Bir milletin kültürel dokusunu hazırlayan, manevî atlasını işleyen ve geleceğini şekillendiren; inanç, düşünce, ideoloji ve ideallerinin misyonunu icra edip milletine hayat hakkı kazandırabilmesi için, sanata ve sanatçıya ihtiyaç vardır.
Atatürk; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” derken, hadiseye “millet” zemininde bakmış, milletin fertlerinin gönül ve kafa yapılanmasını tayin edecek sanat faaliyetinin, vücudun kan dolaşımı kadar önemli olduğunu ifade etmiştir. Gerçekten de millet hayatının bekası; millet fertlerini pozitif değerlere haiz kılmaya yönelmiş sanat çalışmalarıyla mümkündür.
Konuya inançlar, fikir sistemleri, ideolojiler açısından bakıldığında da hemen görülecektir ki; hepsinin hedefi insanın kafasıdır, oraya en isabetle ulaşacak ve etkili olacak füze ise, sanattır. Fikrî bir proje; kaynak bakımından ne kadar güçlü ve sağlam, fikir mutfağı ne kadar başarılı olursa olsun, bunların insana sunuluşu, takdimi ve telkini sanat yoluyla yapılır. Bu gerçekleşmediği sürece hiçbir düşünce insanlarla bütünleşemez. Yani – amacına ulaşamaz. Dinî inançlar bile bu prosedüre ve araca ihtiyaç duyar. Evrensel mesajlar, çağın insanının kafa idrakine ve o toplumun gönül frekansına sanatçı diliyle uyarlanır. Bu ünsiyeti ve kaynaşmayı sanatçı sağlar. Yunus Emre’nin, Mevlâna’nın, Ahmet Yesevî’nin bu yolla İslâm’a hizmetleri, aynı dinin kurallar ve yasaklar kataloğunu okuyan bir din adamından daha fazla değil midir? Süleymaniye’yi yaratan heyecan, yalnız ibadete mekân temin etmek ihtiyacından mı ibarettir veya Mimar Sinan niçin sıradan bir mimar değildir? Tek ve evrensel çağrı olan ezanın birkaç makamda okunması, müminin kulak yoluyla sanat algısını da okşamak için değil midir? M. Emin Yurdakul’un:
Ben bir Türküm; dinim, cinsim
uludur.
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evlâdı evde durmaz giderim.
Mısralarının, cepheye giden asker üzerinde uyandırdığı etkiyi; kaç tarih kitabıyla, kaç sosyolojik araştırmayla sağlayabilirsiniz? Mehmet Âkif’in dinî ve didaktik şiirlerindeki öğretici ve yönlendirici havayı sanattan başka hiçbir araçla sağlayamazsınız.
“Sanat toplum içindir.” prensibinin temel mantığı da; yumurta kabuk, misali vazgeçilmez mesaj- sanat beraberliğine dayanır. İşin ilginç tarafı; böyle fikrî bir prensip bile, sanatla buluşup mısralarla anlatılınca daha da güzel ve etkili oluyor.
“Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et.
Unutma ki; şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”
Bütün fikir sistemleri ve ideolojiler, hatta idareler sanatçıları yanlarında, mümkünse ellerinin altında görmek istemişlerdir. Komünizmin patronu eski Rusya’da her yeri titreten yönetim, yazar Maksim Gorki’nin kendisiyle beraber olması için az uğraşmamıştır. Bizde ise; batılının Osmanlı üzerindeki hesaplarına, Osmanlının batılılaşması hevesiyle kucak açıp benimseyen aydınların devletle cebelleşmesinin tipik örneği olarak Namık Kemâl’in sürgünleri; fikirleri uğruna çile çeken sanatçı modelinin ilk numuneleridir, tabiî Nef’i gibi, Dertli gibi şahsî hiciv mağdurları hariç tutulursa.
Yeni Türk devleti kurulurken cumhuriyet; bir devlet şekli olmaktan önce bir fikirler ve idealler manzumesi olarak doğmuştur. Dolayısıyla tebliğ ve telkin edilebilmek için onların da sanatçıya ihtiyaçları vardır. Sonraları “Devlet ideolojisi, resmî ideoloji” diye soğuk karşılanıp istihza ile anılır olan mesajlar, ilk dönemin heyecanıyla pek çok sanatçı tarafından coşkuyla nakledilmiştir. Ancak bu nakilde milletle tam kontakt sağlanamadığını, hattâ ona çok ters gelen aşırılıkların ve yanlışlıkların yapıldığını da kabul etmek lâzım. Meselâ: “Kâbe Arabın olsun/Çankaya bize yeter.” diyerek ne şiir yazmış olursunuz, ne de millete Atatürk’ü ve Cumhuriyeti benimsetebilirsiniz. Bil’âkis bu çarpık yaklaşımla her neyin veya her kimin adına konuşuyorsanız, ona milletin ancak antipatisini celbedebilirsiniz. Nitekim; bir ölçüde ve maalesef, öyle olmuştur.
Cumhuriyetle birlikte yeni Türkiye yapılanmasında kendisine yerleşecek kafa ve gönül arayan diğer bütün ideolojiler sanatçı avına çıkmış, hattâ bazen eli kalem tutan bir sürü vasat insan, o ideolojiler adına sanatçı kadrosunda istihdam edilmiştir. İnsan ögesinin önem kazandığı, kamuoyu kanaat ve taleplerinin yönetimi doğrudan etkilediği çağımızda insanlık artık; birçok “yanlışın” bile, güzel ve güçlü söyleyişlerle “doğru” diye satılabildiğini sezmiştir. Yani şairin dediği gibi:
Eskiden cephedeydi savaş, şimdi her yerde, En müthişi savaşın, kalblerde, beyinlerde.
