Ana Sayfa 1998-2012 Dünya Enerji Kaynakları ve Sömürge Cumhuriyeti: ABD

Dünya Enerji Kaynakları ve Sömürge Cumhuriyeti: ABD

Dünya tarihine ve coğrafyasına şöyle bir göz attığımızda medeniyetin büyüyüp geliştiği yerlerin daima Asya, Avrasya ve Ortadoğu olduğunu görürüz. Bu bölge verimli topraklarıyla tarih boyunca gözde yerler olmuştur. Günümüzde de zengin yeraltı kaynaklarıyla dünyanın ilgisini çeken önemli coğrafi yerlerdir.

150 yıldır dünyanın yegâne enerji kaynağı olan fosil yakıtlar uğruna dünya savaşları yapılmış, kan ve gözyaşı hiç durmamış, sürekli bu toprakları sulamıştır.

15. ve 16. yy’da dünyanın süper gücü olan Osmanlı Devleti Avrupa’nın geleceğini tayin eden tek etken olmuştur. Avrupa birlik olup Haçlı Savaşları’nı başlattığında o zaman yine Doğunun zenginliklerini ele geçirmek için bu coğrafyayı kana ve gözyaşına bulamaya hevesliydiler. Bizden nefret etsinler ama bizden korksunlar mantığıyla hareket etmişlerdir. 20. ve 21. yy da bunu devam ettirecek olan, Avrpa yerine ABD olacaktır.

Dünya düzenini değiştiren en önemli olayların başında Amerika kıtasının keşfi geliyordu. Avrupa’da ne kadar hırsız, katil, dolandırıcı, cani ve potansiyel suçlu varsa Amerika’ya taşınacaktı. Bu potansiyel suçlular 300/400 sene sonra dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu kuracaklarını elbette hayal dahi etmemişlerdi. Önce Amerika’nın gerçek sahibi yerlileri sömürecekler ve yeryüzünde Tanrı’nın kılıcı olup onları yok edeceklerdi. İspanyolların, Portekizlilerin, İngilizlerin ve diğer kolonicilerin nerde bir yerli varsa en ağır şekilde ölümlerine neden olduklarını dönemin kayıtlarından görmek mümkündür. Oldukça büyük ve bakir topraklar keşfedilmeyi beklerken Amerikan rüyası demokrasinin ve özgürlüğün bayraktarlığını yapacağının sinyallerini o dönemde veriyordu.

Liberalizm burada yeşerip büyüyecekti. Kapitalizm ve demokrasi artık dünyayı sömürmenin masalsı anlatımı olacaktı. Önce iç istikrarını sağlayacak, ardından dış siyasette tek güç haline gelerek sıra dışı bir gelişme yaşayacaktı. İçerde güçlü olmak için sürekli dışarıda düşman arayacaktı. Aynı zamanda kendi kaynakları dışında dünya enerji kaynaklarını ve zenginliğini de denetim altına alıp sömürecek bir yöntem izleyecekti.

Dünyanın en güçlüsü olacak bu devletle iyi ilişkiler kurma yoluna gitmek isteyen devlet ve büyük şirket sayıları gün geçtikçe artacaktı. Gerçek Amerika naif dünyalıların gözünde yaklaşık yarım yüzyıldan bu yana ulaşmak istedikleri ideal düzeni temsil etmiştir. İnsanların gözünde gücünü az çok dünyanın iyiliği ve haksızlıklara karşı kullanan bu ülke, Vietnam Savaşı sırasında ve sonrasında kabuk değiştirerek, aynı gücü, dostlarıyla dünyadakilerden çok kendi çıkarları için kullanmaya başlamıştı. Eskiden verdikçe prestij açısından daha çoğuna sahip olurken, şimdi yalnızca isteyen tarafa dönüştüğü yada aldığı kadarını iade ettiği için prestijini giderek yitirmektedir.

