Politik hayatımızdaki anlayış hastalıklarından birini sık sık işitiriz:
– Efendim. Biz demokrasiye alışamadık, daha ne ki, topu topu yirmi beş yıl, başka milletler yüzyıllardan beri bu sistemi uyguluyorlar, onlar demokraside bizden çok ileri.
Muhalif – muvafık, solcu – sağcı, eski – yeni pek çok aydınımız da bu fikir tartışılması bile câiz olmayan bir “kaziyye” halinde yerleşmiştir.
Tabii, tarih anlayışının, bilgisinin ve kültürünün eksikliği aydınlarımızı bu sonuca sürüklüyor.
Daha milâttan önceki yüzyıllarda, Asya Hunlarının, biri büyük, diğeri küçük, iki meclisleri olduğunu biliyoruz. Hakanın kendisi, kumandanları ve müşavirleri iştirak ettiği gibi, meclis toplantısına halk da doğrudan doğruya katılmakta idi. Herkes fikrini söylemekte serbestti. Memleketin umumî meseleleri bu mecliste görüşülür ve toplantılar yılın belirli g ünlerinde yapılırdı. Yani, hükümdarın davetiyle değil, otomatik işleyen bir devlet mekanizması hâlindeydi.
Kök Türklerde de, böyle daimi bir meclis olduğu, tarihçilerimizin araştırmaları sonunda anlaşılmıştır. Meselâ, Kök Türk hükûmdarı Bilge Kağan, bir takım reformlar yapmak istediği zaman bu meclisin görüşüne başvurmuştu. Bilge Kağan’a gore, Türkler de, Çinliler gibi şehirlerinin etrafını surlarla çevirmeli, Çinlilerin Budizmini benimsemeliydi.
Bu isteğe karşı başdanışman durumunda bulunan ünlü Tonyukuk itirazda bulunmuştu. Tonyukuk, “Biz başka milletiz, Çinlilere benzemeyiz, diyordu. Bizim yaşayışımız ayrıdır. Şehirlerimizin etrafının surlarla çevrili olmaması, bizim hayatımızın icabıdır. Eğer surla çevirecek olursak, bir savaş anında sıkışırız. Çünkü biz Çinlilere gore azız. Çinliler kalabalıktır. Bize açık yer lâzımdır.”
Tonyukuk’a gore, Kağanın, din değiştirme hakkındaki görüşü de yanlıştır. Çünkü Budizm ve Taoizm, Türk karakterine uygun inançlar değildir. Türkler hareketli bir millettir varlıklarının devamı için ancak mücadele ruhu ve diri bir inanç Türklerin dini olabilirdi.
Neticede, meclis, Bilge Kağan’ın görüşlerini reddetmiş, Tonyukuk’u haklı bulmuştur. Bu sonuç karşısında, hükümdar ne asabiyete kapılmış, ne de Tonyukuk gibi bir bilgeyi başdanışmanlıktan azletmeyi aklından geçirmiştir.
Bir başka örnek de, M.S. 581 yılında, Kök Türk Kağanı Ta-po’nun, yerine amcasının oğlunu vasiyet etmesi üzerine ortaya çıkan durumun mecliste görüşülmesidir. Meclisin toplantısı sonunda, tahta geçmesi (annesinin Türk olmadığı gerekçesi ile) reddedilmiş ve İşbara adlı bir başka prens kağanlığa getirilmiştir.
Ünlü Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ü Lügat-it Türk”ünde GENGEŞ deyimi şöyle açıklanmaktadır: “Hakanın tekliflerini milletin tasvibine sunması.”
Türklerin islâmiyeti kabûlünden sonra da, aynı geleneğin en belirli örnekleri özellikle Selçuklularda ve Osmanlılarda görülmüştür.
Uzun sözün kısası, Türklerin geniş ve hâlis bir devlet yönetimi anlayışı vardır ve bu anlayış mutlak anlamda “meşrûyet”e dayanmaktadır.
Siyasi culture ve meşrutiyetçiliğe böylesine sahip bir milletin “koyun gibi güdülmesi” fikrinde olanlar çok yanılıyorlar.
Siyaset sahnemizde görülen yolsuz ve haksız bazı davranışlar mı?
Evet, bunlar vardır ve mutlaka giderilmelidir.
Yoksa, münferit veya yaygın birtakım uygunsuzluklar yüzünden demokrasiye kıymaya kalkışırsak çok yazık olur.
Böyle bir davranışın, gümrüklerde yolsuzluk belirlendi diye, gümrüklerin kaldırılmasını istemek gibi bir mânasızlıktan farkı yoktur.