Ana Sayfa 1998-2012 And ve Yemîn

And ve Yemîn

Lûgat kitablarının hemen hepsinden And kelimesinin karşısında kasem, yemîn, Kasem kelimesinin karşısında and, yemîn ve Yemîn kelimesinin karşısında da and, kasem yazar. Kasem Türk avâmı arasında pek kullanılan bir kelime olmadığından onu bir yana bırakarak AND ve YEMÎN kelimeleri üzerinde duralım.

Her ne kadar lûgat kitablarında Yemîn‘in karşısında And, And‘ın karşısında, Yemîn yazsa da ikisinin kökeninde de, filinde de, mânâsında da farklılıklar vardır. Bir defa and, Türk kökenli, yemîn Arab kökenli kelimelerdir. And içilir, yemîn edilir. And içildiği için, onu kankardeşliği gibi inkâr etmek mümkün değildir. Çünkü içilmiştir ve o artık, içen kişinin içine âdetâ yerleşmiş, yüreği gibi hayâti bir vasıf kazanmıştır. Ancak yürek durduğunda and’ın da geçerliliği biter. Yemîn, edildiği için, edildiği anda hükmünü kaybeder, edersin, biter, gider.

And, ileriye dönük bir sözdür ve dönülmesi düşünülemez bile. Yemîn, olmuş bir hadisenin, hatta bir yalanın doğruluğunu isbat etmek, dinleyeni veya soranı inandırmak içindir. Yemîn‘in ileriye dönüğü olmaz. Yalan yere and içilmez, ama yalan yere pekâlâ yemin edilebilir.

And, etmek filliyle birlikte sâdece eski ve anonim bir Istanbul Tür küsü’nde geçer:

Ant etdim, yemîn etdim
Uğrunda öleceğim.

And keleçisi, Türk İmli yazıt ve yazılarda bulunmazken, Diván-ı Lü-gât-it Türk’de, Kutadgu Bilig’de, Dede Korkut Kitabı’nda geçer. Ancak bu ana kaynakların hiç birisinde yemîn kelimesinin yerini tutacak bir söz yoktur. Çünkü Türkler yalan söylemeyi bilemediklerinden yemîn etmeye ihtiyaç duymamışlardır. Mahkemelerde yargıçların tanıklara: “-Doğru söyleyeceğine yemîn eder misin?” sorusu, “Yalan söylemeyeceğine yemîn eder misin?” in kibarca söylenişinden başka bir şey değildir.

Türkler zînâyla, hırsızlıkla ve yalanla anayurtlarından Batı’ya doğru topluca yürümeye başladıkları Onuncu Yüzyıl’dan itibaren tanışmışlardır. Muhtemelen yemîn etmek gibi ucuz bir savunma silâhını da o zamandan beri kullanmaya başlamışlardır. Hele palavracılığı, Firdevsî’nin Şehnâmesi’yle Dünya literatürüne geçmiş Fars ırkı ile temas, Türkler’e de olur olmaz her şeye yemîn etmeyi öğretmiştir.

Türkler zînâ nedir bilmezler. Akıllarının almadığı böylesi bir olayla seyrek de olsa karşılaştıklarında fail, el ve ayaklarından yere çakılı dört kazığa bağlanır. Atlılar, kılıç çekip suçlunun üzerine dizgin boşaltırlar ve suçluyu çentmeye, deşmeye, yarmaya başlarlar. Ta ki suçlunun kara canı Kızıl Tamu’ya batana kadar. Çok nâdir görülen hırsızlık olaylarında da aynı cezalandırma uygulanır.

Böylesine kanlı cezalandırmalar sebebiyle Türkler’e gaddar veya barbar denilemez. Cezalandırmanın bu tarzda yapılmasının asıl sebebi, Türk Töresi’nde yalan gibi zînâ ve hırsızlığın da bulunmamasından kaynaklanır. Türkler’ce bilinmeyen böylesi akıl almaz suçlara verilecek cezaların da törede bulunması düşünülemez.

Türkler, karşılıklı iki kişiyi ilgilendiren bir taahhütte söz verirler. Uygur Türkleri’nde bu tür sözleşmeler kâğıda yazılır ve bir veya birkaç kişi de bu söze tanık gösterilir. And, ancak toplumu ilgilendiren ve özellikle milli bir amacın gerçekleştirilmesi için içilir. And içme, yere bir kama veya kılıç konulmak, bunun üzerine sağ eli basmak ve yüksek sesle “-Ben bu amaçdan dönersem, gök girsin kızıl çıksın.” demek sûretiyle yapılır. And içenler bir kişiden fazla ise bu söz hep bir ağızdan söylenir. Sözün anlamı, “bana verilen bu görevi yapmaktan vazgeçersem, yapmazsam, bu elimi bastığım kutlu silah bana gök rengi gibi mavi girsin ve benden kanlı olarak kıpkızıl çıksın”dır.

Türkçülük’ün en önemli amaçlarından birisi de lûgâtında zînâ kelimesi olmayan, değil devletinkini, kişi malını bile çalmayı, talan etmeyi bilmeyen ve düşünmeyen, yargıcın “-Doğru söyleyeceğine yemin eder misin?” sorusunu “-Ben Türk’üm, yalan söylemesini zaten bilmem ve beceremem!” diye cevablandırabilen, erdemli Türkler’i çoğaltmakdır.

Biz Türk’üz ve Türkçü’yüz. Bugün bile Türk Dünyası’nda yukarıda sayılan yüz kızartıcı işlerin yanı sıra, dolandırıcılık, sahtekârlık, uyuşturucu ticareti, rüşvetçilik, vatan hainliği, ırz tecavüzcülüğü v.b. gibi benzerlerinin, hülâsâ Albız’ca yapılan tüm fiillerin faillerinin soy soplarını araştırdığımızda görülecekdir ki bunların yüzde 99 nokta 9’u bizden değildirler. Ve şimdilik Türklerin ve Türkçüler’in tek tesellileri de işte budur.

Orkun'dan Seçmeler