12 Haziran 2011 seçimleri Türkiye’nin yeni ancak sıkıntılı bir sürece girişinin başlangıcıdır. Türk milleti Adalet ve Kalkınma Partisini bir kez daha iktidara taşıyarak teveccühünü göstermiş oldu. Herne kadar tıpkı referandum sürecine benzer bir şekilde, % 90’ı Müslüman olan halkın nazarında bu seçimler de Müslümanlar ile sözde gayr-i Müslimlerin çekişmesi gibi bir havaya büründürülüp, bir kısım halkın da meselelere sadece ekonomik bakması ve karnını doyurması şeklinde cereyan ettirildiyse de; ne olursa olsun söz konusu partinin bu başarısına şapka çıkarmak lazımdır.
Fakat bizim kanaatimize göre 12 Haziran Seçimlerinin kim ne derse desin gerçek galibi Milliyetçi Hareket Partisi’dir. Neden denecek olursa: Seçim propagandaları boyunca herkesin şahit olduğu üzere MHP’ne karşı alçakça ve namertçe bir saldırı vukua geldiği gibi, PKK bir taraftan, iktidar partisi öbür yandan ve emirlerinde bir Türkiye isteyen ABD, AB ve diğer global güçler diğer taraftan Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmemesi için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. İşte yazımızın başında da vurgulamaya çalıştığımız üzere bütün kara propagandalara rağmen % 13’lük vatanını her şeyden çok seven milliyetçi bir kesim Milliyetçi Hareket Partisi’nin arkasında dimdik bir duruş sergileyerek, “asla çanak yalamayacaklarını, kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, biz bu ülkenin sahibiyiz ve bu vatanı parçalatmayacağız, uşak olmayacağız”, diyerek Milliyetçi Hareket Partisi’ne destek oldular. Dolayısıyla MHP’nin genel başkanının da vurguladığı biçimde Türk milletinin ve devletinin varlık-yokluk imtihanı verdiği bu seçimlerde, milletini karşılıksız ve hakiki manada seven, karınlarını değil ülkelerinin geleceğini düşünen evlatları “biz Milliyetçi Hareket Partisi’nin yanındayız demişler” ve sonsuza kadar da bu ülkenin milli bütünlüğü hususunda direneceklerini dosta ve düşmana göstermişlerdir.
Yüzde onüçlük sonuç belki bir seçim için iyi sayılmayabilir. Ama bir milletin tarihi ve geleceği için karar verme noktasında çok mühimdir. Şu andan itibaren kimin ne kadar milletvekili olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası konusunda cüretkâr ve bol keseden atıcı olamayacaktır. Çünkü o yüzde onüçlük kesimi temsil eden mert insanlar memleketini hiçbir vakit böldürtmeyecekler, kimseye de peşkeş çektirmeyeceklerdir.
Tekrar 12 Haziran Seçimlerine dönecek olursak; sadece Türkiye tarihinde değil, belki de dünyada bir siyasi partiye karşı seçimler öncesi bu denli organize bir saldırı görülmedi. Milliyetçi Hareket Partisi’nin baraj altında kalması için her türlü çirkin ve ahlaksız oyun oynandığı gibi, devletin bu kanunsuzluklarla mücadele edecek kurumlarının da maalesef ciddiyetle işin üzerine gittiğini kimse söyleyemez. Ne o bağımsız denilen basın, ne ana muhalefet, ne iktidar, ne de bu seçimleri gözleyen dış dünya sesini çıkarmadı. Herkesin niyeti anayasayı tek başına değiştirecek güçlü bir AKP, onun yarısı kadar CHP ve tabi bütün planların üzerine yapıldığı Kürt temsilcilerden müteşekkil bir parlamentonun olmasıydı. Dolayısıyla Türkiye’de milli duruşu temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi’nin Meclise girmesini pek çok kesim istemiyordu. Ama yüzde onüçlük mert Türk insanı bütün oyunları bozdu.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmesini engellemenin temel bir nedeni vardır. Bilindiği üzere son bir-kaç yıldır bilhassa ABD ve AB’nin de baskılarıyla Türk Anayasası’nın değiştirilmesi hususunda geniş bir kampanya yapılmaktadır. Esasında Türk insanın anayasayla bir problemi olmamasına rağmen, sun’i bir gündem yaratıldı. Güya daha geniş demokratik haklar adı altında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası değiştirilmek istenmektedir. Ancak birtakım güçler, Türkiye’ye sağlıklı bir demokrasinin gelmesinden daha ziyade başka şeyler peşindedir. Herne kadar Anayasanın ilk üç maddesine dokunulmayacak denip, millet kandırılıyorsa da, diğer maddelerin arasına sokulacak veya yeni yazılacak birtakım hükümlerin Türkiye’nin üniter yapısını, Türk adını, bayrağını, coğrafyasının yeni statüsünü değiştirmeyeceğini de şerefiyle kimse söylemiyor!
Anadolu Türkü bugün her şeyden memnun gözüküyor. Fakat yarın bir kez daha Birinci Dünya Harbi sonrasında olduğu gibi müstemleke güçleri bu defa barış yoluyla ve görünürde Türk insanın kendi rızasıyla Türkiye’ye geldiğinde, onun karısına ve kızına yan gözle bakmaya veya toprakları Kürdistan, Lazistan, Arabistan, Rumistan vs. diye parçalanmaya başladığında acaba vicdanına ne söyleyecek? “Karnımı doyurmak önemliydi ve onun için hiçbir şeye ses çıkarmadım” mı diyecek? Belki bizi birileri yine felaket tellallığıyla suçlayacak. Alan razı, satan razı, sana ne diyecek. Ama ne yapalım, her şeyin kötüsüne hazırlanmak hususunda da milletimize birşeyler söyleme ihtiyacını hissediyoruz. Unutmayın ki, Osmanlı Devleti de böyle yıkıldı!
Yarın birgün öbür dünyaya göçtüğümüzde, dedelerimizin yüzümüze tükürmesini istemediğimizden dilimizi tutamıyoruz. Yoksa herkes gibi yüzde onüçlük mert insanlarda bana ne deyip, sadece karınlarıyla hareket edebilirlerdi. Sözün kısası, son bir kez daha; ey Türk düşün!