Ana Sayfa 1998-2012 DTP, KÜRTLER VE DİĞER SAKATLIKLAR ÜZERİNE NOTLAR

DTP, KÜRTLER VE DİĞER SAKATLIKLAR ÜZERİNE NOTLAR

22 Temmuz seçimlerinin Türkiye’yi ilgilendiren en önemli sorunu DTP destekli bağımsız milletvekili adaylarının Türkiye Büyük Millet Meclisine girmesi olmuştur. İyimser düşünenler bu kişilerin meclis çatısı altında yeni bir krize yol açmayacaklarını, bugüne çok ciddi sıkıntılar, tecrübeler, politik birikimlerle ulaştıklarını ve yıllar sonra meselelerini ve siyasetlerini meclise taşıma olanağı bulmuşken bu fırsatı gereksiz gerilimler yaratmak uğruna kaçırmayacaklarını söylüyor. Diğer taraftan esas olanın umudu beslemek olduğunu, bir kavga beklentisiyle yeni döneme başlamanın doğru olmadığını da ekliyorlar.

Ne yazık ki demokrasiyle yönetiliyoruz ve bu yüzden Türk Devletinin yönetici kadrolarının Türk düşmanı olması, bu mevkie gelmelerinin önünde bir engel oluşturmuyor. Çünkü devlet niteliğe göre değil, sakat bir nicelik felsefesine göre yönetiliyor. Anadolu’daki Türk Milletinin son 20–25 yıldır en büyük meselesi olan PKK terörünün politik kanadını oluşturdukları su götürmez bir bedâhetle ortada duran bu kadroların yeniden tasfiyesi hayâtî bir konu olarak gündemimize oturmalıdır. Unutulmamalıdır ki demokrasi adına bir milletin topyekûn geleceğini fedâ etmek fikri, belki herhangi bir çarpık hukukun kuralları içinde kendisine korunak bulabilir; fakat insan havsalasının böyle bir sakâmeti alması beklenemez.

Bu kadronun meclise girmesi, Türkiye’nin geleceği için samimî olarak olarak kaygı duyan hiçbir insan tarafından kabul edilemez. Nitekim 1994 yılında meclise girdiğinde yarattığı yemin skandalıyla bugünkü kaygıları büyük oranda besleyen Leylâ Zana, 22 Temmuz seçimlerinden önce Iğdır’da DTP destekli bağımsız milletvekili adaylarına destek vermek amacıyla yaptığı konuşmada “Artık Türkiye’nin eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir. Ankara, Türkiye’yi eyalet lere böl ve Kürdistan eyaletini kur. Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde yapamadığını şimdi yap” diyebilmiş, tepkiler sonrasında da şimdi kendisine kızanların 5–10 yıl sonra bu dediklerini gerçekleştireceğini ifâde ederek serdettiği görüşte ısrarını sürdürmüştür.

Bu durum bazı tür kadınların pek tövbe tutmayacağına dâir bir atasözünün gerçekliğini göstermektedir; ama iş bu kadar basit değildir. Bu şerefsizliği, Zana’nın politik bir kimlik ve başkalık atfettiği kitleden her zaman beklemeliyiz. Bu kitle, dağlarda çobanlık yaptığı asırlar boyunca hiçbir bağlılığı kabûl etmemiş, sürekli efendilerine ihânet etmiş tıynetsiz bir kitledir. Bu kitle bugün Ön Asya’nın en büyük meselesi olarak coğrafyamızın büyük milletlerinin önünde durmaktadır. Nüfusu yüz milyonları bulan bu milletlerin önemsiz bir kemmiyet teşkil eden Kürtler’e feda edilmesi nasıl bir sakatlıktır? Küresel güç ilişkileri dünyayı işte böyle yaşanmaz bir hâle getirmektedir. Kürt sorunu, üç milletin sorunudur. Sâdece Türkiye ve Türk Milleti için değil, Farslar ve Arapların da millî gelecekleri konusunda varlığıyla ciddî bir tehlike teşkil eden Kürtler için insancıl bir çözüm üretmek de bu milletlerin işi olmalıdır. Yaşadıkları ve yayıldıkları coğrafyada bu topluluğun politika üretemeyecek veya üzerinde politika oluşturulmayacak kadar küçültülmesi ve asimile edilmesi gereklidir. Bu bir varoluş problemidir. Aryan ırkının(!) necip evlâtları olan Kürtler varlığı bile sorgulanan ve hakkında elle tutulur hiçbir yazılı ve maddî kanıt bulunmayan kurgusal bir Med İmparatorluğu’nun hayâlini kurduğu müddetçe bu topraklarda huzur olmayacak. Hayâlse ona sâhip olan kafalar bulunduğu müddetçe kurulur.

