Ana Sayfa 1998-2012 Tarih Boyunca Türkçülük Tarih Boyunca Türkçülük: İlk Turancı

Tarih Boyunca Türkçülük Tarih Boyunca Türkçülük: İlk Turancı

Yusuf Akçura’nın “Türk” gazetesinde çıkan “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı makalesi; Türklük, İslâmcılık, Osmanlıcılık kavramları üzerinde tartışmalara yol açmıştı. Bu tartışmalar “A. Turanî” adının ilk defa duyulmasına sebep oldu. A. Turanî, aslında Hüseyinzâde Ali Bey’in takma adıydı. “Turanlı” anlamına geliyordu ve o dönem için son derce dikkat çekiciydi. Türklerin tarihteki ve gelecekteki büyük ülkelerini ifade eden Turan olsun, hele Turancılık olsun, Türk kamuoyunda henüz hiç bilinmiyordu. İlk Meşrutiyet döneminin bazı kalem erbabı, çok kere de yabancı müelliflerden ilham alarak, hattâ tercüme ederek Turan denilen atalar ülkesi hakkında belli belirsiz bir şeyler yazmışlardı. Ama, hiçbiri, bu kelimeye ideolojik bir mânâ yüklememişti.

Üç Tarz-ı Siyaset’in yayınlanması üzerinden uzun bir süre geçmemişti ki, Türk gazetesinde bu defa, A. Turanî imzasını taşıyan “Mektub-ı Mahsus” başlıklı bir yazı görüldü. Bu yazıda, Türk birliğinin gerekli olduğunu ifade eden fikirler ileri sürülüyordu. Meselâ:

“Müslümanlar ve bilhassa Türkler, her nerede olursa olsun, ister Osmanlı’da, ister Türkistan’da, ister Baykal gölünün etrafında ve Karakurum civarında olsun, yekdiğerlerini tanıyacak, sevecek, Sünnîlik, Şiîlik ve daha bilmem nelik namlarıyla mezhep taassubunu azaltıp Kur’an-ı Kerim’i anlamaya gayret edecek, dinin esasının Kur’an olduğunu bilecek olurlarsa elvermez mi?”

“Bir millet için her şeyden önce arzu edilecek şey kuvvettir. Bir milletin kuvvet kazanması, mütecanis unsurlar arasında mânevî bağların artmasına bağlıdır. Bilhassa karşılıklı sevginin artmasına çalışılmalıdır… Mesele birbirimizi tanımak, sevmek, medenîleşme yolunda birbirimize yardım etmek meselesidir… İran’ın Kaânilerine varıncaya kadar mektep öğrencilerine şiirlerini ezberletmek, fakat Mirza Şir Ali Nevâî’den iki satır olsun, zor okuyabilmemek… İşte utanılacak hâller…”

A. Turanî, ayrıca Tatar diye bir kavmin bulunmadığını; Kırımlıların, Kazanlıların, Orenburgluların hep Türk oğlu Türk olduklarını da açıklıyordu.

A. Turanî, yani Hüseyinzâde Ali Bey, mektubunun sonuna bazı şiirlerini de ilâve etmişti. Bu şiirler “Türk”te yayınlanmadı. Fakat, yıllar sonra, Hüseyinzâde Ali Bey, bu şiirlerden aklında kalan bir-iki kıt’ayı, Yusuf Akçura’ya okumuştur.

İşte bunlardan birkaç mısra:

Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan,

Ecdâdımın müştereken menşei Turan

Bir dindeyiz biz, hepimiz hak-perestân;

Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kur’an?

ooo

Cengizleri titretti şu âfâkî serâser,

Timurları hükmetti şehenşâhlara yekser,

Fatihlerine geçti bütün kişver-i Kayser.

Hüseyinzâde Ali Bey, tarihî kökleri bir olan kavimlerin, ayrı dinlerde de olsalar yine bir olabileceklerini tasavvur ediyor. Ayrıca, tarihimizin gurur verici, büyük bir tarih olduğunu düşünüyor. Ancak, ondaki Türk birliği fikri henüz tamamiyle berraklaşmış sayılamaz. Meselâ, Macarların da bir Turan kavmi olduğunu söylüyor, fakat daha ileri giderek onlarla Türklerin bir millet sayılması lâzım geldiğini ileri sürüyor. Bu düşünce tarzını, o dönemin Türkoloji bilgilerinin yetersizliği çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. 19. yüzyıl sonunda, hattâ 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Macarlarla, hattâ Finlerle neredeyse kardeş olduğumuz anlayışı yaygındı. Turancılık denildiği zaman da, bazı kimseler bu farklı kavimlerin Turan’da birleşebileceklerini farz ediyorlardı. Böyle bir düşünüş Macaristan’da da geniş kabul görüyordu. Turan cemiyetleri bile kurulmuştu. Bizde henüz yeni gelişen Türkçülüğün bundan etkilenmiş olmasını yadırgamamak gerekiyor.