ABD’nin böyle bir davranış biçimine gireceğine inanmakta zorlanan dünya toplumunun temiz ve demokrasiye inanan insanları, nihayet G.W. Bush sayesinde Amerika’nın yeni milliyetçi muhafazakâr, haris/egoist/çıkarcı, antidemokratik yüzünü tanıma, görme fırsatına kavuşmuşlardır. (Oğuz Adanır. Doğu Batı. Yıl. 8 Sayı 32- İki Amerika-Gerçek-Sanal).

ABD gün geçtikçe Haçlı zihniyetinin mesnetsiz şövalyesi olacaktı. 1990’lardan sonra artık iki kutuplu dünya yerine tek kutuplu tek güç ABD kalmıştı. Ahtapot misali dünyaya sömürge kollarını atacaktı. Hedef ise Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya olacaktı.

SSCB’nin 1990’lı yılların başında parçalanmasıyla iki kutuplu soğuk savaş dönemi sona erdi. ABD, arenada tek kalmış gladyatördü artık. ABD’nin başında bu dönemde G.S.W. Bush bulunuyordu. Dışarıda düşman “büyük şeytan” Irak’tı ve başındaki Saddam tek hedefti. Saddam Hüseyin’i yıllarca İran’a karşı kullanmış, hem İsrail’in güvenliğini sağlamış hem de petrol ve diğer enerji kaynaklarını korumuştu. BM’den alınan onayla Irak ateş altında 1990’lı yılların en sıcak yeri olmuştu.

ABD yavaş yavaş sinsice yerleşmişti Orta Doğu’ya. Nasıl oluyordu da binlerce km uzaktan gelip bağımsız bir ülkeyi bombalayabiliyordu? Söylem yine aynıydı. Demokrasi ve özgürlük. Oysa ABD’yi ilgilendiren gerçek sebep kara altın yani petroldü. Irak saldırısından sonra Kuveyt’e yerleşen büyük Amerikan şirketlerinin iştahını Irak petrolleri çekiyordu. Ama yanı başlarında çok daha büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunduğunun tam farkında değildiler.

ABD bu dönemde yüzünü yeni bağımsızlıklarını kazanan eski SSCB yeni Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine döndü. ABD’nin, yeni bağımsız olan 5 Türk Cumhuriyeti (Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan) ile ilişkileri öncelikli olarak ticaret, siyasî istikrar, liberal ekonomiye geçiş, nükleer enerjilerin denetimi ve demokrasi olmuştur. Bunun ya nında Orta Asya ve Kafkasların ABD için gerçek önemi yeni petrol rezervleriydi. Bütün yüzyıl boyunca dünyanın en kaliteli ve en büyük rezervlerinin Orta Doğu ve Basra Körfezinde olduğu sanılırken çok büyük petrol rezervlerinin Kafkasya ve Orta Asya’da da olduğu araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Bu ABD’ için yeterli bir sebepti. Petrolün yanında çok büyük doğal gaz kaynaklarıda yine bu bölgede yer alıyordu.

Hazar Bölgesi, çok çeşitli sebeplerden dolayı tarih boyunca önemini korumuş ve hâlen de önemini korumaktadır. Her zaman stratejik önemi bulunan bölge, bazen ticarî açıdan bazen de askerî açıdan ön plana çıkmıştır. Günümüzde ise zengin enerji kaynakları nedeniyle dünya gündemine girmiş ve uzun yıllar da gündemden düşmeyecek gibi görünmektedir. (YÜCE, Çağrı Kürşat: “1990 sonrası Yeni Büyük Oyun ve Hazar Havazası’nın Önemi”, wwwusakgundem.com/makaleler,15.07.2006)

ABD Enerji Bakanlığı’nın verilerine göre, Hazar Havzası’nda enerji rezervleri şu şekildedir: Hazar Bölgesi’ndeki Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın petrol rezervlerini 18-34 milyar varildir. Olası rezervler de hesaba katıldığında, bölgenin 260 milyar varil gibi önemli bir potansiyele sahip olduğu görülmektedir. Bu miktar, bugünkü dünya rezervlerinin %25’ine karşılık gelmektedir.

Doğal gaz rezervlerinin ise 16-19 trilyon metre küp (dünya rezervlerinin %11-12’si) olduğu tahmin edilmektedir. (YÜCE, Çağrı Kürşat: “1990 sonrası Yeni Büyük Oyun ve Hazar Havzası’nın Önemi”, www.usakgundem.com/makaleler,15.07.2006).

