Gedelek Köyü BURSA ilimizin ORHANGAZİ kazasına bağlı Yavuz Sultan Selim’in “ok kuburu” yapma vakfiyesi olarak kurulmuş şirin bir Türk köyüdür.
Gedelek’in üst kısmında da komşu Benli ve Yukarı Benli adlı Ermeni köyleri bulunmaktaydı. Türk ve Ermeniler 1921 yılına kadar komşu köyler olarak yüzyıllarca barış içinde yaşamışlar, Gedelek’teki ipek böcekçiliği ve zeytin bahçelerinin bakımında Benli’li Ermeniler kuşaklar boyu Gedelek’teki Türklerle birlikte çalışmışlardır. 1915’teki tehcir olayları esnasında da bu durum hiç değişmemiş, dostluk devam etmiştir. Ama ne yazık ki Yunan’ın Gemliği ve köylerini işgali ile komşu Ermeni köyleri Türk köylerine karşı birden bire vahşi ve insanlık dışı saldırılarına başlamışlardır.
1921’de Yunan askerlerinin baskısı ve köylerine hiç dokunulmayacağı gibi yalanlarla Gedelek Köy Muhtarı Osman Efendi ikna edilmiştir. Muhtarın yardımı ile köyden iki kağnı dolusu silâh Yunan askerî tarafından toplanmıştır. Bu şekilde Gedelek halkı Yunanlılar tarafından silâhsız ve savunmasız bırakılmıştır. Bunun üzerine Benli Ermenileri de “Gedeleği bize bırakın, biz yakacağız” deyip köye el koymuşlardır.
Neticede silâhsız kalan Gedelek halkına özellikle geceleri komşu Benli Köyü Ermenileri eziyet etmeye ve mallarını yağmalamaya başlamışlardır.
Bu yapılan vahşetlerden sadece biri şudur: Şadırvan denilen kahve önünde Kavaslar eşrafından Bekâr İsmail lâkaplı 55 yaşındaki Gedelek’li, abdest almaktayken Benlili Agob’un bir Türk kadınına tecavüz etmesine mani olmak için “bizlere yaptığınız eziyetler artık yeter” diye çıkışınca, daha sözü bitmeden köy meydanında ensesine baltayla vuran Benlili Ermeni Agob İsmail’in başını gövdesinden ayırmıştır. Şehit İsmail Efendinin başı şadırvan önünde yokuş aşağı yuvarlanmaya başladığında köydeki kadın ve çocuklar katliâmdan kaçmak ve kurtulmak için civar tepelere doğru koşmaya başlamışlar. Bu esnada balta ile kafa kesen Benlili Ermeni Agob, yakınındaki Yunan askerinden aldığı tüfekle Kaymakçı bayırında kaçmakta olan “Sarı Kız” lâkaplı iki yıllık evli ve kucağında 2 yaşındaki Ali isimli oğlan çocuğu olan Nalbantların gelinini arkadan ciğerinden vurmuştur. Yere düşen genç kadının kucağındaki yavrusunu bile korkudan köylü kadınlar ancak saatler sonra alabilmiştir. Nalbantların Ali olarak anılan bu bahtsız çocuk 50 yaşında çeltikçi köyünde 1969 yılında vefat etmiştir. Ama genç kadının iki gün vurulduğu yerde can çekişerek ölmesine ne yazık ki müdahale edilememiştir. Çünkü artık köy içinde tam bir Ermeni terörü esmeye başlamıştır ve halk evlerine gizlenmiştir.