“Türk” gazetesinde yayınlanmayan şiirlerin, 1900’lerin son yıllarında kaleme alındığı anlaşılıyor. Demek ki, henüz Yusuf Akçura’nın ve Ziya Gökalp’ın Türk birliği fikrini ileri sürmelerinden de önce. Şu hâlde, Hüseyinzâde Ali Beyi ilk Turancı saymamız gerekiyor. Bu yönüyle, 1910’larda sesi duyulacak olan Ziya Gökalp’a “Birleşmiş ve Büyük Türklük” fikrini veren de o olmuştur.

ooo

Ali Bey, 1864’te Azerbaycan’da, Bakü ilinin Salyan kasabasında dünyaya gelmiştir. Annesinin babası Kafkasya şeyhülislâmıydı. Kendi babası da öğretmendi. Orta öğrenimini bir Rus okulunda, yüksek öğrenimini ise Petersburg Tabiî Bilimler Fakültesinde tamamlamıştır. Mezun olunca Türkiye’ye gelmiş ve Askerî Tıbbiye’ye girmiştir. Buradan tabib yüzbaşı rütbesiyle diploma almıştır. 1897’deki Türk-Yunan Savaşı’na katıldıktan sonra Askerî Tıbbiye’de cilt hastalıkları muallim mavinliğine (doçentliğe) getirildi. Gizli İttihad ve Terakki Cemiyeti ile ilgisi olduğundan şüphelenildiği için polis tarafından takip edilmeye başlanınca Azerbaycan’a döndü. Bakü’de Ali Merdan Topçubaşı, Ağaoğlu Ahmed, Zeynelâbidin Takioğlu beylerle birlikte gündelik Hayat gazetesini kurdu. Uzunca bir süre bu gazetenin müdürlüğünü ve başyazarlığını yaptı. Hayat kapandıktan sonra Füyûzat adında bir dergi yayınladı. Bu derginin başyazılarını kaleme aldı. Füyûzat’taki mücadelesinin esasını, İranîlik ve Ruslaştırma eğilimleri meydana getiriyordu. İran, Azerbaycan Türklerini, özellikle mezhepçiliği vasıta edinerek İranlılaştırmaya çalışıyordu. Rusya ise, tahakkümü altına aldığı Azerbaycan’ı çok daha etkili yollarla Ruslaştırmaya gayret ediyordu. Hüseyinzâde Ali Bey, bunlara karşı Türklüğün saflığını ve birliğini savunan yazılar yayınladı. Sünnî-Şiî zıtlığının ortadan kaldırılması, Azerbaycan’da Osmanlı-Türk medeniyetinin ve kültürünün tanıtılması yolunda büyük emek harcadı.

Ali Beyin daha önce Hayat gazetesinde çıkan makaleleri de önemli konulara temas ediyordu. Bu makalelerden bazılarının başlığı “Türkler Kimdir ve Kimlerden İbarettir?”,”Bize Hangi İlimler Lâzımdır?”, “Yazımız, Dilimiz ve Birinci Yılımız” şeklindedir. Bu yazılarında, Ali Bey Türklerin ırklarına ve dillerine ait incelemelerde bulunmuş, böylece Türk boylarının bir birlik meydana getirmeleri ülküsüne sağlam gerekçeler hazırlamıştır.

Hüseyinzâde Ali Bey, çağdaşlaşmanın da savunmasını yapmıştır. Türk boylarının ilerlemesi ve bağımsız olması yolunun medeniyet alanında yükselmekten geçtiğini iyi kavramıştı. Sonraki yıllarda Ziya Gökalp tarafından işlenecek olan ünlü “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” ilkeleri de ilk defa Hüseyinzâde’nin kaleminden ilân edilmiş sayılabilir.

Dil konusundaki fikirleri ise, Osmanlı ülkesinde kullanılan Türkçenin bütün Türk illerinde yayılması ve ortak edebî dil hâline gelmesi merkezinde toplanmaktadır. Bu yönüyle de, Gaspıralı İsmail Beyin “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” sloganının en önemli birimini benimsemiş demektir.

20. yüzyılın başında Türkçülük zaten bu ana konular etrafında şekillenmekteydi. Türkiye dışındaki Türk illerinde yetişen bazı aydınlar da bu görüşleri benimseyip yaymaya çalışıyorlardı. Bu cihetten de Türkiye’deki Türk aydınlarının fikrî gelişmesinde etkili oluyorlardı. Türkçülüğün dayanaklarından biri; yabancı ülkelerde, özellikle Macaristan’da kuvvet kazanan Türkoloji araştırmaları, diğeri de Kırım, Azerbaycan, Kazan gibi Türk illerindeki aydınların çalışmalarıdır. Ortada henüz Genç Kalemler, Ömer Seyfeddinler, Ziya Gökalplar yoktur. Onlar, beş-on yıl sonra ve bütün güçleriyle meydana çıkacaklardır.

Hüseyinzâde Ali Bey, milliyetçilik yolundaki ilk etkileri, büyük babası Şeyh Ahmed Salyanî’den ve onun dostu olan Mirza Fethali Ahundzâde’den almıştır. Türkçeye, Türkiye’ye, bütün Türklüğe sevgi beslemesinin temelinde bu iki aydının rolü büyük olmuştur.

 

Orkun'dan Seçmeler