DALLARI BÜYÜYEN DİL AĞACI
“Büyük devletler kuran ecdâdımız, büyük ve şümûllü medeniyetlere de sâhip olmuştur. Bunu aramak, tedkîk etmek, Türklüğe ve cihâna bildirmek bizim için borçtur.” – Atatürk – (1)
Türkçenin, yazı dili hâlinde târih sahnesine çıkmasından önce geçen bilinmeyen bir zamanda, Çuvaş ve Yakut lehçeleri ana dilden ayrılmışlardı. Türklüğün, nisbeten toplu bulunduğu Orta Asya’da, İslâm dininin kabûlüne kadar geçen dönemde, genellikle müşterek alfabeler kullanılmış; millî tesânüdü sağlayan bağların kuvvetli oluşu, coğrafî sâhanın, sonraki asırlara göre fazla genişlememesi, çok farklı şîveler ortaya çıkarmamıştı.
Orta Asya’dan, târihin en eski devirlerinden itibâren göçler eksilmemiştir. Dünyâ’nın dört cihetine de medeniyet taşıyan bu göçler sâyesinde, Dünyâ târihinde çok büyük değişiklikler meydâna gelmiştir. Meselâ, dördüncü asrın sonlarında, Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya geçen büyük bir Hun kâfilesi, önlerindeki Slav ve Germen kabîlelerini sürükleyerek, Avrupa’nın bugünkü milletler tablosunun temel taşı kabûl edilen meşhûr Kavimler Göçü’ne sebep olmuşlardı. İlk Çağ’ın hâkimi sayılan Roma İmparatorluğu’nun çatırdamaya başlaması da, yine bu Hun ilerleyişiyle yakından ilgilidir.
Daha sonraki devirlerde de Türk göçleri devâm etmiştir. Kutadgu Bilig’le Dîvânü Lügâti’t-Türk’ün yazıldığı yıllarda ve hemen sonrasında, târihî sonuçları büyük olan yeni bir Türk muhâcereti başlamıştır.
Türklerden bir bölümü ( Kumanlar ve Kıpçaklar) kuzeybatı istikâmetinde hareket ederlerken, Türk toplulukları arasında çok önemli bir yeri olan Oğuzlar da batı istikâmetinde Türk coğrafyasını genişletmeye başladılar. Ana yurttan oldukça uzaklara giden bu Türk toplulukları, teşekkül etmiş olan Türk yazı dilinde, eski müşterek özellikleri yavaş yavaş kaybettiler. Böylece, Türk dünyâsının değişik coğrafî sâhalarında muhtelif şîveler ortaya çıktı. Türk yazı dilinin mevcûdiyeti ve dil târihinin bilinen bir devresinde olunuşu yüzünden, Çuvaş ve Yakut kollarındaki büyük farklılık, bu sefer görülmedi. Bu yüzden, yalnız ses ve şekil ayrılıkları gösteren Türkçenin bu yeni kollarına şîve adını vermek, Reşid Rahmetî Arat başta olmak üzere bir çok dil âlimimizce benimsenmiştir.
Prof. Dr. Muharrem Ergin’e göre; Orhun Âbideleri’yle başlayan Eski Türkçe Devri, 12. ve 13. asra kadar devâm eder. Daha sonra, biri Kuzeydoğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere, iki Türk yazı dili meydâna gelir. (2)
Bunlardan Kuzeydoğu Türkçesi, 15. asırdan itibâren Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak ikiye ayrılır. Kuzey Türkçesi, Kıpçak Tükçesidir. Doğu Türkçesi ise, 15. ve 16. asırlarda en parlak devrini yaşadıktan sonra, yerini modern Özbekçeye bırakan yazı dili(Çağatayca denilen Türk şîvesi)dir.
Batı Türkçesi, 13. asırdan günümüze kadar metinleri eksiksiz tâkip edilebilen yazı dili olup, Bu Türkçenin esâsını Oğuzca teşkîl eder. Hazar Denizi’nden Balkanlar’a kadar yayılmış olan Oğuz şîvesinin, coğrafî sâha bakımından biri Âzerî ( Doğu Oğuzcası), diğeri Osmanlı (Batı Oğuzcası) olarak iki büyük kolu vardır. Gerek Âzerî, gerek Osmanlı sâhalarında, bilhassa yazı dilinde pek büyük ayrılıklar olmadığı için, bu iki Oğuz şîvesini, Batı Türkçesi adı altında bir bütün kabûl etmekte beis yoktur. (3)
Batı Türkçesi, Türk lehçe ve şîveleri arasında en fazla gelişeni, edebî dil olarak en çok eser vereni ve Türk-İslâm medeniyetine en ziyâde tesir edeni olmuştur.