ABD’nin 1990’larda dile getirdiği bu rakamlar daha sonra değişik miktarlarda ifade edilir oldu. Bazı kaynaklarda ABD’nin verdiği rakamların abartılı olduğu da belirtilmekteydi. Ancak 2000’lere gelindiğinde 16 milyar ile 32 milyar varil arası kesinleşmiş rezerv ile 50 milyar varile yakın tahminî rezerv olduğu ortaya çıktı. Bu miktar, ABD’deki 22 milyar varillik rezerv ile Kuzey Denizi’ndeki 17 milyar varillik rezervle aynı seviyededir. (Suat PARLAR, 2003, s. 619) (1 ton=7.33 varil).

Belirtilen rakamlar bölge ülkeleri açısından petrol ve doğalgazın ne derece hayatî öneme sahip olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin ekonomik kalkınmaları, az öncede belirtildiği gibi, sahip oldukları petrol ve doğalgaz rezervlerinin reel olarak işletilmesine ve Batı pazarlarına nakline bağlıdır. Bunu bilen bölge devletlerinin yöneticileri, uluslararası enerji şirketleriyle ve dünya devletleriyle sürekli yatırım antlaşmaları yapmakta ve buralara yabancı sermayeyi çekebilmek için yasal düzenlemelere gitmektedirler.

Hazar Denizi’ne kıyısı bulunan ve Hazar enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümüne sahip olan Azerbaycan, kazakistan ve Türkmenistan ekonomileri açısından bu enerji kaynakları vazgeçilmezdir. Çünkü bu ülke sanayilerinin temelini enerji sektörü oluşturmaktadır. Ayrıca kamu gelişleri içerisinde enerji sektörü üzerinden sağlanan gelirlerin miktarı da oldukça yüksek düzeydedir. Yine, ihracat gelirleri içerisinde en fazla pay enerji kaynaklarına aittir. Yabancı sermayenin bu ülkelere çekilmesinde de enerji kaynakları önemlidir.

Bu bölgede ABD’nin dışında Rusya, Çin, İran ve Türkiye en önemli aktörler konumundadır. Rusya geçmişten gelen bağını koparmamak için büyük çaba sarf etmektedir. Gorbaçov’un Batı desteğini sağlamak için başlattığı yeniden yapılanma SSCB’nin dağılmasıyla sona ermiştir.

Batının desteğini alarak ekonomik sıkıntıları atlatmayı düşünen Gorbaçov bu desteğin yeterli olamaması sonucunda gerekli değişimi gerçekleştiremedi. Rusya’nın “yakın çevre politikası” perspektifinde Orta Asya Cumhuriyetleriyle ekonomik işbirliğine gitmesi ABD’yi uygulamak istediği politikada zora sokacaktır.

Çin, hızlı büyüme oranıyla günümüzde 3. büyük ekonomik güç haline gelmiştir (1. ABD, 2. Japonya). Çin ve Rusya’nın yakınlaşması Orta Asya Cumhuriyetlerini de bu iki büyük ülkenin partneri yapmak için yeterlidir.

İran ise İslamî-kültürel yönü ve elinde bulundurduğu teknolojisiyle Orta Asya Cumhuriyetleri ile ortak hareket etme planları yapmaktadır. Özellikle Hazar’a olan kıyısı hasebiyle ticaret ve petrol çıkarma anlaşmaları yoluna gitmektedir.

Türkiye’ye gelince: NATO üyesi ve ABD’nin müttefiki olması nedeniyle ABD ile ortak hareket etmektedir. Ocak 2003’ten bu yana bazı konularda farklı düşüncelere sahiptir. Özellikle kültürel ve soydaş olduğu Orta Asya devletleriyle daha yakın ilişki içerisine girmeye çalışmaktadır. Türkiye, yerleşmiş demokrasisi ve liberal serbest ekonomiyle model ülke konumundadır. Dil, din, ırk ve tarih birliği Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle daha yakın ilişki içine sokulmaktadır.