O esnada köy askerde olan gençlerinin yokluğundan dolayı çoğunluğu kadın ve çocuklar ile bazı ihtiyarlardan ibarettir. Kadınların bir kısmı Ermeni erkeklerinin tecavüzünden, sarkıntılığından korunmak gayesiyle Ali Çavuşların evinde toplanıp yüzlerine mayıs (hayvan dışkısı) ve çamur sürerek evlerde gizlenmeye, tecavüzden korunmaya çalışmışlardır. Ertesi gün evlerine sığınmış masum Türk köylüleri zorla Hacı Osman YILMAZ’ın evine doldurulmuş ve içeriye pencelerden el bombaları atılarak topluca katledilmişlerdir. Bombalanan evden yaralı kurtulan tek kişi o zamanlar 11 yaşındaki kız çocuğu olan Paslıoğullarından Hayriye’dir. Hayriye (ERDEM) yanı başındaki annesinin beyninin parçalanarak öldüğüne şahit olmuş kendisi de çenesinin el bombasından parçalanıp kopmasıyla ağır yaralanmıştır. Ermeniler köyü yağmaladıktan sonra evlerin tamamını ateşe vermiş ve köyde ağır yaralı Hayriye’den başka kimse kalmamıştır. Küçük ve yaralı kız köy hamamı taştan olduğu için yanmayan tek yapı olduğundan gece hamamın içine sığınıp gündüz su birikintisinden ayakkabısının içine su doldurup (su su diye) inleyen yaralılara su taşımıştır. 15 gün kadar sonra köye dolaşmaya gelen yağmacı bir Ermeni onu at arabasına bindirip Kumla Camisindeki mülteci olan Türklerin, yani Gedelek ve civar köylerden kaçıp camiye sığınanların yanına götürmek için almış ve ama Açmalar Mevkisinde birden kızı saçlarından tutarak kara diken öbeğinin içine fırlatıp atmış ve orada kızcağızı bırakarak gitmiştir. Çalıların içinde 3 saat kadar acı içinde kıvranırken yine yağmacı bir başka Ermeni onu dikenlerin içinden çıkartıp, dikenlerini temizleyip at arabasına battaniyenin altına yatırmak suretiyle Kumla’ya getirmiş, caminin minaresini gösterip “sizinkiler orada hadi git deyip” göndermiş, camideki mültecilerin içinde akrabalarıyla buluşup ölmekten kurtulmuştur. Çenesi kopuk olduğu için yüzünü bütün hayatı boyunca örtü ile gizleyen bahtsız Hayriye’nin yemek yediğini hiç kimse görmemiştir. Zavallı kadın hiç evlenmeden, kız olarak 1972’de 64 yaşında vefat etmiştir.
Hacı Osman’ın evinde el bombaları ile öldürülenlerin cesetleri daha sonra zeytin merdiveni ile içeriden taşınıp pis su kanalı olarak kullanılan hendeğe birbiri üstüne Benlili Ermeniler tarafından atılmıştır. Canlarını kurtaranların bir kısmı da Güney pınarında toplanarak Kumla istikâmetine kaçıp oradan Hilâli Ahmer (Kızılay) gemisi ile İstanbul’a Selimiye Camiine getirilmişler ve yıllarca orada sığınmışlardır. Köylünün diğer bir kısmı da Karamürsel yönünde kaçarak Türk Ordusuna sığınmak için Eskişehir’in İnönü bölgesindeki çadırlarda yıllarca konaklamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması üzerine köyüne dönenler Gedelek’in tamamen yok olup, yakılmış ve yıkılmış olduğunu görmüşlerdir.
1921 Ermeni vahşetinde ölen Gedelekliler şunlardır;
Ali kızı Sara (20 yaş), (Hacı Osman’ın oğlu Yahya’nın 2 aylık karısı, yani yakılan evin gelini), Ali kızı Halime (25 yaş), Mehmet kızı Hatice (12 yaş), Ali kızı Zehra (35 yaş), Mustafa oğlu İsmail (55 yaş), Mustafa oğlu Ahmet (50 yaş), Raif oğlu İsmail (40 yaş), İbrahim oğlu Recep (45 yaş), Hüseyin oğlu Hüseyin (30 yaş), Ali oğlu İbrahim (15 yaş), İbrahim oğlu Hafız (15 yaş), Abidin oğlu Hasan (35 yaş), Maraz Ömer’in Salih (38 yaş), Ali efe oğlu Ali (18 yaş), Mehmet oğlu Ali (45 yaş), Karabeyoğlu Hüseyin (12 yaş), Karabeyoğlu Mehmet (2 yaş), Kocakülahoğlu Hasan (50 yaş), Köseoğlu Recep (52 yaş), Kuru Osman Dayı (45 yaş), Kezban’ın Mehmet (45 yaş), Mehmet oğlu İbrahim (28 yaş), Yaslı oğlu Hasan (3 yaş), Abidin’in eşi Hatice (18 yaş), Aşık’ın Hasan (20 yaş), Ali Köse’nin Halil (35 yaş), Kamil Çavuş (45 yaş), Hacı Salih (60 yaş), Mehmet oğlu Ahmet (10 yaş), Hacı Osmanoğlu Celal (7 yaş), Umurbeyli Atçılardan Mehmet (25 yaş), Nazife (16 yaş), Fatma (20 yaş), R. Mehmet’in eşi Emine (20 yaş) adlarında 34 masum Türk öldürülmüştür.