Batı Türkçesinin târihî gelişmesinde görülen mühim özelliklerden biri de, Türkçenin bu kolu üzerinde Arap ve Fars dillerinin gittikçe artan ve ağırlaşan baskısıdır. Zamanla Türkçeyi tanınmayacak hâle getiren bu dil istilâsı, birden bire olmamış, çeşitli devrelerde gerçekleşmiştir. Buna göre, Batı Türkçesinin gelişmesini, târihî seyir içinde şu bölümlere ayırmak mümkündür:
A)- Eski Anadolu Türkçesi (13.-15. asırlar)
B)- Osmanlıca (16. asırdan 1908 Meşrûtiyeti’ne kadar)
C)- Türkiye Türkçesi (1908’den günümüze kadar) (4)
11. asırdan itibâren kuzey istikâmetinde batıya hareket eden Türk boyları(Kıpçak-Kuman), daha ziyâde bulundukları coğrafî sâhanın genişliği ve ağır iklim şartları yüzünden, istikrarlı siyâsî teşekküller kuramamışlardır. Bunun sonucu olarak da, ya başka kavimlerin kültür istilâsıyla erimişler, yâhut Altın-Orda Devleti’nde olduğu gibi, menşe’i Türk olmayan devletleri Türkleştirmişlerdir. Yine bu Türk boylarından bâzı topluluklar, esir olarak Mısır ve Hindistan’a gönderilmişler, bir müddet sonra da, gittikleri yerlerde, içinde bulundukları devletleri ele geçirmişlerdir. Mısır’ın Osmanlılar tarafından fethine kadar, çok güneyde olmasına rağmen, burada da Kuzey (Kıpçak) Türkçesinin hâkim olmasını, bu târihî gelişmeye bağlayabiliriz.
Böylece Dîvânü Lügâti’t-Türk’ün yazılmasını tâkip eden asırlarda, Türk dil ağacının büyüyen dalları, kıtalararası bir sâhayı gölgesi altına almıştır. Kâşgarlı Mahmûd’un “zihnime nakşettim.” dediği “tekmil Türk tâifelerinin dili”, ilk anayurda, yeni anayurtlar ekleyerek – zaman zaman kendi özüne duyduğu dâü’s-sıla ile- fethedilen yeni iklîmlerde boy atmıştır:
“Bu kadar uzak benliği olan dilimiz, fâtihlerin orduları ile, medenî alışverişlerin yolu ile, eski-yeni dünyâları kaç boy dolaşmış; kendi varlığından nice izler bırakmış… O, pek yakın bir geçmişte bile Afrika’nın Cezâyir’inde, Avrupa’nın Nemçe sınırlarında konuşuluyordu.
Bugün bile onun coğrafyası, her dilin çizemeyeceği çizgileri çok ötelere aşmaktadır. O, hâlâ Balkanlar’dan Hind sınırlarına, Çin içerlerine, buzlu step derinliklerine kadar her yerde konuşuluyor. Onun her bir lehçesi bir diyârı tutmuş, bir iklîmi benimsemiş, orada kendinden olmayan dillere göğüs geriyor. Bir çok yerde mektepsiz, bakımsız kalsa da, halkın bağrında bir rûh zırhına bürünmüş olarak diri duruyor. Türkçe, buyrukların dili; yurt, yapı kuranların dili; ülkeler gibi denizleri de şanla aşmışların dili; toprağı işleyenlerin; beyinleri uyandıranların dili, sızıların dili…” (5)
1 – Prof. Dr. Âfet İnan, M. Kemâl Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul, 1971, s. 36
2 – Prof. Dr. Muharrem Ergin Türk Dil Bilgisi, s. 12-13
3 – Prof. Dr. Muharrem Ergin, a. g. e. s. 14-15
4 – Prof. Dr. Muharrem Ergin, a. g. e. s. 15
5 – Ruşen Eşref Ünaydın, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar Hâtıralar, Ankara, 1943, s. 76-77 (İlk Dil Kurultayı’nda yaptığı kapanış konuşmasından)