Bağımsızlıklarının ardından, Kazakistan ve Azerbaycan yönetimi zengin petrol potansiyellerini; Türkmenistan yönetimi ise doğal gaz zenginliğini (doğalgazda dünyanın 4. ülkesi) ekonomilerinde değişimi gerçekleştirmek için gerekli kaynakları sağlamak ve geçiş döneminde sıkıntılarını hafifletmek amacıyla bir an önce kullanmak istiyorlar.

Türk devletlerinin sahip oldukları enerjinin dünya pazarlarına ulaştırabilmesi için çok çeşitli boru hatları gündeme gelmiştir. Bunlardan bir kısmının inşaatına başlanmış olup, bir kısmı ise hâlen proje aşamasındadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi

2- Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) Projesi

3- Türkmenistan-Türkiye-Avrupa (Hazar Geçişli) Projesi

4- Türkiye-Yunanistan Projesi

5- Mavi Akım Projesi

6- Aktau (Kazakistan Petrollerinin Bakü-Ceyhan’a aktarılması) Projesi

7- Orta Asya Doğalgaz Boru hattı (Centgaz) Projesi (Türkmenistan-Afganistan-Pakistan)

8- Türkmenistan-İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı

Hazar Denizi’ne kıyısı bulunan ve Hazar enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümüne sahip olan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan ekonomileri açısından bu enerji kaynakları vazgeçilmezdir. Çünkü bu ülke sanayilerinin temelini enerji sektörü oluşturmaktadır. Ayrıca kamu gelirleri içerisinde enerji sektörü üzerinden sağlanan gelirlerin miktarı da oldukça yüksek düzeydedir.

1990’lı yılların başında soğuk savaşın sona ermesiyle ve SSCB’nin dağılmasıyla ABD dünya siyaset arenasında yalnız kalmış ve daha rahat at koşturmaya başlamıştır. Böylece birçok fırsatı değerlendirmiş ve dünyanın tek büyük sömürge devleti olması başarısını göstermiştir. Her ülkeye içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde politikalar geliştirmiş ve çıkarlarını korumayı başarmıştır.

Dünyayı hayrete düşüren, adına komplo teori kitapları yazılan 11 Eylül 2001 saldırıları ABD dış politikası için daha saldırgan ve meşru hareket etme zemini oluşturmuştur.

G.W. Bush’un Kongrede 20 Eylül 2001’de yaptığı konuşmasında; ABD’nin kendisine savaş ilan etmiş olan teröristlerle ve onları koruyan devletlerarasında ayrım yapmadığını ve saldırganlara karşı seferberlik ilan ettiğini söylemesiyle b ireysel olarak terörist avlamaya değil devletlere saldıracağı açıkça belli olmuştur.

“ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi” adlı belgenin giriş bölümünde şu satırlar dikkati çekmektedir.

“XX. yy. da özgürlük ve despotluk arasındaki büyük mücadele, özgürlükçü güçlerin kesin zaferi ve başarının tek sürdürülebilir modeli ile sonuçlanmıştır. Özgürlük, demokrasi ve serbest girişim… Özgürlüğe dayalı tüm değerler her birey ve her toplum için geçerli ve meşrudur. Özgür ulusların görevleri bu değerleri zaman ve mekân sınırı tanımadan savunmaktır. Terörizmin yalnızca bir güvenlik sorunu olmadığı ve kuvvet kullanımının ötesinde siyasal ve ekonomik nedenlerinde ortadan kaldırılması gerektiği fikrinden hareketle ortaya çıkarılan bazı siyasî belgeler, daha sonra girişilen Büyük Orta Doğu projesinin ilk taslağı sayılabilir. Küresel terörizmin Orta Doğu’dan kaynaklanmasında özellikle Arap ülkelerindeki demokrasi açığı ve sosyo-ekonomik sorunların rolüne odaklanan ABD yönetimi, buna çare olarak aslında Amerikan siyasî düşüncesinin en eski ve temel ilkeleri olan özgürlük ve demokrasi kavramına başvurmuştur. (Fusun Türkmen- Doğu Batı Dergi 32. Sayı temmuz 2005).