Ne gariptir ki İstanbul’daki camilere sığınarak vahşetten kaçabilen Gedelek köylüleri dahil olmak üzere hiçbir Türk, İstanbul’daki Ermenilere bu olayların bedelini ödetmeyi düşünmemiş, bunu aklından bile geçirmemiştir. Bu üstün Türk ahlâkının bir diğer göstergesidir.
Yukarıda anlatılan Gedelek’teki Ermeni vahşeti sadece bir örnek olaydır. Aynı bölgede Orhangazi (Pazarköy), Çeltikçi, Gemiç, Narlıca, Cihanköy, Gürle, Karsak, Dutluca, Çakırlı, Keramet, Heceler, Üreyil köylerinde benzer vahşeti yapanlar hep civardaki Ermeni köyleridir. Aynı tarihte Yalova Çınarcık’ta da yüzlerce Türk camiye doldurulup Ermenilerce yakılarak katledilmişlerdir. Ermenilerin tüm Osmanlı’da Türklere yaptıkları yanında Gedelek katliâmı denizde bir damla sayılabilir. Marmara Bölgesi’nde İstanbul’a kuş uçusu 100 km mesafedeki bu Türk köyüne ortada haklı hiçbir sebep yokken bu vahşeti yapan Ermeninin Rus ordusuyla birlikte savaş bölgesi olan Doğu Anadolu’da Türklere yaptığı ise tam bir soykırımdır. Evet 1915-1923 arasında Ermeni soykırımı olmuştur. Bu soykırımda Soyu kırılan Türklerdir, soykırımcı Ermenilerdir. Kurtuluş Savaşı’nda yurdunu savunan Türklerdir. Saldırgan ve katliâmcılar da Ermenilerdir, Yunanlılardır, Fransızlardır, İngilizlerdir, İtalyanlardır, Ruslardır… Bütün çıplaklığı ile olayların özeti budur. Yunan mezalimi de bütün işgal altındaki Osmanlı’da olduğu gibi Bursa’nın her köyünde vahşet ölçüsünde devam etmiştir. Bu yazımızda özellikle ele aldığımız Ermeni mezalimine, vahşetine, soykırımına örnek olarak Gedelek köyündeki Türklere karşı Ermenilerin yaptığı vahşettir, soykırımdır. Yapılanların hepsini burada anlatmamız mümkün değil, insanlık dışı ve vahşi hayvanların bile yapmayacağı işkenceler var ki onları burada yazamıyorum. Bütün bu yaptıklarından sonra bugün Ermenistan bayrağında utanmadan Ağrı dağını gösterirken Ermeni dün nasıl saldırgansa bugün de aynı saldırganlığını göstermektedir. Hem suçlu hem de üste çıkmak isteyen Ermeninin utanmasını beklemek boşunadır.
Bugünlerde bizlere düşen bir önemli görev de Türkiye’nin her köyünde Ermeniler tarafından yapılan bu katliamların yazılmasını, belgelenmesini sağlamaktır. Bu konuda Yunan ve Ermeni vahşetlerine uğramış köylerimizin köy muhtarlarına, köy hocalarına, köy imamlarına ve her Türk’e görev düşmektedir. Duyarlı Türk milletini göreve çağırıyorum. Köyünüzde, beldenizde, şehrinizdeki Ermeni vahşetini yazın, yazdırın, bir araya toplayıp yayınlayın.
Her şeyin fazlası fazla olduğu gibi efendiliğin de fazlası gereksiz ve zararlıdır. Biz de bugüne kadar bu konuda fazla efendilik yaptık, hep zarar ettik, artık yeter. Ermeni hem isyan eden hem katliâmı yapandır ama aynı zamanda da mazlum rolü oynamak isteyendir. Hem de öldürdükleri insanların çocukları, akrabaları halen hayatta iken. Olayları bizzat yaşayanlar günümüzde varken bu derece pervasız ve edepsiz olabiliyorlar.
Türk milleti bilir ki vatanın, bu toprakların sahibi olunmasının bedeli çok yüksektir. Geçmişte bu bedel kanla her karış toprak için ödenmiştir. Bugün de buralara sahip olmak için her yönde çaba gösterilmeli, mücadele edilmelidir. Kaldı ki şimdi yapılması gereken, Ermeni mezalimiyle öldürülen masum Türklerin akrabaları, yakınları olan bizler için kutsal bir görevdir.