiren belâ şimdi Karadeniz’e diş geçirmek üzeredir. Yarın bir gün “oraya fabrika kursaydınız, yatırım yapsaydınız millet eline silâhı alıp Zigana’ya tırmanmazdı” serzenişlerini duymak istemiyorsak tedbirimizi tez elden almaya mecburuz. Etnik kimlik çalışmalarına, devletin inhisarında kuvvetli akademisyenlerden oluşan kurullarca yön verilmeli, her önüne gelen bu işlere bulaştırılmamalı ve üzerinde oyun oynanan bölgelerimizin iktisaden bayındır hâle gelmesi için ne gerekiyorsa o yapılmalıdır. Tabiî her şeyin başında bu coğrafyanın en yüksek kimliğinin Türk kimliği, en yüksek hakikatinin Türk hakikati olduğuna inanan kadrolar olmalıdır.

DİPNOTLARI

20- F, Kırzıoğlu, “Lazlar/Çanarlar”, VIII. T.T. Kongresi, c.I, s. 420-445.

21- M. Goloğlu, Anadolu’nun Millî Devleti Pontos (1973) s. 109.

22- O. Türkdoğan, age., s. 514.

23- A.H. Hüsameddin, Amasya Tarihi (1986) s. 12, 52-53.

24- Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş (1981) s. 258.

25- P.A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar (1992).

26- O. Türkdoğan, Millî Kimliğin Yükselişi. Niçin Milletleşme (1999) s. 10.

27- O. Türkdoğan, Etnik Sosyoloji (1997) s. 515.

28- Ö. Asan, Pontos Kültürü (2000) s. XIX.

29- A., age., s. 43.

30- Ay., age., s. XXV.

31- S. Koçiva, Lazona. Laz Halk Gerçekliği Üzerine (2000) s. 155, 165, 189, 258.

31- Ay., age., s. 103.
 

Orkun'dan Seçmeler