Bu ne anlama geliyor? Batının zihinsel arka planında yatan Doğu’nun kendini yönetme yetisinin olmadığı kanısıdır. Tarihte oryantalizm olarak gelişim gösterecek olan Batının Doğuyu algılayış şekli. Meselâ Batılı bir düşünür olan Balfour şöyle diyor: “Her şeyden önce olgulara bakmak gerek. Batılı uluslar tarihte ortaya çıkar çıkmaz kendilerine özgü erdemleri edinip kendi kendilerini yönetme yetkilerinin ilk ilkelerini sergilerler. Genel deyişiyle “Doğudaki şaklıların tüm tarihine göz atın, kendi kendine yönetmenin izine rastlayamazsınız. İşin aslı budur.” (Doğu Batı Dergisi 20. ayı B. Babür Turna).

Gerçekten de Batı Dünyası doğunun kendi kendisini yönetemediğini, yönetemeyeceğini düşünmektedir. Irak’ın ve Afganistan’ın işgalleri, Büyük Orta Doğu projeleri günümüzde bu düşüncelerin en açık göstergeleridir.

Amerikan İmparatorluğu bir Cumhuriyet değildir. Devletler, devlet yönetimleri, ardından da sömürgeci imparatorluklar düzen düşüncesiyle ve gerektiğinde düzeni kanla ve barutla “yeniden tesis etmek” amacıyla kurulmuştur. (Kaos İmparatorluğu-Alain Joxe 2003).

Örgütlü suç, örgütlü finans ve örgütlü sanayi şirketi tek bir bütünün, serbest şirketin parçasıdır. Suça dayalı ekonomi ile genel olarak ulus aşırı ekonomi arasında gerçek bir sınır yani malî bir sınır çekmek ise son derece güçtür. Bunun yanında sömürme işlerini ABD uluslar arası şirketleriyle gerçekleştirmektedir.

1995-1996 yılında A.B ile ABD arasındaki gerçek koalisyon Bosna Savaşında gerçekleşti. Geleneksel ittifak öblgelerindeki esas ABD çıkarı her zaman için Maşrik, daha doğrusu Orta Asya’ya eklenen Büyük Orta Doğu idi. Dolayısıyla Balkanlarda ve Arap dünyasında Avrupa’yla yakın ittifaklarının tanımlanması gereken bir sorundur. ABD için Kafkasya ve Orta Asya kuvvet oyunlarına teslim olacak ABD ve işbirlikçileri için enerji kaynakları rahatlıkla kontrol altına alınacak ve sömürülecektir.

Ağustos 1997’de, NATO’nun güney kanadı başkomutanı Amerikalı Amiral Joseph Lopez, “Orta Asya ve Kafkaslardaki olayları etkilemek istiyorsanız, tüm dünyada veya bir bölgede, yada bir ülkede istikrarı kendi lehinize korumak istiyorsanız orada olmanız gerekir.” demişti. Buradan açık bir şekilde anlaşılıyor ki kaosu ve düzensizliği kendi çıkarlarının ve emperyalist emelleriniz için kullanılmak şarttır.

Müreffeh Kafkasya ve Orta Asya, Akdeniz’dten Çin’e uzanan geniş bir bölgede istikrar ve güvenliğe katkı sağlayacak, Kafkasya gaz ve petrol rezervlerinin, ABD’nin muazzam ticarî katılımıyla, dünya piyasalarına aktarılmasını mümkün kılacaktır. Bu bölgedeki ülkeler, egemenliklerini ve uluslararası camiadakı yerlerini teminat altına aldıysalar da, demokratik ve ekonomik alanda gerçekleştirilmesi gereken reformlar vardır. Bu reformlar kesinlikle kendi iç dinamikleriyle harekete geçirilmeli ve sonuca öyle gidilmelidir.

Bölgenin ABD için taşıdığı önemin giderek farkına varılmasına paralel olarak Temmuz 1999’da ABD Kongresi’nden geçen “İpek Yolu Strateji Yasası” ABD’nin Orta Asya ve Kafkasya’ya yönelik politikalarının ana hatlarını açıkça ortaya koymaktaydı.