******

Günümüzde Türk Devleti doğrudan kuruluş ilkelerine yönelik saldırılarla karşı karşıyadır. Bu saldırıların odağında ise liberal politikalarla birlikte etnik ayrımcılıklar yer almaktadır. Sağlam ve esnemeyen uzun vâdeli siyâsetler üretmezsek bu saldırılar millet olarak başımızı yemek üzeredir. Öyle ki artık tehdit, ciddiyetini anlamamızı engelleyecek kadar büyümüştür. İşin daha da kötü yanı, gerek ferâsetten yoksun idâreci kadrolar gerek çıkar ilişkilerine gömülmüş medya gerekse her türlü millî-mânevî merbudiyetten yoksun aydın zümrenin el ele çalışması sonucu gün geçtikçe kabûl edemeyeceğimiz herşeye alışıyor, alıştırılıyor olmamızdır. Bundan 10 yıl önce Kürtçe konusunda toplumsal duyarlılığımız çok daha yüksekken bugün bu mesele alelâde bir hâl almıştır. İpe çekilmesi için ortak bir kinin hedefi olan Öcalan, bugün siyâsî parti kursa sanki bunu başarabilecek gibidir. Affedilmesini isteyebilmek bile bugün çok zorlu ve sıkıntılı bir olay olmamaktadır. Bir günden diğerine milletçe hassas olduğumuz her konuda bizi mefluç ediyor, uyutuyorlar. Tıpkı uykusunda insanın burnunu kulağını uyuşturup kemiren aç fareler gibiler. Hiçbirşey farketmiyoruz, hiçbir esaslı tepki vermiyoruz. Uyandığımız zaman neleri kaybettiğimizi gördüğümüzde ise iş işten geçmiş ve üstelik bu kayıplar, protezle eksiği giderilemeyecek kayıplar olacak.

Meselelerimiz ayın on dördü gibi ortadayken ve bunları konuşmamız gerekirken yazılı ve görsel basının Bülent Ersoy’un ve sevgilisinin karşılıklı beyanlarını yayınlaması nasıl bir çukurun içinde olduğumuzu göstermiyor mu? Bunlar çürümenin, soysuzlaşmanın, yok oluşun emâreleridir.

Türk Milletinin hayâtiyetini sürdürmesi için nasıl politikalar oluşturulmalıdır? Nasıl politika oluşturulursa oluşturulsun üç-beş sağlam ve değişmez prensibe dayanmalıdır. Bu prensipler ise kesinlikle Türklüğün ileri menfaatleri gözetilerek oluşturulmalıdır. Herşeyden önce katı düşünmek zorundayız. Demokrasiden de insan haklarından da çevrecilikten de önemli ve öncelikli olan Türk Milletinin bekaasıdır. Uzlaşma, uyuşma, ılımlı politikalar üretme adına milletin istikbâlini peşkeş çekme hakkına kimse sâhip değildir. Hatlar belirginleşmeli, keskinleşmelidir. DTP’li Sırrı Sakık Devlet Bahçeli’yi Deniz Baykal’a göre kendileriyle ilgili olarak daha duyarlı buluyorsa bir durum tespiti yapmak gerekir. Meydanlarda gırtlağı yırtılacak kadar bağırmakla milliyetçilik yapılamayacağını bu muhtereme öğretmek lâzımdır. İddiâsı milliyetçilik olan bir partinin lideri, PKK’ya karşı meşru bir mücâdele sürdüren Türk Devletinin bu mücâdelesi sebebiyle özür dilemesini isteyen zamanın Diyarbakır Belediye Başkanı Feridun Çelik’i nasıl taltif edebilir, alkışlayabilir. Aynı ellerle bozkurt selâmı vermeye nasıl hakkı olabilir? Bunları söylediğinizde ise parti başkanları için “O’nun gibi büyük bir hâkâna çamur atmayın” diyebilecek kadar budala bir toplulukla nasıl milliyetçilik güdülebilir?

Devlet Bahçeli, başbakanı suçluyor; fakat aynı sakatlıklarla kendisinin de malûl olduğunu görmüyor. Meclise girince hesap soracağından bahsediyor, meclise girince yelkenleri suya indiriyor. Bunlar ne milliyetçidir ne de devlet adamıdır. Bunlar kendilerinden yarına iyi ve güzel, hatırlanası hiçbir şey bırakamayacak olan idâre-i maslahatçılardır.

Osmanlı monarşisinin ilk 250 yılı Bayezid’i, Fatih’i, Yavuz’u, Kânûnî’yi yetiştirdi. Cumhuriyetin ilk 100 yılında ise payımıza düşe düşe bunlar gibi çapsız adamlar düştü. Demek ki demokrasi sadece bizi temel bir varlık problemiyle karşı karşıya bırakmakla kalmıyor, gerçek anlamda adam da çıkaramıyor. Bu da meselelerin çözümünün ve çıkmazlardan kurtuluşun hâlâ çok zor olduğunu göstermektedir.

 

Orkun'dan Seçmeler