Bütün mesele bu… Sanatçı davranışları yönlendiren kafayı ve gönlü şekillendirerek hayatın görünmez mimarlığını üstlenmiştir.
20. yüzyıl Türkiyesinde Türk milletine kendisini anlatmak, demek olan Türk milliyetçiliği, diğer düşünce ekollerinin kiracı olarak tutunmak için can attıkları Anadolu coğrafyasının öz evlâdı ve ev sahibidir. Zira Türk insanına milliyetçiliğini anlatmaktan ve onun gönlünü Türklüğü ile coşturmaktan daha kolay ne vardı? O kadar ki; milliyetçilik, bir bakıma ideoloji bile değildir, en tabiî psikolojik hâldir, diğer inanç ve ideolojilerin ihanete dönüşmesini engelleyen asgarî şarttır. Ondan dolayıdır ki, millet olabilmiş bir toplumda, milliyetçiliğin varlığı değil, yokluğu aksine gayretle mümkün olabilecek sun’î bir hâldir.
1940’tan sonra Türkiye’de işte bu aksine gayret sergilenmiş ve amacına ulaşarak, bugün milliyetçiliğin ekstra bir nitelik sayıldığı sun’î ve anormal neticeye gelinmiştir. Sosyolojik realiteleri zorlayan bu anormallikler sanatın rolü için incelenmeye lâyık ciddî bir gariplikler yumağıdır.
Kabul edelim ki; Türk milliyetçiliği yolunda hem fikir, hem de sanat platformunda pek çok değerli eserler verilmiş olmasına rağmen, bunların geniş kitlelere yayılması, yansıtılması konusunda gereken yapılamamıştır. Türkün öz müziği, Türkî (Türkü) yü; “RTÜK kararıyla mecburen yayınlıyoruz” diye ekranda alt yazıyla veren bir zihniyetten ne beklenir, daha doğrusu, ne beklenmez ki?.. Bugün; dünya olaylarını, aktualiteyi bizim gözümüzle görüp sanatına sindiren, yorumlayan kaç sanatçı var? Komediyi bizim tema ve değerlerimizle algılayıp seyrettiren kaç program var, veya böyle bir programı yayınlayacak televizyon var mı? “Hayır yok…” demek zorunda kalıyorsak, korkarım ki, sanata hor bakmanın, onu küçümsemenin cezasını çekiyor olabiliriz. Sekiz milyon nüfuslu Azerbaycan’da; bir şiir kitabının onbinler satabiliyor olmasındaki kültürel tansiyonla, aynı ülkede Rus işgalinde şehit düşenlerin cenasezini yarım milyon kişiyle kaldıran sosyal heyecan arasındaki organik bağı görmek o kadar zor değildir herhâlde.
Neticede; Anadolu Türklüğünün gönül tarlasında herkes bir yerler kapmış ama Türk’e Türklüğünü anlatacaklar “Öz yurdunda garip” düşmüştür. Elbette insanına Türklüğün heyecanını ve gururunu anlatan büyük şairler, yazarlar ve fikir adamlarının emekleri ve eserleri tarih indinde makbûldür. Ama kamuoyuna ulaşmadan yönetimi yönlendirmek mümkün olmuyor. Onun için, günümüzün gelişen teknolojisi ve meşhur deyimiyle, kitle iletişim araçları, artık sanatçının topluma ulaşabilmesini, bu taşıyıcı hizmeti de başlıbaşına bir sektör, hattâ sanayi hâline getirmiştir. Fikirleriniz ne kadar sağlam ve yararlı olursa olsun, duygularınızı ne kadar hâlisane ve coşkulu anlatırsanız anlatın, telkinleriniz ne kadar belâgatli olursa olsun, bütün bunların muhatabınıza ulaşması için, “yani bir anlam ifade etmesi” için medyaya ihtiyacınız vardır. Öyleyse; yukarıda, Atatürk’ün sözünden alarak başlıkta değiştirdiğimiz formülü bir kere daha değiştirip; “Medyasız kalan bir ideolojinin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” demek hiç mübalâğalı olmasa gerek.
Günümüz Türkiyesinde çok büyük finanslarla ve finansörlerin hesapları doğrultusunda döne. Fakat bu garipliği de fazla yadırgamamak lâzım: Türk’ün menfaatini hiçbir odak ve ideolojiye peşkeş çekmeyecek Türk milliyetçiliğinin bir yerlerden destek görmesi zaten anormal olur. Bu durumda her şeye rağmen; dünyanın sermayedarları arasında ülke olarak, ülkenin medya sermayedarları arasında camia olarak varlığımızı, sanatımızla sürdürmek ve geliştirmek zorundayız, sanat olsun diye değil, hayat olsun diye, buna mecburuz, mahkûmuz. Zira; aktaramadığınızın bir anlamı yoktur. Ulaşamadığımız kafa ve gönüller sizin değn medya piyasasında, Türk milliyetçiliği fikir sisteminin bütün üstünlüğüne rağmen ön plâna çıkarılmayışı; garipliğinin ve pratikte yaşadığı sıkıntının temel sebebidir, sizin olması gerekiyorsa da, veya bir zamanlar sizin idiyse bile…