11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Afganistan’ın ve ardından Irak’ın işgali ile ABD dünyada tek başına hareket edeceğini gösterdi. BM’nin onayını almadan, hatta NATO yu dahi kullanmadan meşruiyeti son derece zayıf olan bir saldırı ile Irak’ı işgal etti. Irak’ın siyasî yaşamına müdahale ederek Saddam Hüseyin devrilmiş, ayrıca Orta Asya ve Kafkasları da içine alan “Büyük Ortadoğu PRojesi’ni” ortaya atarak dünyanın en eski uygarlıklarını yeniden biçimlendirmeye girişmiştir.

1993’te yazdığı “Medeniyetler Çatışması” teziyle gündeme gelen Sauel Huntington “gerçekçi” denilen okula dahildir. Ancak güçler ilişkisinin gerçek ve monat stratejik kimlikleri olarak ulus-devletlerin üstünlüğüne inanmamaktadır. Medeniyetler çatışması adlı makalesinde dünyayı 3 uygarlığa (Batı, Tao-konfüçyüs, İslam) ayırmış ve çatışmaların bunlar arasında yaşanacağını ileri sürmüştür. “Huntington’un Paradigması” bölgesel ittifakların ve bölgesel düşmanlıkların tanımını içerir. İlk bakışta “Batı Uygarlığının” yani Yahudi-Hıristiyan uygarlığının varlığıyla kurumsallaşan Atlantik ötesi ittifakı sorunun doğal bir verisidir. Huntington açıklamalarında zaman zaman gerçeklikle ters düşse de, günümüzde ABD’nin yapmış olduğu bir tür Haçlı Savaşlarının modern şeklidir.

Devletlerarası ittifak, dünya çapında bir beceriye sahip egemen devletlerin korunmasını gerektirir. ABD bunu rasyonel dış politikasıyla tek başına ama aynı zamanda faydacı yaklaşımlarıyla gerçekleştirmekte ve dünyayı yönetme, yönlendirme ve enerji kaynaklarını tek taraflı tasarruf etme yetkisini kullanmaktadır. Küresel bir güç hâline gelen, gerek kültürel emperyalizm gerekse enerji kaynaklarını sömürme stratejisiyle dünyanın tek hâkimi olarak hareket etmektedir. Oysa gerçektende, özgül uzamı ve özgül zamanı olmadan komşuluk ve bellek yoluyla inşa edilen politik Avrupa stratejisiz kalır. Bu konuda dünyanın geri kalanına benzer. ABD’ye yaranmak ve onun yaptıklarına göz yumarak kimi zamanda cılız desteğiyle yaşamını sürdürür. ABD böylece dünyanın neredeyse tamamıyla “elim sende” oyunu oynamaktadır.

SONUÇ:

ABD dünya enerji kaynaklarının denetimini gerek askerî gücü, gerek uluslararası sermaye şirketleri, gerekse NATO ve BM üzerinden kontrol ederek büyük sömürü imparatorluğunun etki alanını genişletmeye devam etmektedir. İsrail’in Lübnan’a saldırı krizi yeni oyunun kurallarını ortaya koymuştur. Sömürge güç ABD yine harekete geçti ve durdurulacak gibi de değil. Kaderine razı olan Ortadoğu, Dünyadan en küçük bir yardım görmeksizin savunmasız bir şekilde bekliyor. Artık ulusların kaderini ABD ve dünkü çocuk bugünkü “Leviathan (İsrail)” belirliyor. Orta doğuya yeniden şekillendirme safsatasının ardına sığınanlar 1815 Viyana Kongresi’ni bir kez daha irdeleyip ona göre karar vermelidirler. Bilindiği gibi Viyana Kongresi’nde alınan kararlar Arupa’yı iki büyük dünya saaşının içine itmiştir. Avrupa hâlâ sınırlarını belirleyebilmiş değil. Ortadoğu’da pimi çekilecek bomba Viyana Kongresi’nden çok daha geniş bir alanı etkileyecektir.

 

Orkun'dan Seçmeler