PKK terörü Ekim ayında tırmanışa geçti ve 30 askerimizi şehit etti. Kasım ayının ilk günlerinde, Türkiye’nin en önemli dış politika konusu, Irak’a yapılacak sınır ötesi müdâhalede stratejik müttefikimizin takınacağı tavır idi. Öyle görülüyor ki konu, Irak’ı yeniden yapılandırma sürecinin uzamasına yol açması sebebiyle uzunca bir süre daha gündemin üst sıralarında kalacak.
22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimlerinde PKK terör örgütünün destek verdiği bağımsız adaylar aracılığı ile uygulamaya konulan planlar sebebiyle konu, siyâsî açıdan da önem kazanacaktır. CHP’nin T.B.M.M.’ne taşıdığı Demokratik Emek Partisi (DEP) kökenli milletvekillerine (*) uygulandığı gibi bir tasfiye hareketine girişilmesi hâlinde büyük çalkantılar yaşanacaktır. Gelişmeler, tasfiye planının uygulanmasını kaçınılmaz hâle getirecek noktaya doğru hızla ilerliyor. Önümüze çıkacak tek engel, AB ile Türkiye arasındaki sanal ilişkilerin sona ermesi endişesidir. Siyâsî otoritenin bu konudaki endişeleri, sözü edilen çevreleri cesâretlendiriyor. Millet çoğunluğunun isteği, AB ve ABD desteğinden daha önemli görülmüyorsa, kaçınılmaz sonucu bekletmenin hiçbir faydası olmayacaktır.
Aksine, kayıplarımız devam edecek. Üstelik çok boyutlu olarak… Can kayıpları sebebiyle sönen hayatlar, yıkılan aile yuvaları, yetim kalmış çocuklar, dul kalmış genç eşler, askerin sarsılan prestiji ve parlak bir tablo olduğu iddia edilen ekonomik durum… Bütün bu kayıpların ne uğruna göze alındığı, çok yakın yarınlarda, demokratik yollarla ve daha yüksek sesle sorulmaya başlanacaktır.
ABD, işgali altında bulundurduğu Irak’ın kuzeyini adetâ Bar zani’ye bağışlamıştır. Barzani de bağıştan sağladığı güçle, PKK’yı tam bir koruma altına almıştır. Dolayısıyla PKK, ABD’nin de koruması altındadır. Bu durum, dostluğu zedeleme endişesinden kaynaklanan anlayıştan vazgeçilmesini kaçınılmaz hâle getiriyor.
PKK terör örgütünün, sâdece ‘anlayışlı davranma’ zafiyetimizden yararlandığını düşünmek yanlıştır. Paraya dayalı gücünü de Türkiye’den temin ediyor.
İşin düğüm noktası da işte burada yatmaktadır.
‘Türkiye’nin Irak batağına saplanmaması….’ Gerektiğini iddia edenler, bu iddiaları ile gizliden gizliye terör örgütüne hayat hakkı tanımak amacı gütmüyorlarsa… konunun ekonomi ile ilgili yönünü ön plana çıkarmak mecburiyetindedirler.
Tırmandırılan terör olayları sebebiyle, milletimizde oluşan öfke seli, eyleme dönüşmek gibi tehlikeli bir noktaya doğru gelişiyor. Böyle bir eylem, PKK terörünü, Kürt problemi kalıbına yerleştirir. Oysa Türkiye’nin bir Kürt problemi yok, Türkiye’nin Kürtçülük adı altında bölünme-parçalanma problemi var. Eylem düşüncelerinin önü alınamazsa, etnik çatışma söz konusu olur. Böyle bir çatışma, PKK’nın başlıca amacıdır. Etnik çatışmalara sahne olan ülkelerin durumu biliniyor. Türkiye’de çıkacak bir etnik çatışmanın dışarıda düşmanlar, içeride hainler tarafından destekleneceği de biliniyor.
PKK terörü karşısında bizim en etkili silahımız, ekonomik ambargodur. Ambargo, yerine göre en dehşet ateşli silahların çözemediği problemleri çözer. Esâsen; Irak’ın kuzeyine bir askerî harekâtın bütün planlarının hazır olduğu bir dönemde, ticârî ilişkilerin devamı düşünülemez. ‘Pazarımızı kaybederiz, bölge halkının geçim kaynaklarını kuruturuz….’ Şeklindeki endişeler, olsa olsa, PKK’nın ekmeğine yağ sürer.
