Ana Sayfa 1998-2012 Gagauzlarda Sosyo-Ekonomik Arayış

Gagauzlarda Sosyo-Ekonomik Arayış

Eski Sovyet imparatorluğunun küçük devlet (eyalet)lerinden biri olan Moldova; gerek bulunduğu coğrafî konum, gerekse diğer özellikleri nedeniyle o büyük devlet dokusu içinde daha ılımlı ve fantazi fonksiyonlarla görevli kılınmış gibidir. Yoğun bir üzüm yetiştiriciliği ve ona dayalı şarap sanayii, altı milyonluk ülkenin neredeyse yegâne misyonu olmuştur. Ne öngörüldü ve öğretildiyse o… Meselâ 70’li yıllarda Moskova karar almış, Moldova’nın dört bir tarafına ceviz ağacı dikilmiş. Büyük plânlamacılarca “Biraz da eğlence ve sayfiye yeri ol, yeter” denilmiş âdeta. Doğal gaz yok, sanayi yok, elektrik yok, demir-çelik yok, kendini aşmış kayda değer bir tarımsal çeşitlilik ve performans yok… Şarap var ya…

Aslında Kremlin teorisyenleri pek çok ülkeyi -hemen hepsini- bu “kendi kendine yetmeme” âkıbetine her an hazır tutmuşlar. Gerçi elbette dünyanın hiçbir ülkesi, mutlak mânâda kendi kendine yeter değildir ama hiç olmazsa “elindekiler ayakta durmasına yeter” olmalıdır. Ve işte bu asgarî yeterlilik bile oluşmasın diye; biri yalnız şarapla, biri demirle, biri doğal gazla yetindirilmiş, avutulmuş, gariptir-dokuma fabrikaları pamuğun yetiştiği yere değil, petrolü ile ünlü bir başka ülkeye kurulmuştur. Özellikle ve titizlikle plânlanan ve yetmiş yıl ısrarla uygulanan bu yapılanmanın dağılmasının en çok mağdur ettiği memleketlerden biri Moldova’dır. Şarap şimdi yine var, en kaliteli ve bol şekilde ama bu, başka şeylerin yokluğunu kapatamıyor.

Tabiî ki bu değerlendirmeler ve olumsuzluklar, özellikle Gagauz Yeri gibi kendi tarımından başka, yani toprağından tırnaklarıyla çıkardıklarından başka bir şeyi olmayan insanlar ve kesimler için daha çok geçerlidir.

İşsizliğin ne korkunç bir sefalet hattâ felâket olduğu da en kolay buralarda anlaşılıyor. O kadar çeşitli ve derin ahlâkî, siyasî, ekonomik uzantıları ve menfî ürünleri var ki… Buralarda eskiden insanlar sokakta gezememiş, polis tutar zorla işe götürürmüş. Şimdi sokaklarda bol bol gezen insanlar var ama bu kez de, zorla işe götürdükleri günleri özlüyorlar. O günler için değil, bugünler için “Zor vakıt” diyorlar. Zira; zorla da götürülse bir işi varmış, yavan da olsa bir aşı varmış, canına tak ettiği için İstanbul’a kaçmayan – veya kaçamayan – bir eşi varmış.

İdealist insanlar için değil elbette ama, pragmatik ve sığ yaşayan çoğunluk için, yani kitle şuuru için; aç karnına hissedilecek bir hürriyetin yegâne tezahürü, fırın yıkma hakkı olarak tecellî edecektir. Yıkılan fırınlarla çöken bir sosyo-ekonomik yapı yüzünden şu büyük sosyal tezat bile ortaya çıkabilmiştir: Binlerce insan, sokakta gezemediği, zorla kolhoz ahırlarına tıkıldığı günleri iç çekerek anmakta, hattâ özleyebilmektedir.

Aradan geçen kısa zamana ve pek büyük olmayan nüfus mevcuduna rağmen bu şaşırtıcı tablo karşısında yaklaşım farklarının şekillendirdiği gruplar doğabilmektedir. Bugünkü zor şartların ve karamsarlığın oluşturduğu marjinal bir grup; Sovyetlerin “şimdilik” gittiğini ve komünizmin, o güzel(!) günlerin geri geleceğini düşünüyormuş gibi yaparak yaşadığı acı realiteden hiç değilse hayâllerle uzaklaşmaya uğraşıyor. Fakat büyük çoğunluk işin farkında: Hiçbir şeyin eskiye dönmeyeceğini, tarih bandının geri sarılamayacağını biliyor ama, onlar da ileride ne olacağını bilememekten şaşkın ve bezgin. Üçüncü olarak; herşeye rağmen “iyi” olduğuna ve ileride daha iyi olacağına inanan bir kesim de var ama -maalesef- onlar neredeyse daha marjinal kalıyor.

Anlatılan bu sarsıntı ve arayış, Sovyetlerle birlikten ayrılan Moldova için ne kadar geçerli ise, Moldova içinde özerk bir yönetim oluşturan Gagauzlar için bir o kadar daha geçerli. Şarapla bireysel dimağlar ne kadar dumanlıysa; bu, yapılanmayla ilgili arayış içinde sosyal dimağ da o kadar bulutlu.

Aslında yıllardır, on yıllardır ferdî teşebbüs melekesi uyuşturulmuş, hattâ dumura uğratılmış bu toplumsal dimağın, fizik tedavi gibi küçük egzersizlerle yeni hayata alıştırılmaya, bu şoktan çıkarılmaya ihtiyacı var. Toprağa “benim” demeyi hatırlaması, pazarda ceviz satmayı öğrenmesi lâzım. Bu bile bir kıpırdanıştır, çünkü mevcut kafaya göre; ortaya böyle şeyleri dizip herkesin gözü önünde onları satmak ne kadar zor ve onur kırıcıdır… Ve onun içindir ki, erkekler bu işe pek yanaşmaz ve hemen tamamen kadınlar yapar bu işleri.

Bu vücudun normal reflekslerine döndürülmesi, küçük de olsa fert merkezli hareketlerle aktif kılınması lâzım. Bunu sağlayacak maddî imkânlar da mevcut. Bu birikim içinde insanların zorla işe götürüldükleri anormal günleri aramaması, sabahleyin kapısına dikileceği normal bir işinin olmasıyla sağlanabilir.

Onun için yapılması gereken; bu karamsarlık ve arayışlar uzun vadeli ve yanlış çözümlere, yani çözümsüzlüğe yönelmeden iyileşmenin başlaması ve bunu insanların görmesidir. Ülkeyi veya otonom bölgeyi yönetenlerin basit de olsa, ucuz da bulunsa topluma âcilen bu uğurda gelişmeler göstermesi -şart derecesinde- gerekiyor. Buraları için -varsa- başkalarının düşüneceği hayırlı yaklaşım ve yakınlıkların da bütün dikkat ve imkânını öncelikle aynı noktaya odaklaştırması, tek çözümdür.

Yoksa; “Ne zor günler böyle?” hayıflanışı ve isyanı çok uzun sürerse, “Nerede o günler?” arayışına dönüşür. O da -S.S.C.B.’yi ihya etmez, komünizm denilen sistemi geri getirmez ama- üzerine hiçbir sistemi monte edilemeyecek mantarlaşmış, kokuşmuş bayağı bir sosyal yapı ve zemin doğurur.
 

Orkun'dan Seçmeler