Bizim kendilerine kazandırdığımız paralarla silah satın alıp bizi vurmalarına seyirci kalmak… hangi sebebe dayalı olursa olsun, hiçbir şekilde akıllı ve isâbetli tercih olamaz.
Bölge halkının geçimi elbette önemlidir. İnsanlarımızı işsizliğe, fakirliğe mahkûm etmek, onları Kuzey Irak’ta Barzani ekibiyle ve PKK ile işbirliğine yönlendirir. Günübirlik Irak’ın kuzey kesimine geçip inşaatlarda amele olarak çalışan insanlarımız var. Onların bu durumu, kabullenilmesi mümkün olmayan bir düşkünlüktür. Ekonomik ambargo uygulamaya konulduktan sonra bölge halkının maddî kayıpları, mutlaka hazineden karşılanmalıdır. Hazineden çıkacak para; hiçbir zaman şehidin kanından, dul kalan kadınların, evlat acısı çeken ana ve babaların, yetim kalan evlatların ıstırâbından, kullanılan cephânenin değerinden daha önemli bir bedel değildir.
Ülke menfaatleri gerektirdiğinde, nasıl bütün hesaplar bir kenara bırakılıyorsa, ambargo döneminde de hesap düşünülemez. Ambargo, ekonomi zemininde ve insancıl şartlarla yapılan bir savaştır.
Ekonomik ambargo için fazla bir şey de yapmak gerekmiyor. Habur sınır kapısının kapatılması, Türkmen bölgesinden geçişi sağlayacak Ovaköy sınır kapısının açılması yeterlidir.
Habur’dan her gün 2.500 – 3.000 kamyon ve treyler geçiyor. Kamyonlardan 100, büyükçe kamyonlardan 200, treylerden 300 dolar geçiş ücreti alınıyor. Iraklı Kürtlerin yalnızca geçişlerden elde ettiği yıllık gelir 300.000.000 dolardır. Bu para, Barzani ve Talabani taraftarları arasında paylaşılmakta ve askerimizi öldüren silaha dönüştürülmektedir. Habur’dan geçirilen mallar ile yapılan ticâret sebebiyle sınırın öte tarafındaki insanların refâhı, beri tarafta kalanlardan çok daha yüksektir. Ayrıca Irak’ın kuzey kesimine, sınırdaş bölgelerde uygulanan birim fiyatının, hatta mâliyetin altında bir bedelle elektrik satmaktayız. Üstelik satılan elektriğin parasını da doğru dürüst tahsil edemiyoruz.
Irak’ın toplam ithalatının % 20’si Türkiye’den gerçekleştiriliyor. 2006 yılında Türkiye’den Irak’a, Habur’dan geçirilerek yapılan ihracatın toplamı 2.700.000.000 dolar. İthalatımız ise yaklaşık 250.000.000 dolar. Rakamlar, ambargoyu göze alamayacak kadar yüksek değil.
Türkiye, vatanın ve milletin varlığına kast etmiş hainlere yardım ve yataklık edenleri cezalandırırken, aynı kişilerle ticârî ilişkilerine devam etmesinin mantıkla açıklanabilen bir yönü yoktur.
Türkiye’nin terörle terbiye edilmeye çalışıldığı bir dönemde, Türkiye’nin de terörü ekonomi ile önlemesi, akıllıca bir karşılık olur.
(*) DEP, partiye bağlı milletvekillerini; TBMM’de Kürtçe yemin etmek, PKK’ya yardım ve yataklık etmek sebebiyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) tarafından kapatıldı. TBMM tarafından DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldığından yargılandılar ve hapse mahkûm edildile. Hapisteki DEP milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı üzerine 2004 yılında salıverildiler. DEP’liler, DGM’lerin Hitler Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında benzeri bulunan faşist mahkemeler olduğunu iddia ederek kapatılmasını istemişlerdi. Bilindiği gibi DGM’ler, 21 Mayıs 2004 tarihinde kapatıldı.